“Amerika’yı Kolomb keşfetmedi” diyen asrın lideri, kahkahalara öfkelendi, “buna inanmayanlar, kendi milletine inanmayanlardır” dedi.

*

Tam olarak ne demişti?
“Amerika’yı Kolomb keşfetmedi, 1178’de Müslümanlar keşfetti. Osmanlı devleti de Latin Amerika’ya ulaşmıştı. Konuşma metnimi hazırlarken, Abdurrahman Efendi’yi de ekledim. Onu hayırla yadetmek bizim görevimiz. 1866’da iki Osmanlı gemisi yollarını kaybederek, Brezilya sahillerine varmışlardı. Gemide bulunan Abdurrahman Efendi, Brezilya’da kaldı, yıllarca dolaşarak İslam’ı anlattı” demişti.

*

Kolomb’u anladık ama...
Abdurrahman kimdi?

*

1865...
İzmir ve Bursa isimli iki Osmanlı gemisi, Akdeniz’den Atlas okyanusuna çıkacak, Afrika’yı dolaşıp, Basra körfezine gidecekti. Abdurrahman Efendi, bu gemilerin “kadı”sıydı. Brezilya’ya uğradılar, Rio de Janeiro limanına demir attılar. Rio’da Afrika’dan köle olarak getirilmiş, siyahi Müslümanlar vardı. Brezilya devleti bu kölelere “din baskısı” yapmaktaydı. Dinlerini tam manasıyla öğrenemedikleri için, namazı doğru kılmıyorlar, orucu yanlış mevsimde tutuyorlardı. Abdurrahman Efendi, kölelerin haline acıdı, ulemaya ihtiyaçları vardı, büyük bi fedakarlıkta bulundu, Brezilya’da kaldı, hepsine dinini öğretti, dört sene sonra hepsi dinini öğrenince, huzur içinde İstanbul’a döndü, hatıralarını yazdığı “Brezilya Seyahatnamesi”ni kaleme aldı.

*

Dolayısıyla...
Asrın liderimiz gibi, Brezilya Seyahatnamesi’ni okuyan herkes, Abdurrahman Efendi’yi hayırla yadeder’di.

*

Ancak... Hatıralarını kaleme alan biri daha vardı! O gemilerin mühendisi, Faik.

*

“Türk Denizcilerin İlk Amerika Seferi” isimli kitabında, hadiseyi şöyle anlattı.

*

1865...
İzmir ve Bursa isimli iki Osmanlı gemisi, Akdeniz’den Atlas okyanusuna çıkacak, Afrika’yı dolaşıp, Basra körfezine gidecekti. Bağdat Kadısı Abdurrahman Efendi, Bahriye Kadısı olarak tayin edilmiş, bu gemilere atanmıştı. Akdeniz’i geçtiler, Cebelitarık’tan çıktılar, gökyüzü karardı, bi fırtına bi hortum kardeşim, göz gözü görmüyor, rotayı kaybettiler, git babam git, aha Afrika sahilleri diye, taaa Brezilya’ya çıktılar iyi mi... Rio de Janeiro limanına demir attılar. Giriş izinleri olmadığı için, Brezilya gümrüğü “siz kimsiniz birader?” diye sordu. “Yanlışlıkla geldik, hasarımız var, tamir edip gidicez” cevabını verdiler. Karaya inmeleri yasaktı. Brezilyalı yetkililer “geminizden ayrılmayın, tamiratınız bitinceye kadar, ihtiyaçlarınızı sandallardan temin edin” dediler. Rio limanında sandalla getir-götür işleri yapan köle Müslümanlar vardı. Et, ekmek, su filan taşırken, bizim levendlerin güvertede namaz kıldığını gördüler. Baktılar ki, namaz kılanların başında kılık kıyafet itibariyle “ulema” var, Abdurrahman Efendi... “Şeyh” demeye başladılar. Şeyh’e ufak ufak hediyeler getirmeye başladılar. Hatta, Şeyh’in ne dediğini anlamak için Mağripli tercüman bile ayarladılar. Gel zaman git zaman, tamirat tamamlandı, gemilerin yola çıkma vakti geldi. Abdurrahman Efendi’nin zaten Bağdat’ta hayatı kaymış, Basra gözünde büyüyor, e burda da el üstünde tutuluyor, kızlar şahane, “kusura bakmayın, ben kalıyorum abi” dedi. Kriz çıktı... Brezilya kanunlarına göre, karaya ayak basması yasaktı. Kaptan izin vermedi, “senin yüzünden bizim de başımız belaya girer” dedi. O gece ne oldu biliyor musunuz? Abdurrahman araziye uydu! Gemiden kaçtı, sırra kadem bastı. Kaptan telaşlandı, liman yetkililerine haber verdi, “bizim kadı kaçtı, yakalayın” dedi. Aradılar taradılar, kadı yok. İhbar etme görevini yerine getiren kaptan, suçsuz bulundu. Gemilerin limandan ayrılmasına izin verildi. Gemiler demir aldı. Abdurrahman, Brezilya’da kaldı.

*

Mühendis Faik’in hatıraları burada bitiyordu.
Abdurrahman’ın hatıralarına dönersek... Şehir şehir dolaştı, evlendi, dört sene sonra İstanbul’a geri geldi, “Brezilya’da tanıdıklarım var, ticaret ilişkileri sağlayabilirim” dedi. Müşteri bulamadı. Kendi kendinin reklamını yapmak için, oturdu, “Brezilya’yı nasıl Müslüman yaptığını” anlatan kitabını kaleme aldı.
Faik’in kitabını okumayanlar, Abdurrahman’ı ulema sanırdı.

*

Ve Türkiye, daima buydu.

*

Hayatı nasıl anladığın...
O hayatı “kadı”dan mı, yoksa “mühendis”ten mi okuduğuna bağlıydı.