Özlem Gürses - SÖZCÜ

Ünlü siyaset bilimci Prof. Ersin Kalaycıoğlu, seçimlere sayılı günler kala Türkiye olup biten siyasi gelişmeleri değerlendirdi. Özlem Gürses'in sorularını yanıtlayan Kalaycıoğlu, "bir cumhurbaşkanlığı krizi" ile karşı karşıya olduğumuzu belirterek, "Seçmen ikna edilir ve mecliste AKP varlığına bir denge gelirse ve hukuk devleti normlarını yerleştirmek yoluna da girilirse belki… Ama seçmen ikna edilemezse bu kriz sürer gider…" ifadelerini kullandı. İşte o çarpıcı röportajdan konu başlıkları;


ÖG : Siz bir Siyasal Bilimler uzmanı akademisyensiniz. Türkiye’de şu anda olan şeyi siz nasıl tanımlıyorsunuz ? 

EK : Yasal ve meşru yollar kullanılarak iktidara gelmiş olan bir partinin olabildiğince yasalar ve anayasa dışında, keyfi, kişisel, mutlak bir iktidar kurma çabası ile karşı karşıyayız.

ÖG : AKP tüm gücünü sandıktan aldığını söylüyor…

EK : Bir kavram var, bizim 1970’lerde kullandığımız, “sandıksal demokrasi”. Sandıkla başlayan ve biten, ondan sonra hakların, özgürlüklerin, kurumsal denetlemenin etkili olmadığı, sivil toplumun güçlü olmadığı rejimler. Bizim şimdi yaşadığımız yani !

ÖG : Bir ükede rejim niye çok önemli, rejim önemli mi ?

EK : Tabii, çünkü siyaseti bir tiyatro oyununa benzetirseniz rejim siyasetin senaryosu.

ÖG : Sonu mutlu bittikten sonra insanlar önemsemeyebilir senaryoyu ?

EK : Sonu mutlu mu bitiyor bilmiyoruz !! Ama şunu söyleyebiliriz, dünyada Mutluluk Endeksi’ne bakarsanız, bu endekste ilk sırada yer alan ülkelerin çoğu gerçek demokrasiler.
Mesela Danimarka. İlk sırada. Danimarka gayet iyi çalışan, yerleşik, pekişmiş bir demokrasi. Kanada. Avustralya. Yeni Zelanda. Bunların hepsi iyi çalışan pekişmiş demokrasiler.

Dolayısıyla “otoriter rejimlerde de mutluluk oluyor” savı pek doğru bir sav değil.

ÖG : Mutluluğun önemli göstergelerinden biri adil gelir dağılımı değil mi?

EK : Gini Endeksi bu adil dağılımı ölçer, sıfıra yaklaştıkça eşit dağılım, yüze yaklaştıkça kötü dağılımı gösterir. Çok kötü gelir dağılımı olan ülkelerden bir tanesi Güney Afrika, endeks 60 civarında, yine kötü dağılımı olan ülkelerden bir başkası ABD 40 civarında, Türkiye’de de 43 civarı, bir hayli kötü.

Ama Polonya’da 32, Yunanistan’da 34, İtalya’da 36, Japonya’da 25, Almanya’da 28. Bu ülkelerin hepsi gerçek demokrasiler. Avrupa’da adil gelir dağılımı sonuç, demokrasinin sonucu. Demokrasi yerleşince gelir dağılımı düzeliyor.

ÖG : Bizde demokrasi talebi de pek yok galiba…

EK : Bizde aristokrasi yok, aristokrasinin koymuş olduğu kurallar, onların Kral’la ilişkisini içeren bazı anlayışlar, normlar mevcut değil. Dolayısı ile toplumdaki geri kalanın öykünebileceği bir üst sınıf, onların değerleri filan da yok.

Tam tersine saray var ! Osmanlı’da “Saray”dan hem korkuluyor hem nefret ediliyor. Bugüne benzer bir durum yani…

ÖG : Ama çok alkışlayanlar da var sarayları..

EK : E tabii, işte o mutlak rejimlerdeki mutlu azınlık.

Osmanlı’da hiçbir zaman bir üst sınıf ve onun yaşam tarzını, onun değerlerini idealize eden bir toplum ortaya çıkmıyor.

Bizde üst sınıf olmadığı için orta sınıf da yok. Çünkü Avrupa orta sınıfı gelire sahip oluyor ama kendi değerlerini üretmeye çalışırken aristokrasiden yararlanıyor. Bizimkilerin yararlanacağı hiçbirşey yok.

Bir mutlak iktidardan öbür mutlak iktidara doğru evriliyorsunuz, onun orta sınıfın egemenliğine geçip piyasayla ve halkla uyumlu bir hale gelmesi mümkün olmuyor.

“TÜRKİYE BUGÜN KEYİF DEVLETİ. SİYASETTE KİRLİLİK VE TEMİZLİK SADECE DEMOKRASİNİN KONUSUDUR ! DEMOKRASİ OLMAYAN YERLERDE ZATEN BÖYLE BİR TARTIŞMA YOKTUR, OLAMAZ.


ÇÜNKÜ OTORİTER REJİMDE DİKTATÖR VE YAKINLARININ HERHANGİ BİR ŞEKİLDE HESAP VERME DURUMU SÖZKONUSU DEĞİL ! KEYFİ.”


ÖG : Bir lider çıkıyor; “ben devrimciyim, ben sonuca bakarım diyor”… Son olarak da Meksik tipi başkanlık filan diyor.

EK : Onun adı demokrasi olmuyor işte !

ÖG : Sokaktaki insan da “benim cebim dolsun da rejimin adı ne olursa olsun” diyor…

EK : Tamam işte bu demokrasi argumanı değil ! Kalkınmacılık bu. Stalin’in yaptığı gibi. Kalkınmayı bir dönem için son derece totaliter bir biçimde öncelemek. “Türkiye yoksul bir ülkedir, kalkınması gerekir, bunun için demokrasi olup olmaması hiç önemli değildir” diyebilirsiniz. Ama uzun dönemde bu çalışmıyor, bunu biliyoruz.

ÖG : Niye ? Nerede patlıyor ?

EK : Bu konuda Daron Acemoğlu’nun bir kitabı var. Milletlerin Çöküşü üzerine. 200 yıllık veri var ellerinde, o gösteriyor ki uzun dönemde, yani birkaç kuşak süren sürdürülebilir kalkınmanın temelinde hukuk devleti yatıyor.

Hukuk devletini kuramazsanız, kalkınamıyorsunuz. Çünkü insanlar hukuk devletinde önlerini görebiliyorlar. Keyif devletinde önünüzü göremezsiniz.

ÖG : Türkiye bugün ne devleti ?

EK : Türkiye bugün keyif devleti.

Dolayısıyla yarın kalkıp neyle karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz. İktidarda olan kişi size karizmasını taşıyor, diyor ki “ben herşeyi biliyorum, hedefim var, vizyonum var, davam var… ben sizi nereye götüreceğimi biliyorum.” Bu bir kişiye biat etme.

Demokrasi halkın kendisini kendisini yönetmesi. Demokrasinin temel değeri özgürlük. Halkın demokrasi istemesi için öncelikle özgürlük istemesi lazım.

ÖG : İstemiyorsa ne yapacağız ?

EK : Hiçbir şey yapamazsınız. Otoriter bir rejim olarak yaşarsınız. Ne kadar yaşarsanız… ! Otoriter rejimler istikrarlı değildir, çökerler. Faşist rejimlerin hepsi çöktü, savaş açtılar dünyaya, savaşta yenildiler.

Otoriter rejimlerin savaşa girme ihtimali çok daha yüksek, bunu da biliyoruz. Bakın Rusya ne kadar kolay savaşa giriyor.

Demokrasiler  bu kadar kolay savaşa giremiyor. Birbirleriyle de kolay savaşmıyorlar.
Ayrıca iktisadi bakımdan daha kolay yönetilmiyorsunuz. Neden ? Çünkü halkın büyük çoğunluğunun talepleri ve istekleriyle uyuşan bir yönetimi yapabilmeniz için piyasa koşullarını olabildiğince adil hale getirmeniz lazım. Piyasada adaleti sağlayacak olan da hukuk mekanizmalarıdır. Kuralları uygulayabiliyor musunuz ? İnsanlar kandırılmadan iş yapabiliyor mu ? Kandırıldıklarında hesabını sorabiliyorlar mı ?

Uzun dönemde işler bu nedenle yürümüyor. Kısa dönemde küçük sıçrayışlar ve sonra büyük çöküşlerle karşı karşıya kalıyorsunuz.

ÖG : Siyasetteki kirlilik ile totaliler rejimler arasında özel bir ilişki var mı ?

EK : Siyasette kirlilik ve temizlik sadece demokrasinin konusudur ! Demokrasi olmayan yerlerde zaten böyle bir tartışma yoktur, olamaz.

Çünkü otoriter rejimde diktatör ve yakınlarının herhangi bir şekilde hesap verme durumu sözkonusu değil ! Keyfi.

Herkesin yolsuzluk içinde yaşadığı bir düzende yolsuzluk diye bir şey yoktur. Bu artık hayat biçimi haline gelmiş demektir. Bu artık yolsuzluk olmaz, keyfilik olur. Bu sosyal yapı, anomiktir, kuralın olmadığı, herkesin kafasına göre hareket ettiği, tutturabilenin tutturduğu… tutturamayanın okkanın altına gittiği.

“BEDAVACILIK, KAYIRMACILIK, KEYFİLİK…

BU ÜÇ TEMEL EĞİLİM TÜRKİYE’NİN KÜLTÜRÜNÜN DE SİYASAL KÜLTÜRÜNÜN DE TEMELİ ŞU ANDA !

BUNA DAYALI BİR DEMOKRASİ UYGULAMASI DÜNYADA MEVCUT DEĞİL, TÜRKİYE’DE DE MEVCUT OLABİLME ŞANSI YOK !”



ÖG : Türkiye’de seçmenin beklentisi ne ? 

EK : Devletçi bir gelenekten geliyorsunuz. Hemen hemen herşeyi devlet vermiş ve siz hiçbirşey yapmadan bunu almışsınız… Devletin inanılmaz imkanları ve gücü olduğu varsayılıyor. Devlet dediğin şey bizden toplanan vergilerle iktisaden varolan bir yapı. Ben kendi faturamı ödemeyeyim, başkaları ödesin, ben bedava geçineyim demek bu ! Dolayısı ile bir “bedavacılık” eğilimi var, ciddi boyutlarda. Bu aynı zamanda siyasete “kayırılma” talebi olarak çıkıyor. Beni kayır diyor. Sizi kayıracak bir parti iktidara geldiği andan itibaren kayırılmakta olan kitlenin büyüklüğüne göre başarılı görülürse bir hayli destekleniyor.
Bizdeki kent yoksulu sınıfı değil, daha çok proleterya değil, lumpen proleterya özelliği gösteriyor. Kendisini yoksul olarak görüyor, “siz kimsiniz?” diye sorduğunuzda ya “halk” diyor ya da “yoksul”. Sınıf değil bunlar, “ben işçiyim” demiyor.
Otoriterlik böyle bir toplumsal yapının doğal rejimidir.

ÖG : O zaman sorun nerde ?

EK : Birincisi bu tür uygulamaların uzun sürede sürdürülebilirliği yok. Gerçek bir demokraside bu kazançlar sürekli iş imkanlarının sağlanması ile hayata geçerdi. Bu insanlara beceri vererek, meslek eğitimi vererek, meslek sahibi olmalarını sağlayarak..
Bunların hiçbirini yapmadığınız zaman ortaya bir kent yoksulu kitle doğmuş oluyor. Bu yapı sola da gidebilir sağa da… Bizde sağa gitmiş durumda. Din üzerinden…

Bu temin edilen rant devletin hayırseverliği olarak görülüyor, kişinin herhangi bir becerisi olması gerekmiyor. Belirli bir yaşam tarzı olması yeterli. O yaşam tarzı da idealize ediliyor, annelik, muhafazakar aile, iffet… vs…

Bu işlere kaynak yaratmak için ciddi ölçüde bir kent rantı dağıtıldı. Bunun da tabii bir sınır var. Avrupa’da, ABD’de gördük, inşaat sektörü bir yere kadar gidiyor, sonra üretim talebi aşıyor, bir balon ortaya çıkıyor, Türkiye’de olduğu gibi… Bu balon bir noktada patlıyor ve patladığı zaman ekonomiyi de çökertiyor.

İspanya. İngiltere. İzlanda. İrlanda. Türkiye’de de olabilir.

ÖG : AB hedefinden uzaklaşmamız iyi mi oldu kötü mü oldu ?

EK : AB ile ilişkilerimiz Türkiye giderek otoriter bir rejime kaydığı için bozuldu. Türkiye 2004 yılında Kopenhag kriterlerine imza attı, ama Türkiye bugün Kopenhag kriterlerini 2004’e göre daha az uygulayan bir ülke !

ÖG : Hukuk devlerinde ne durumdayız ?

EK : Yasalara uymayı istiyorsanız devletin en üst kademesinden başlayacaksınız, onların uymasını sağlayacaksınız.

Yasalara uymadığınız zaman genel bir kurasızlık yaygınlaşıyor, biz buna Anomi diyoruz. Emil Durkheim’in kavramı. Kuralların olmadığı, herkesin keyfince hareket ettiği bir ortam. Bu özgürlük değil, keyfilik ! Anomi. Türkiye’de devletin en üst kademesinden başlayarak Anomi özendiriliyor, Anomi hayat tarzı haline getirilmiş durumda, kuralsızlık, aklına eseni yapmak, keyfilik…  Bunu herhangi bir bedeli yok, herkes keyfiliği talep ediyor…
Bedavacılık, kayırmacılık, keyfilik…

Bu üç temel eğilim Türkiye’nin kültürünün de siyasal kültürünün de temeli şu anda !
Buna dayalı bir demokrasi uygulaması dünyada mevcut değil, Türkiye’de de mevcut olabilme şansı yok !

ÖG : Bugün yaşadığımız kriz mi ?

EK : Tabii ! Sıkıştık ! Bir cumhurbaşkanlığı krizi ile karşı karşıyayız ve nasıl çıkacağımızı da bilmiyoruz şu anda.

Seçmen ikna edilir ve mecliste AKP varlığına bir denge gelirse ve hukuk devleti normlarını yerleştirmek yoluna da girilirse belki…

Ama seçmen ikna edilemezse bu kriz sürer gider…

ÖG : Siz bir Siyasal Bilimler uzmanı akademisyensiniz. Türkiye’de şu anda olan şeyi siz nasıl tanımlıyorsunuz ?


EK : Yasal ve meşru yollar kullanılarak iktidara gelmiş olan bir partinin olabildiğince yasalar ve anayasa dışında, keyfi, kişisel, mutlak bir iktidar kurma çabası ile karşı karşıyayız.


ÖG : AKP tüm gücünü sandıktan aldığını söylüyor…


EK : Bir kavram var, bizim 1970’lerde kullandığımız, “sandıksal demokrasi”. Sandıkla başlayan ve biten, ondan sonra hakların, özgürlüklerin, kurumsal denetlemenin etkili olmadığı, sivil toplumun güçlü olmadığı rejimler. Bizim şimdi yaşadığımız yani !


ÖG : Bir ükede rejim niye çok önemli, rejim önemli mi ?


EK : Tabii, çünkü siyaseti bir tiyatro oyununa benzetirseniz rejim siyasetin senaryosu.


ÖG : Sonu mutlu bittikten sonra insanlar önemsemeyebilir senaryoyu ?


EK : Sonu mutlu mu bitiyor bilmiyoruz !! Ama şunu söyleyebiliriz, dünyada Mutluluk Endeksi’ne bakarsanız, bu endekste ilk sırada yer alan ülkelerin çoğu gerçek demokrasiler.


Mesela Danimarka. İlk sırada. Danimarka gayet iyi çalışan, yerleşik, pekişmiş bir demokrasi. Kanada. Avustralya. Yeni Zelanda. Bunların hepsi iyi çalışan pekişmiş demokrasiler.


Dolayısıyla “otoriter rejimlerde de mutluluk oluyor” savı pek doğru bir sav değil.


ÖG : Mutluluğun önemli göstergelerinden biri adil gelir dağılımı değil mi ?


EK : Gini Endeksi bu adil dağılımı ölçer, sıfıra yaklaştıkça eşit dağılım, yüze yaklaştıkça kötü dağılımı gösterir. Çok kötü gelir dağılımı olan ülkelerden bir tanesi Güney Afrika, endeks 60 civarında, yine kötü dağılımı olan ülkelerden bir başkası ABD 40 civarında, Türkiye’de de 43 civarı, bir hayli kötü.


Ama Polonya’da 32, Yunanistan’da 34, İtalya’da 36, Japonya’da 25, Almanya’da 28. Bu ülkelerin hepsi gerçek demokrasiler. Avrupa’da adil gelir dağılımı sonuç, demokrasinin sonucu. Demokrasi yerleşince gelir dağılımı düzeliyor.


ÖG : Bizde demokrasi talebi de pek yok galiba…


EK : Bizde aristokrasi yok, aristokrasinin koymuş olduğu kurallar, onların Kral’la ilişkisini içeren bazı anlayışlar, normlar mevcut değil. Dolayısı ile toplumdaki geri kalanın öykünebileceği bir üst sınıf, onların değerleri filan da yok.


Tam tersine saray var ! Osmanlı’da “Saray”dan hem korkuluyor hem nefret ediliyor. Bugüne benzer bir durum yani…


ÖG : Ama çok alkışlayanlar da var sarayları..


EK : E tabii, işte o mutlak rejimlerdeki mutlu azınlık.


Osmanlı’da hiçbir zaman bir üst sınıf ve onun yaşam tarzını, onun değerlerini idealize eden bir toplum ortaya çıkmıyor.


Bizde üst sınıf olmadığı için orta sınıf da yok. Çünkü Avrupa orta sınıfı gelire sahip oluyor ama kendi değerlerini üretmeye çalışırken aristokrasiden yararlanıyor. Bizimkilerin yararlanacağı hiçbirşey yok.


Bir mutlak iktidardan öbür mutlak iktidara doğru evriliyorsunuz, onun orta sınıfın egemenliğine geçip piyasayla ve halkla uyumlu bir hale gelmesi mümkün olmuyor.



TÜRKİYE BUGÜN KEYİF DEVLETİ. SİYASETTE KİRLİLİK VE TEMİZLİK SADECE DEMOKRASİNİN KONUSUDUR ! DEMOKRASİ OLMAYAN YERLERDE ZATEN BÖYLE BİR TARTIŞMA YOKTUR, OLAMAZ.


ÇÜNKÜ OTORİTER REJİMDE DİKTATÖR VE YAKINLARININ HERHANGİ BİR ŞEKİLDE HESAP VERME DURUMU SÖZKONUSU DEĞİL ! KEYFİ.”




ÖG : Bir lider çıkıyor; “ben devrimciyim, ben sonuca bakarım diyor”… Son olarak da Meksik tipi başkanlık filan diyor.


EK : Onun adı demokrasi olmuyor işte !


ÖG : Sokaktaki insan da “benim cebim dolsun da rejimin adı ne olursa olsun” diyor…


EK : Tamam işte bu demokrasi argumanı değil ! Kalkınmacılık bu. Stalin’in yaptığı gibi. Kalkınmayı bir dönem için son derece totaliter bir biçimde öncelemek. “Türkiye yoksul bir ülkedir, kalkınması gerekir, bunun için demokrasi olup olmaması hiç önemli değildir” diyebilirsiniz. Ama uzun dönemde bu çalışmıyor, bunu biliyoruz.


ÖG : Niye ? Nerede patlıyor ?


EK : Bu konuda Daron Acemoğlu’nun bir kitabı var. Milletlerin Çöküşü üzerine. 200 yıllık veri var ellerinde, o gösteriyor ki uzun dönemde, yani birkaç kuşak süren sürdürülebilir kalkınmanın temelinde hukuk devleti yatıyor.


Hukuk devletini kuramazsanız, kalkınamıyorsunuz. Çünkü insanlar hukuk devletinde önlerini görebiliyorlar. Keyif devletinde önünüzü göremezsiniz.


ÖG : Türkiye bugün ne devleti ?


EK : Türkiye bugün keyif devleti.


Dolayısıyla yarın kalkıp neyle karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz. İktidarda olan kişi size karizmasını taşıyor, diyor ki “ben herşeyi biliyorum, hedefim var, vizyonum var, davam var… ben sizi nereye götüreceğimi biliyorum.” Bu bir kişiye biat etme.


Demokrasi halkın kendisini kendisini yönetmesi. Demokrasinin temel değeri özgürlük. Halkın demokrasi istemesi için öncelikle özgürlük istemesi lazım.


ÖG : İstemiyorsa ne yapacağız ?


EK : Hiçbir şey yapamazsınız. Otoriter bir rejim olarak yaşarsınız. Ne kadar yaşarsanız… ! Otoriter rejimler istikrarlı değildir, çökerler. Faşist rejimlerin hepsi çöktü, savaş açtılar dünyaya, savaşta yenildiler.


Otoriter rejimlerin savaşa girme ihtimali çok daha yüksek, bunu da biliyoruz. Bakın Rusya ne kadar kolay savaşa giriyor.


Demokrasiler bu kadar kolay savaşa giremiyor. Birbirleriyle de kolay savaşmıyorlar.


Ayrıca iktisadi bakımdan daha kolay yönetilmiyorsunuz. Neden ? Çünkü halkın büyük çoğunluğunun talepleri ve istekleriyle uyuşan bir yönetimi yapabilmeniz için piyasa koşullarını olabildiğince adil hale getirmeniz lazım. Piyasada adaleti sağlayacak olan da hukuk mekanizmalarıdır. Kuralları uygulayabiliyor musunuz ? İnsanlar kandırılmadan iş yapabiliyor mu ? Kandırıldıklarında hesabını sorabiliyorlar mı ?


Uzun dönemde işler bu nedenle yürümüyor. Kısa dönemde küçük sıçrayışlar ve sonra büyük çöküşlerle karşı karşıya kalıyorsunuz.


ÖG : Siyasetteki kirlilik ile totaliler rejimler arasında özel bir ilişki var mı ?


EK : Siyasette kirlilik ve temizlik sadece demokrasinin konusudur ! Demokrasi olmayan yerlerde zaten böyle bir tartışma yoktur, olamaz.


Çünkü otoriter rejimde diktatör ve yakınlarının herhangi bir şekilde hesap verme durumu sözkonusu değil ! Keyfi.


Herkesin yolsuzluk içinde yaşadığı bir düzende yolsuzluk diye bir şey yoktur. Bu artık hayat biçimi haline gelmiş demektir. Bu artık yolsuzluk olmaz, keyfilik olur. Bu sosyal yapı, anomiktir, kuralın olmadığı, herkesin kafasına göre hareket ettiği, tutturabilenin tutturduğu… tutturamayanın okkanın altına gittiği.



BEDAVACILIK, KAYIRMACILIK, KEYFİLİK…


BU ÜÇ TEMEL EĞİLİM TÜRKİYE’NİN KÜLTÜRÜNÜN DE SİYASAL KÜLTÜRÜNÜN DE TEMELİ ŞU ANDA !


BUNA DAYALI BİR DEMOKRASİ UYGULAMASI DÜNYADA MEVCUT DEĞİL, TÜRKİYE’DE DE MEVCUT OLABİLME ŞANSI YOK !”



ÖG : Türkiye’de seçmenin beklentisi ne ?


EK : Devletçi bir gelenekten geliyorsunuz. Hemen hemen herşeyi devlet vermiş ve siz hiçbirşey yapmadan bunu almışsınız… Devletin inanılmaz imkanları ve gücü olduğu varsayılıyor. Devlet dediğin şey bizden toplanan vergilerle iktisaden varolan bir yapı. Ben kendi faturamı ödemeyeyim, başkaları ödesin, ben bedava geçineyim demek bu ! Dolayısı ile bir “bedavacılık” eğilimi var, ciddi boyutlarda. Bu aynı zamanda siyasete “kayırılma” talebi olarak çıkıyor. Beni kayır diyor. Sizi kayıracak bir parti iktidara geldiği andan itibaren kayırılmakta olan kitlenin büyüklüğüne göre başarılı görülürse bir hayli destekleniyor.


Bizdeki kent yoksulu sınıfı değil, daha çok proleterya değil, lumpen proleterya özelliği gösteriyor. Kendisini yoksul olarak görüyor, “siz kimsiniz?” diye sorduğunuzda ya “halk” diyor ya da “yoksul”. Sınıf değil bunlar, “ben işçiyim” demiyor.


Otoriterlik böyle bir toplumsal yapının doğal rejimidir.


ÖG : O zaman sorun nerde ?


EK : Birincisi bu tür uygulamaların uzun sürede sürdürülebilirliği yok. Gerçek bir demokraside bu kazançlar sürekli iş imkanlarının sağlanması ile hayata geçerdi. Bu insanlara beceri vererek, meslek eğitimi vererek, meslek sahibi olmalarını sağlayarak..


Bunların hiçbirini yapmadığınız zaman ortaya bir kent yoksulu kitle doğmuş oluyor. Bu yapı sola da gidebilir sağa da… Bizde sağa gitmiş durumda. Din üzerinden…


Bu temin edilen rant devletin hayırseverliği olarak görülüyor, kişinin herhangi bir becerisi olması gerekmiyor. Belirli bir yaşam tarzı olması yeterli. O yaşam tarzı da idealize ediliyor, annelik, muhafazakar aile, iffet… vs…


Bu işlere kaynak yaratmak için ciddi ölçüde bir kent rantı dağıtıldı. Bunun da tabii bir sınır var. Avrupa’da, ABD’de gördük, inşaat sektörü bir yere kadar gidiyor, sonra üretim talebi aşıyor, bir balon ortaya çıkıyor, Türkiye’de olduğu gibi… Bu balon bir noktada patlıyor ve patladığı zaman ekonomiyi de çökertiyor.


İspanya. İngiltere. İzlanda. İrlanda. Türkiye’de de olabilir.


ÖG : AB hedefinden uzaklaşmamız iyi mi oldu kötü mü oldu ?


EK : AB ile ilişkilerimiz Türkiye giderek otoriter bir rejime kaydığı için bozuldu. Türkiye 2004 yılında Kopenhag kriterlerine imza attı, ama Türkiye bugün Kopenhag kriterlerini 2004’e göre daha az uygulayan bir ülke !


ÖG : Hukuk devlerinde ne durumdayız ?


EK : Yasalara uymayı istiyorsanız devletin en üst kademesinden başlayacaksınız, onların uymasını sağlayacaksınız.


Yasalara uymadığınız zaman genel bir kurasızlık yaygınlaşıyor, biz buna Anomi diyoruz. Emil Durkheim’in kavramı. Kuralların olmadığı, herkesin keyfince hareket ettiği bir ortam. Bu özgürlük değil, keyfilik ! Anomi. Türkiye’de devletin en üst kademesinden başlayarak Anomi özendiriliyor, Anomi hayat tarzı haline getirilmiş durumda, kuralsızlık, aklına eseni yapmak, keyfilik… Bunu herhangi bir bedeli yok, herkes keyfiliği talep ediyor…


Bedavacılık, kayırmacılık, keyfilik…


Bu üç temel eğilim Türkiye’nin kültürünün de siyasal kültürünün de temeli şu anda !


Buna dayalı bir demokrasi uygulaması dünyada mevcut değil, Türkiye’de de mevcut olabilme şansı yok !


ÖG : Bugün yaşadığımız kriz mi ?


EK : Tabii ! Sıkıştık ! Bir cumhurbaşkanlığı krizi ile karşı karşıyayız ve nasıl çıkacağımızı da bilmiyoruz şu anda.


Seçmen ikna edilir ve mecliste AKP varlığına bir denge gelirse ve hukuk devleti normlarını yerleştirmek yoluna da girilirse belki…


Ama seçmen ikna edilemezse bu kriz sürer gider…