Altı yılı buldu; 2008’in ortalarıydı, merkez üssü ABD’nin göbeği, Wall Street’ti ve büyük yatırım bankalarının iflası ve/veya iflasın eşiğine gelmesiyle gümbürdedi ve ışık hızıyla bütün gelişmiş ülkelere bulaştı, ortalık buz kesti. Herkes birbirine soruyordu: Bu kriz, o kriz mi? Kastettikleri, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’na da yol açan üçüncü küresel kriz miydi gelen... Dandik konut kağıtlarının balon yapmasıyla patlamıştı kriz ama özü kapitalizmin kriziydi, kısa sürede reel kesime yansıdı, mal ve hizmet üretimi geriledi, işsizlik fırladı. Mükemmel fırtına kopmuştu işte...

2009’un ikinci çeyreği iyice derinleştiği tarihti, ABD,AB gibi gelişmişlerin küçülmeleri yüzde 5’leri bulmuştu, ´çevreª ya da yükselen denilen Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde bile küçülme yaşanıyordu.
Kriz olunca ne olur? Tabii ki, kapitalizm devlete koşar, kurtar bizi diye ve o oldu; bütün ülke devletleri para politikalarıyla, bütçe imkanlarıyla batmakta olan bankalara can simidi attılar. Bu, gevşek para politikaları, devasa açıklı bütçeler demekti. Konulmuş bütün normların üstünde para hacimlerine ve bütçe açıklarına ulaşıldı yangını söndürebilmek için.
Devletin krize müdahalesiyle dibe vuran ekonomiler 2009’un sonlarından başlayarak 2010’da biraz olsun toparlanmaya başladılar. Ama, bu sadece devletin verdiği koltuk değnekleriyle ayakta durmaktı. Devletin de bol keseden verecek hali yoktu; önüne yeni sorunlar çıkmıştı; dağıtılan para tekrar nasıl toplanacak, bütçe açıkları normal boyutlara nasıl çekilecekti? Avrupa’nın kuzeyi ile güneyi farklı yaşıyorlardı krizi. Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya, Euro iklimine ayak uyduramayıp krizi daha derinden yaşıyor, Almanya, Hollanda, Avusturya ve diğer kuzey ülkeleri görece iyi durumdalardı. AB’nin sürdürülebilirliği bile tartışma konusuydu artık.


Yükselenler...
Gelişmiş kapitalizi batırmamak için boca edilen bol para, bu ülkelerden Türkiye gibi dışarıdan gelen parayla ekonomileri dönen ülkelere can simidi oldu. O paralar, ‘yükselen ülkelere’ aktı, 2009’un ortalarından itibaren ve ülke borsalarına, devlet kağıtlarına gelen portföy yatırımları, bu ülkelerde dövizi ucuzlatıp ithalatı kamçıladı, iç talebe dayalı bir büyüme fırsatı verdi. Brezilya, Türkiye, Rusya, G.Afrika, Endonezya, Hindistan hep bu akan parayla 2010 ve 2011’i yüksek büyüme ile geçiren ülkeler oldu.
Türkiye, krizi 2009’da yüzde 5’e yakın küçülmeyle yaşadı ama akan dış parayla 2009 sonlarından itibaren büyümeye geçti ve 2010-2011 yıllarında ortalama yüzde 10 büyüme yaşandı. Ancak iç pazara dönük bu büyüme cari açığı fırlatınca 2012’de ateşi düşürme politikası izlendi ve yüzde 2 büyüme ile yetinildi.


2013 Ortası...

22 Mayıs 2013, bir kırılma anı oldu. ABD Merkez Bankası FED, firmalara sağladığı, kolaylıkları, koltuk değneklerini yavaş yavaş çekeceğini ilan etti. Bu, ABD’de faizlerin artması sinyaliydi ve Türkiye gibi ülkelere park etmiş dış yatırımcılara pozisyon değiştirtti, bir anda yükselen ülkelerden sermaye çıkışı yaşandı ya da giriş yavaşladı. Bu, Türkiye dahil tüm ülkelerde dövizin değerlenmesine yol açtı ve fırlayan dövizi durdurabilmek için faizler yükseltildi. Türkiye’de de bu yaşandı, üstüne 17-25 Aralık rüşvet rezaletleri dökülünce dövizin değer kaybı ve onu dengelemek için faiz artırımı daha yüksek seyretti, dış kredi kullanmış tüm firmalar büyük zararlar ettiler. Yabancı para çekilişiyle beraber cari açık, rezervlerden ve zuladaki net-hata noksanlardan finanse edildi.


Ne olacak ?

2014 başından beri kesilen dış para girişi, Rusya-Ukrayna gerginliği ile son günlerde hızlandı ve dolar kuru 2.09 TL’ye kadar düştü ama kalıcı olduğu söylenemez bu paranın. Gözler hep ABD’de. FED’in faizlerin artışına yol açacak kararları, anında yabancıların Türkiye dahil yükselen ülkelerden yüzlerini ABD’ye dönüşünü getirecek. Bu yıkıcı pozisyon değişimini dengeleyecek tek gelişme , toparlanamayan AB’de gevşek para polititkalarının sürdürülmesi. Ama yine de, Türkiye, yüzde 3 dolayında bir büyüme ile yetinip 2015 genel seçimlerine, belki kamu maliyesini zorlayarak herşey yolundaymış gibi gitmek isteyecek.
Köşk seçimi ve sonrasında AKP’nin içinde yaşanacaklar, Türkiye’nin risk puanını yükseltebilir ve yabancıları biraz daha uzaklaştırabilir de.
Politika, ekonomide etkili olmayı sürdürecek.