Sevgili okuyucularım, insan bazen geçmişi özler. Ben de çeşitli zamanlarda özlüyorum ama sadece kendi açımdan değil, gazetecilik mesleği ve Türkiye açısından.
Geçmişte duyarlı bir toplum vardı. Hırsızlığın, yolsuzluğun, rüşvetin üzerine topluca gidilirdi. Toplum böyle duyarsız ve ilgisiz değildi. Medya iktidarlar tarafından satın alınmamış, havuz medyası oluşmamıştı. Gazeteciler özgürce konuşup yazabilirdi.
Şimdi sizi geçmiş yıllara götürüp birkaç örnek vereyim. Bu örneklerde takvim sırası izlemeyeceğim. Yaşı küçük olanlar bazılarını anımsamaz ama okuyunca öğreneceklerdir.
İlk olayımız:
Başbakan Demirel’in kardeşi Hacı Ali Demirel’in Ankara’da Yükseliş Koleji vardı. Sahibi olduğu bu okulun yeni yatırımları için Devlet Planlama Teşkilatı çeşitli teşvikler verdi. Planlama Müsteşarı ise Turgut Özal’dı.
Olay duyulunca ortalık karıştı çünkü verilen teşvikler haksızdı ve devlet parasının torpille çarçur edilmesi anlamına geliyordu. Demirel ve hükümet savunmaya çalışsa da iş işten geçmişti. Basın veryansın ediyordu. İktidar ve Demirel ailesi büyük yara aldı.

* * *

İkinci olayımız:
Başbakan Turgut Özal’ın Marmaris’teki Okluk Koyu’nda basına yansıyan kısa macerası...
Orası güzel, sessiz, sakin bir koydu ve tam denizin kıyısında devlete ait küçük bir villa vardı. Yaklaşık 100 metrekare alanı olan küçük bir yapı...
Özal ailesiyle birlikte buraya gidip tatil yapmaya başladı. Bina öyle küçüktü ki, korumaların kalacağı bir yer bile yoktu. Onlar için baraka kuruldu.
Basında kıyamet kopuyordu:
“Devletin konutunda siz nasıl tatil yaparsınız!”
O günlerde toplum tepki verirdi. Bir de günümüze bakın!..
Bay Abdullah Gül Çankaya’dan geçtiğimiz ağustos ayında ayrıldığı anda İstanbul’da devletin görkemli Huber Köşkü’ne yerleşti ve tam yedi aydan beri ailesiyle birlikte orada yaşıyor. Eleştirilere aldırış ettiği yok...
Villası yapılıyormuş da, inşaat bitince oraya taşınacakmış da, öyle diyor!
Pişkinliğin böylesini Özal Okluk Koyu’ndaki yazlık konut için yapamamıştı.

* * *

Üçüncü olayımız:
Başbakan Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in hayali ihracat yaptığı ortaya çıktı.
Suntaları mobilya diye gösteriyor, yüksek bir fiyat üzerinden yurtdışına satmış gibi görünüyor ve devletten o zaman yürürlükte olan teşvikleri alıyordu.
Hayali ihracatı Türkiye’de ilk keşfeden ve bu işten büyük vurgunlar vuran Yahya Demirel’in marifetleri günün birinde ortaya çıktı...
Ve amcasının kimliğine bakılmaksızın toplum ve medya Yahya’nın peşine düştü.
Amca Demirel olayın dışında kalmıştı.
Basına haber gönderip tehdit etmiyor, polise ve yargıya baskı yapmıyordu.
Sonuçta Yahya yakalandı, içeri atıldı.
Günümüzle kıyaslayın!

* * *

Dördüncü olayımız:
Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı, Bülent Ecevit Başbakan... Çankaya’da yapılmakta olan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında aralarında tartışma oldu...
Ve sonradan ortaya çıktığına göre Sezer, Anayasa kitapçığını masanın üzerinden Ecevit’e doğru fırlattı.
Ekonomi zaten bıçak sırtında duruyordu.
Bu olay basına yansıdığı anda ekonomik kriz patladı...
(Günümüzde birbirlerine hakaret ediyorlar, suçluyorlar, dümdüz gidiyorlar ama kriz yok!.. Çünkü ekonomi dört dörtlük, vatandaşın keyfi yerinde!)

* * *

Beşinci olayımız:
Aradan bir süre geçti.
Adamın biri esnafmış...
Kucağında bir yazar kasayla Başbakanlık önüne geldi...
Ve hükümeti protesto etmek amacıyla yazar kasayı binadan çıkmakta olan Ecevit’e doğru fırlattı.
(Böyle bir olayın günümüzde olduğunu düşünün!.. Korumalar tarafından linç edilmemişse derhal mahkemeye çıkarılır, tutuklanır ve kendini hapishanede bulurdu.
Üstelik bir de suikast iddiaları ortaya atılır, birileri bu basit olayı bile kullanarak kendilerini bu yolla acındırmaya kalkışırdı.)
Basit bir protesto eylemi olan yazar kasa olayı Türkiye’de büyük ses getirdi. Bu olay haftalarca tartışıldı ve belleklere kazındı.
O şahıs AKP iktidarı döneminde partiye gidip kaydını yaptırdığını açıkladı.

* * *

Altıncı olayımız:
Özal Başbakan... Hükümetteki Devlet Bakanlarından biri ise siyasete ilk adımını atmış olan İsmail Özdağlar.
Özal’ın sağ kolu Adnan Kahveci bir gün Başbakanlığa gitti:
“Bu adam rüşvet almış, olay kesinlikle doğru.”
Özal, Özdağlar’ı yanına çağırıp Kahveci ile birlikte ifadesini aldı.
Böyle bir rüşvet var mıydı, yok muydu?..
25 milyon lira!
O zamanki fiyatlarla iyi bir semtte mütevazı bir apartman dairesi satın almaya yeterdi.
Rüşvetin UM Denizcilik isimli bir şirketten alındığı, sahibinin ise Erdal İnönü’nün bacanağı Uğur Mengenecioğlu olduğu ortaya çıktı.
Özal, Özdağlar’ın istifa etmesini istedi ve ettirdi.
Yüce Divan’da yargılandı, rüşvetten değil görevi kötüye kullanmaktan iki yıl hapis cezası aldı.
Milletvekilliği düşürüldü.
(Bir de günümüzdeki soygunlara, vurgunlara ve rüşvetlere bakınız. Çikolata kutularında alınan rüşvetleri, 700 bin liralık kol saatlerini, İranlı hırsızları, evlerdeki para sayma makinelerini düşünüp geçmiş Türkiye ile günümüzü kıyaslayınız!
Bunca rezalet ortaya çıkmış, her biri tek tek belgelenmiş ama
hesaba çekilen bir tek Allah kulu bile yok.)
Türk Milleti geçmişte duyarlıydı. Bugünkü gibi değildi. Kimden çıkarsa çıksın pisliğin ve yolsuzluğun üzerine gidilirdi.

* * *

Sevgili okuyucularım, çok önemli bir güncel olay çıkmadığı takdirde bu konuyu yarınki yazımda da sürdürüp size yeni örnekler vereceğim...
Çünkü davulu delen jaguar, Türkbank, Güler İleri olayı gibi başka renkli olaylar da var.
(Eğer sizin de aklınıza bir şeyler gelirse, bana bugün öğle saatlerine kadar faksla veya e-posta yoluyla anımsatmanızı dilerim.)