“14 Ekim Çarşamba...
Hava güzel hamdolsun...
Bak sarayın bahçesinde kuşlar ötüyor...
O da ötüyor, öbürü de ötüyor...
Şu ötmüyor, ku ku ku...
Ötmesi lazım...

*

Bak şimdi kalkıp canlı bomba diyor, yok öyle yok şöyle... Bakıyorsun bir diğeri kalkmış patlamanın arkasına bakıyor ne var diye... Adam kendini havaya uçuruyor, uçurunca ne oluyor etrafında tabii insanlar var, patlatınca onlara da değiyor, ne oluyor, adeta zarar görüyorlar...
Bunun hesabını iktidardan sormak en amiyane deyimi ile alçaklıktır...
Terbiye nezaket yok...

*

Hakan’a söyledim...
Biz TIR içinde, antibiyotik olarak gönderdik bombayı...
Esed’e atacağına, sen gel bizim Gar önüne at...
Tabii bu da bir başka yönü...

*

Diyor ki 97 insanımız öldü...
Sen kimsin?..
97 öldü, Allah’tan rahmet dileyip yakınlarına başsağlığı niyaz etmek yanında biz ne yaptık?.. 2 milyon 600 bin insan getirdik Suriye’den... Suriyeli kardeşlerimizden kaç tane 97 çıkar, buyur şunun da bir hesabını yap bakalım....

*

Hâlâ diyor ki istihbarat zaafı var
Sen kimsin?..
Eğer bu kadar bomba ortalıkta dolaşıyor memlekette, bir kaçının patlayacağını görmediysen, senin zaafındır, kör gavat ...
Şimdi biz burada şöyle bir beyanat ile “Birlik ve beraberliğimize yönelik bu menfur saldırıyı kınıyorum...” şeklinde dediğimiz zaman, işte devlet bu...

*

Bilal de İsveç sınırından aradı “Babacım sana değdi mi?” diye...
Olmm ne diyosun?...

*

Böyle şeylerin ucu babana dokunsa burada olma noktasında olmazdık...
Ne diyor menkıbe; El enne zapt-ül makam, enna la sukunetül devam... Yani biraz evde bekle geçer şeklinde diyor...”