Atatürk’ün mucize zaferler, kanla, irfanla kurduğu Cumhuriyet henüz nekahet sürecindeyken 1925’te (şimdi PKK’ya yaptıkları gibi) emperyalist güçlerin desteğiyle Misakımilli’ye yönelik “Şeyh Sait” isyanı başlatılıyor.
Ancak, karşılarında bir Damat Ferit ya da Tayyip Erdoğan yerine Mustafa Kemal’i bulunca feleklerini şaşırıyor, boylarının ölçüsünü alıyorlar.
Aynı ihaneti dinci şeyh, hacı-hoca takımı da yapıyor. Şeriat ve halifelik kaldırılmış, Cumhuriyet kurulmuş, işte bu süreçte 1927’de Menemen’de Cumhuriyeti simgeleyen Asteğmen Kubilay “şeriat isteruk, laiklik kafirliktir” avazeleriyle boğazlanıyor.
Bunlar Atatürk’ün (Tayyip Erdoğan gibi) devleti korku belası bu IŞİD vari yobaz dinci cellatlara teslim edeceğini düşlemişler.
Ne yazık ki aradan 90 yıl geçmesine karşın “Kubilay’ı katledenlerin torunları inlerinden çıkmış”, laik Cumhuriyet’e musallat olmuşlardır.
1937 Dersim isyanına gelince;
Dersim, Osmanlı’dan Atatürk dönemine kadar asi derebeyi, Kürt şeyhlerinin hegemonyası altında ulusal bir sorun ve çıbanbaşı oluyor. Bu asilerin kendi başına buyruk eylemleri 1932’den sonra doruğa ulaşıyor.
Dersimde fiili bir Seyit Rıza ve aşiretler iktidarı hüküm sürüyor. Devleti tanımıyor. “bölgede valilik, asker ve memur istemiyor.” Vergi vermiyor, askerlik yapılmıyor.
Şimdiki PKK gibi götürülen hizmetler, yollar, köprüler berhava ediliyor. Jandarma karakollarını basıyor, bir defasında 33 askeri katlediyorlar.
Bu baş kaldırma harekatı “Kureyşan, Demenan, Haydaran, Yusufan ve Kurgan” aşiretlerinden oluşan 6 bin kişilik bir kuvvetin katılımıyla toplu bir isyana dönüşüyor.
Atatürk, Tayyip Erdoğan gibi ülkesini “analar ağlamasın adlı Habur tiyatrosuyla” bu eşkıya grubuna teslim etmiyor. 1937’de bu isyan bastırılıyor.
Ancak, 1938’de ikinci isyan harekatı başlıyor. Bu dönemde Atatürk hasta döşeğinde, İsmet Paşa da görevden alınmıştır. Dincilerin toz kondurmadığı “Celal Bayar Başbakan, Fevzi Çakmak Genelkurmay Başkanıdır.” İkinci isyandaki “katliam” bunların döneminde olmuştur.
Ne var ki Celal Bayar ya da Fevzi Çakmak’ın da çoluk, çocuk demeden herkesi süngüleyin diye bir emir vermeleri de asla söz konusu olamaz.
Dersimde vur derken öldüren bir olay yaşanmış, kurunun yanında yaşta yanmıştır. Ama bunu yapanlar “Alevileri kızılbaş gören AKP zihniyetli” alt kademedeki asker ve görevlilerdir.
Ayrıca Dersim’de yaşananların müsebbipleri de Seyit Rıza ve diğer asi aşiret şeyhleridir. Dersim olayında isyancı, asi aşiretlere ait 13.500 silah ele geçirilmiştir. Kimse bunları dile getirmiyor.

HER GÜN PERFORMANSI GÜÇLENEN KILIÇDAROĞLU TEK UMUT OLUYOR

17 Kasım akşamı Haber Türk’te yapılan bir açık oturumda Sinan Meydan isimli genç tarihçi Dersimle ilgili “çoğunluğu kulak dolgunluğu bire bin katan komplo teorileriyle oluşturulan”, “soykırım” iddialarını büyük bir dirayet, ehliyet ve belgelerle çürütüyor. “Dersim’de ikinci bir Kerbela yaşandı” diyerek, dünyanın saygınlık ve hayranlığını kazanmış, asrın lideri ve dehası Atatürk’ü “yezit” konumuna getirmek isteyen haysiyetsiz ve vicdansızların dersini veriyor.
İsyancılara “toz kondurmayarak” özür dileyen Sezgin Tanrıkulu ve Atatürk’ün ülkeyi Yunan işgalinden kurtarmasını “etnik temizlik” olarak niteleyen Hüseyin Aygün gibilerin Atatürk’ün partisinde yerleri olmamalıdır.
Dersimli Alevi Kürt kökenli vatandaşlar bu gerçekleri çok iyi biliyor. Atatürk’e sevgilerinden bir şey kaybetmiyorlar.
17 Aralık’ta eşi görülmemiş bir devlet soygunu yaşanıyor. Kanunlar kendisi ve aile efradına işlemiyor. Yasalar, ak saraylar ne varsa her şey kendi ego ve çıkarlarına göre şekilleniyor.
Atatürk ‘Türkiye’sini mahvettiler. Her gün her biri bir hükümet düşürecek yeni melanetler yaşanıyor. Suçluluk psikolojisi, “gündem mafyalığı” ve melun iftiralarla “Atatürk camileri ahır yaptı, soykırım uyguladı, ülkeyi iki ayyaş yönetti” gibi zırvalardan medet umuyor, “Amerika’yı Müslümanlar keşfetti” gibi cevherler üretiyorlar.
“Batan geminin malları” misali ülkeyi talan ettiler. Rüşvet paraları sıfırlamakla bitmiyor. Halkı keriz yerine koyarak tüm suçu “Pensilvanya’ya” yüklüyor.
“Her türlü nefisten kesilseler” sorumlusu paralel oluyor. Böyle bir yavuz hırsızlığı tarih yazmıyor.
Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar takke düşmüş, kel görünmüştür.
Artık, “üniversiteler, sendikalar, tüm sivil toplum örgütlerinin” çıkarcılık ve ödleklik illetinden sıyrılıp, ülkelerine sahip çıkmaları gerekiyor. Aksi halde bu gidiş en çok “onların sonu” olacaktır.
Sonuç: Gittikçe performansı yükselen Kılıçdaroğlu, partisini başta “din, dil, ırk ve renk” farkı gözetmeksizin aynı bayrak altında ülkesini yüceltme umdesi olan milliyetçilik (ulusalcılık) ilkesiyle bütünleştirerek ikinci bir milli mücadele seferberliği başlatması zorunlu oluyor. Aksi halde atı alan Üsküdar’ı geçmiş olacaktır.