Amerika kıtasını Kristof Kolomb keşfetti. Gittiği bile kesin olmayan Amerigo Vespucci’nin adı kıtaya verildi. Kolomb’un hiç ayak basmadığı ülkeye ise Kolomb ismi verildi: Kolombiya! Ve 20’nci yüzyılın en büyük Latin Amerikalı/Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez’i dokuz yaşında okuduğu bir Doğu edebiyatı başeseri etkiledi: Binbir Gece Masalları! Ne tesadüftür ki, ilk görüşte aşık olup evlendiği Mercedes de bir Doğulu göçmen idi. Yarın toprağa verilecek “büyülü gerçekçilik” akımının yaratıcısı bir büyük yazarın hayatından notlar...

Gabriel Garcia Marquez...
Ona dostları yaşamı boyunca “Gabo” dedi.
Onu dünya yazar olarak biliyor; oysa gazeteciliği hiç bırakmadı.
İlk haberiyle ülkesinden kaçmak zorunda kaldı ve ilk romanını yazdı.
Şöyle...
1950’de iktidara gelen Laureano Gomez, Kolombiya’yı demir yumrukla yönetti. Violencia adı verilen şiddet olaylarında 200 bine yakın insan can verdi.
1955 yılında Antiller Denizi’nde fırtınaya tutulan Kolombiya Deniz Kuvvetleri‘ne bağlı “Caldas” adlı gemi okyanusta battı. On gün boyunca sandalda yaşayarak kurtulan denizci-asker “Luis Alejandro Velasco”, diktatör Gomez iktidarının desteğiyle ülkenin kahramanı yapıldı. Fakat...
O denizci Velasco, bir hafta sonra El Espectador gazetesinin kapısını çaldı. Devletin gemisi yaşa dışı mallar taşıyordu.


Gazete haberi manşetten verdi.
“Kahraman denizci asker büyüsü” bozuldu. Denizci-asker Velasco hemen ordudan atıldı.
Hedefte haberi yapan gazeteci vardı. Haberin altında imzası olan gazeteci; Gabriel Garcia Marquez idi.
Gazetesi onu hemen İtalya’ya kaçırdı.
Gabo bu olayı sonra, “Bir Kayıp Denizci” kitabında yazdı.
Haberi yaparken ve romanını yazarken mutlaka aklına gelmiştir; “Anlatmak İçin Yaşamak” adlı anı kitabında yazdı çünkü. Şöyle... Üniversite yıllarında annesiyle eski evlerini satmaya giderken yolda mola verirler. Yemek yerken annesi sorar, “babana ne söyleyeyim, ne olmak istiyorsun?” Ailesinin çok istemesi üzerine gittiği hukuk fakültesini bırakmıştır. “Ben yazar olmak istiyorum” diye yanıt verir. O sırada aynı masayı paylaştıkları yolculardan biri, “İyi bir yazar, iyi para kazanabilir; özellikle de hükümet için çalışırsa” diye söze girer. Adama yanıt vermezler, konuyu değiştirirler. Ama belki Gabo’nun aklından teyzesinin şu sözü geçmiştir: “Para şeytanın boku’dur!”
Bu nedenle gazeteciliği ve yazarlığı boyunca para’nın değil hep yoksul halkın yanında durdu...
Bugün...
Her ne kadar romanlarıyla tanınsa da gazeteciliğe aşıktı ve yaşamının sonuna kadar bu tutkusundan vazgeçmedi. “Köpek gibi acı çeksen de en iyi meslek gazeteciliktir” dedi.
Gazetecilikle bağını hiç koparmadı. Kurduğu vakıf aracılığıyla “Cambio” adlı bir haber dergisi satın aldı; gerçeklerin ve muhaliflerin sesi oldu. Kendisi de çalıştı. “(1982’de) Nobel Ödülü aldıktan sonra çok para isterim diye kimse beni işe almak istemiyordu. Neyse, dergi aldım da bu dertten kurtuldum!”


Doğu ile tanışması

Goethe, Tolstoy ve Marquez...
Edebiyat tarihinin en önemli üç yazarını da etkileyen bir kitap...
Yıllar sonra ABD ve İsrail’de yasaklanacak bir kitap...
Gabo sarımtırak ve kısmen parçalanmış o kitabı, dedesinin evinde bir bavulu karıştırırken buldu. “Hemen okumaya başladım; orada bir şişenin kapağını açan biri vardı ve ortaya dumandan bir cin çıkıyordu ve şöyle dedim: ‘Vay canına, bu muhteşem bir şey!’ Bu beni hayatımdaki her şeyden daha fazla büyüledi. Oyun oynamaktan, resim yapmaktan, yemek yemekten, her şeyden daha fazla ve bir daha kafamı ondan kaldırmadım.”
O kitap; “Binbir Gece Masalları” idi...
Şah Şehriyar’a 1001 hikaye anlatan Şehrazat, kimbilir bin yıl sonra, bu kez büyükannesi olup Gabo’nun kulağına fısıldamıştı: “Yüzyıllık Yalnızlık” romanını...
“Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık‘ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım.”


Doğum hikayesi

İki oğlu ve eşiyle aylardır sabırsızlıkla bekledikleri Meksika‘nın tatil şehri Acapulco‘ya gitmek için yola çıktı.
Ve bir anda...
Gabo’nun yıllardır içinde biriktirdikleri dışa vurdu. Sarardı ve kendi kendine konuşmaya başladı.
Hemen eve döndüler; ve Gabo 18 ay boyunca odasından çıkmadı; bahçeye bile adım atmadı. Günde 6 paket sigara içti; (ileride akciğer kanseri olmasının sebebi bu sigaralar olacaktır) ve sonuçta 1967 Haziran ayında “Yüzyıllık Yalnızlık”ı doğurdu. Bin üç sayfaydı. İlk baskısı sadece 8 bin adetti. Oysa...
Gençliğinde topladığı şişelerin depozitleriyle ya da ansiklopedi satarak zor geçinen Gabo, 39 yaşında dünyanın en çok kazanan yazarlarından biri oldu. Kitap bugüne kadar 50 milyon adet sattı...

Ödülü ve kitabı reddetti

“Binbir Gece Masalları” Gabo’ya “büyülü gerçekçilik” yolunu açtı.
Sadece işaret parmaklarını kullanarak yazdığı daktilonun başına geçmesini sağlayan, Franz Kafka‘nın “Dönüşüm” adlı eseri oldu. Kafka’nın bu olağanüstü hikayesinde sonra artık nasıl yazacağını biliyordu. Bundan hiç ödün vermedi. 1962’de “Kötü Saatte” adlı romanıyla katıldığı edebiyat yarışmasında birincilik kazandı. Gabo, ödülü de kitabı da reddetti. Çünkü yayıncı, “halk diliyle yazılan ve içinde argo kelimeler geçen romanı kimse okumaz” diye bunları
düzeltmişti!
Karakterlerine kimse dokuna-
mazdı...
“Yüzyıllık Yalnızlık”ta bir karakter var: “İnce boyunlu, mahmur gözlü gizemli ve sessiz kadın...” Yani eczacı Mercedes!
Mercedes, Gabo’nun ilk ve son aşkıydı...
Gabo 17 yaşındaydı; anne ve babasıyla gittiği tatilde Mısır kökenli 13 yaşındaki Mercedes Barcha Pardo’ya ilk görüşte aşık oldu. Evlenme teklifi etti. Mercedes, okulu bitirmek istediğini söyledi. Bekleyiş 14 yıl sürdü.
21 Mart 1958, Perpetual Help, Barranquilla Kilisesi saat 11’de evlendiler. Bir daha hiç ayrılmadılar. (İki oğulları var; film yönetmeni Rodrigo Garcia ve grafik tasarımcısı Gonzalo.)
Hep merak etmişimdir; ilk görüşte aşık olduğu Mısırlı göçmen ailenin kızı Mercedes‘ten etkilenmesinde Binbir Gece Masalları’nın ne derece etkisi oldu?!
Evet, kendi payımıza gurur duyabiliriz; sonsuzluğa uğurladığımız eniştemiz Gabo büyük bir yazardı.

Gabo ile Fidel

Dedesi Albay Don Nicolas Marguez, Latin Amerika’nın ulusal kahramanı büyük devrimci Simon Bolivar‘ın hayranıydı. Torununa da bu sevgiyi aşıladı.
Gabo, Bolivar’ın devrimci çizgisinden hiç ayrılmadı; yaşamının sonuna kadar sosyalist kaldı.


Öyle ki... Latin Amerika’da diktatörlere karşı mücadele veren örgütlere destek verdi. Anthony Quinn televizyon dizisine uyarlamak için “Yüzyıllık Yalnızlık” romanının haklarına bir milyon dolar teklif ettiğinde, Küba ve Latin Amerika devrimlerine harcanmak üzere bir milyon dolar daha vermesi koşuluyla teklifi kabul etti.
Her zaman politikanın içinde olan Gabo, Kolombiya Hükümeti ve gerilla örgütleri ELN (Ulusal Kurtuluş Ordusu) ve sonraları FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yaptı.
“Dünyanın sosyalist olmasını istiyorum ve inanıyorum ki er ya da geç öyle olacak” diyen Gabo, Fidel Castro’nun en yakın dostlarından biriydi.
Küba Devrimi’ni başından beri destekleyen Gabo, yaşamı boyunca Küba’ya uygulanan ABD ambargosunu kınadı. Küba karşıtları ve CIA’den aldığı ölüm tehditlerine rağmen Castro’dan kopmadı.
1996’da Kolombiya’da düzenlenen bir gazetecilik seminerinde şunu söyledi: “Fidel bu dünyada en çok sevdiğim insanlardan biridir.” Bir gazeteci, “o bir diktatör” deyince, “demokratik olmanın yegane yolu seçimler değildir” diye yanıt verdi.
20’nci yüzyılda Latin Amerika’da çıkan belki de karizmatik iki karakterdi onlar...
Bu sadece siyasal bir dostluk değildi; edebi yönü vardı. Gabo için Fidel aynı zamanda edebiyat üzerine sohbet edilebilecek kültürlü biriydi. Eserlerinin son halini yayınevine teslim etmeden önce mutlaka Fidel’e okuyordu.
Gabo’nun dediğine göre Fidel, “O kadar dikkatli ve titiz bir okurdur ki, hiç umulmadık bir yerde çelişkiler ve yanlış veriler yakalıyor. ‘Bir Kayıp Denizci’yi okuduktan sonra, geminin hızının hesaplanmasında bir hata olduğunu, dolayısıyla benim dediğim varış saatinin doğru olamayacağını söylemek için kaldığım otele kadar geldi. Haklıydı. Yayımlanmadan önce ‘Kırmızı Pazartesi’nin son halini ona götürdüm ve bana av tüfeğinin özelliklerinde yaptığım bir hatayı gösterdi. Bir seferinde, belli bir melankoliyle, bana şöyle dedi: Bir sonraki reenkarnasyonumda dünyaya yazar olarak gelmek istiyorum.”
Gabo 1996’da El Pais gazetesine şöyle dedi: “Artık Komandante‘nin (Fidel’in) okumadığı bir kitabı yayımlamıyorum.”

Gabo ile Mario

Latin Amerika Edebiyatı’nın en parlak yıldızları:
Gabriel Garcia Marquez...
Mario Vargas Llosa...
Biri 1982’de diğeri 2010’da Nobel Edebiyat Ödülü aldı.
Dostlukları 1967’de başladı. İlk kez karşılaştığında Gabo, Mario’yu öylesine sıcacık ve sıkıca kucakladı ki ayaklarını yerden kesti.
Düşmanlıkları ise 1976’da bir filmin galasında karşılaştıklarında Mario’nun, Gabo’nun ayaklarını yerden kesecek yumruk vurmasıyla başladı. Peki ne olmuştu?..
Sonu kötü bitse de nadir sahip olunabilecek bir dostluğu paylaştılar. Bu iki dost “Latin boom” denilen dönemin bizzat başkahramanları oldu.
Dönem... Sakallı devrimcilerin Küba/Havana’ya girip ABD’nin burnunun dibinde devrim yapmalarıyla başladı.
Devrim, Latin Amerika Edebiyatı’nı da dünya çapında bir referansa dönüştürdü. Boom’un yükselişi Latin Amerika’da kuzeydeki kapitalizme ve emperyalizme karşı sosyalizmin güçlendiği yıllarda oldu.
Kolombiyalı Gabo ve Perulu Mario bu siyasal etkiyle 1967’de Caracas’ta ilk kez karşılaştıklarında özel bir arkadaşlığın temelini attılar. Hep mektup-laştılar ve hep fırsat buldukça görüştüler. Birbirlerinin edebi kişiliklerini ve eserlerini takdir etmekten geri durmadılar. Hatta Gabo, Mario’nun “Yeşil Ev” eseri için “keşke bu kitabı ben yazmış olsaydım” dedi.
Dostluk uzun süreli olmadı.
Padilla olayı Küba’ya ve devrime bağlılıkta kimi yazarları başka yana savurdu.
Şair Heberto Padilla‘nın soyadıyla anılan olay; 1968’de başladı ve etkisi 1971’de Padilla’nın “Castro Devrimi’ne muhalif bir yazar olmak ve yıkıcı faaliyetlerde bulunmak” iddiasıyla tutuklanmasıyla zirve yaptı.
Padilla’nın tutuklanmasına karşı çıkanlar protestolar düzenledi. Mario bu yazarlardan biriydi.
Mario’nun da içinde bulunduğu Carlos Fuentes, Jean Paul Sartre, Octovio Paz gibi birçok Boom yazarı ve aydın elli dört imza toplayarak Padilla’ya özgürlük istedi.
Gabo, bu protesto hareketlerinin içinde olmadı. Onun yanı Fidel’in yanı oldu.
Gabo’nun bildiriye karşı tutumu Mario ile aralarının açılmasına neden oldu. Mario, imza atmadığını kendi adına imzayı başka birilerinin attığını söyledi. Gabo yine de Mario’yu affetmedi; dostunu döneklik ile suçladı.
Ve dediği doğru çıktı; Türkiye’de olduğu gibi dünyada da 1980’li yıllarda neoliberalizm rüzgarı döneklik üretti. Mario bunlardan biri oldu; hızlı Marksizmden liberalliğe geçiverdi. Sonra 1990 yılında Peru Devlet Başkanlığı’na adaylığını koydu ancak hezimete uğradı.
Gabo ve Mario bir daha hiç yan yana gelmedi.
Bakalım yarın cenazeye kimler gelecek, kimler gelmeyecek...