Her mesleğin bir “babası” vardır...
Bizim de vardı...

*

Tıfıl polis muhabiriydim... O akşam Rüzgarlı Sokak’ta, komşu gazetede çalışan arkadaşım İsmail Parin ile buluştuk, karnımız açtı ama paramız yoktu...
İsmail “Bir yer biliyorum, yiyip içiyorsun, para vermiyorsun” dedi...
“Dilenci barınağı mı?..”
“Yok meyhane, rakı da veriyorlar, leblebi, peynir...”

*

Kumrular Sokak’ta, bir apartmanın altındaki meyhaneye gittik, bodrum katında, daracık meyhanenin adı; Sanço Panço...
Barda şişman iri gövdeli bir adam vardı; başında rengarenk püsküllü bir bere, aynı örgüden yere kadar bir yelek, yine aynı renklerde halı büyüklüğünde bir atkı...
Burnundan konuşuyor adam...
Bize çok yüz vermedi, ama hiç sormadan büzüldüğümüz masaya ekmek, peynir, leblebi, birer bardak rakı bırakıp gitti...
“İsmail ya para isterlerse?” dedim...
“İstemezler... Bak şu karşı duvardaki çiviyi görüyor musun, şimdi bizim hesap kağıdını ona geçiriyor... Sonra Bakırköy Akıl Hastanesi’nden getirdiği aşçı ile yamağı kavga ettiklerinde, birisi kağıtları yırtıyor kurtuluyoruz...”
Her gece gitmeye başladık...
Çivi doluyor, arada bir boşalıyordu...

*

Türkiye’de ilk silahlı banka soygununu yapan, parayı gecekondusu istimlak edilen yoksullara dağıtan kişiydi bardaki adam... Sonra Bakırköy Akıl Hastahanesi’nde yatmış, çıkarken iki deliyi almış getirmiş meyhane açmıştı...
Bir tür filozoftu...
Dost olmuştuk, bana barın kapısı çalındığında sürgülü deliği açıp bakmak, uygun olmayan adamı içeri almamak görevini verdi... Uygun olmayan tek adam vardı zaten; parasını almaya gelen yoğurtçu...

*

İflas etti, bizimle birlikte gazeteciliğe girişti...
Birçok gazete ve ajansta, çok iyi gazetecilik yaptı... Suçlu çocuklara yardım için vakıf kurdu... Hiç bu kadar değişik insan tanımamıştım... Zor anlarda hepimizin yardımına koşup durdu...
Ona “Baba” demeye başlamıştık...
Yıllar geçti...
Malum Ergenekon davasında, darbe yapmaya kalktığı için gözaltına alındı, aradıklarında evinde 60 bin kitabı vardı...
Tutuklandı, yargılandı 19 yıla mahkum oldu, ama hastaydı...

*

Dün yolcu ettik “Ünal Baba”yı...
Anılarımızı, paylaştıklarımızı, sırlarımızı alıp götürdü...
Duvarda boş bir çivi kaldı...