Sevgili okuyucularım eğer iktidar yakını, başka bir deyişle yandaş gazeteci iseniz işiniz çok kolaydır.
Övgü yazıları yazarsınız...
Toz pembe tablolar çizip iktidara, Tayyip-Ahmet ikilisine yağcılık yapar, onlardan aferin alırsınız. Sırtınız bir daha yere gelmez!
Ama iktidar karşıtı iseniz işiniz çok zordur.
Ne yazsanız, hakkınızda davalar açılır.
Önce polis tarafından size bir savcılık çağrısı tebliğ edilir ve ifade vermeye davet edilirsiniz.
Savcılık ifadenizi inceler ve çoğu zaman dava açar.
Ondan sonra işin mahkeme aşaması başlar. Bu kez mahkemede ifade vermek zorunda kalırsınız.

* * *

Bunlar her açıdan zor işlerdir. Zamanınızın önemli bir bölümünü adliye koridorlarında geçirir, sırada bekler, kendinizi savunmaya çalışırsınız.
Bir şey daha belirteyim, başkalarında nasıl olur bilmiyorum ama benim bu adliye seferlerinde savcı ve hakimlerden her zaman saygı gördüğümü itiraf etmeliyim. Savcılar çay kahve ikram eder, hakimler mahkemede ifademi çoğu zaman oturtarak alırlar.
Onlarla bazen ifade öncesinde veya sonrasında biraz dedikodu yaptığımız da olur! Bazılarıyla fotoğraf bile çektirmişliğimiz bile vardır.
Açık söyleyeyim, istisnasız hepsi yargı düzeninden ve adaletteki uygulamalardan yakınır. Bazılarından bu konuda çok sert sözler, acı eleştiriler duymuşumdur.
Herhalde bana yalan söyleyecek değiller...
Bugüne kadar yargı ve adalet düzeninden memnun olduğunu söyleyen bir tek hakim ve savcıya gerçekten rastlamadım.

* * *

Suç işleyip yargılanmayı hiç kimse istemez ama biz gazeteciler hiç istemeyiz... Zira adaletin iktidar gölgesinde görev yaptığını bilen kimseleriz.
Örneğin benim hakkımda bugüne kadar 15 dolaylarında Cumhurbaşkanına hakaret davası açıldı. Hiçbirinde hakaret yok... İsminin bile geçmediği yazılar!
Avukatları bile şikayet dilekçelerinde hangi cümlede hakaret olduğunu yazamıyor ama davalar yine de açılıyor. Ne yapacağınızı, kendinizi nasıl savunacağınızı bilemiyorsunuz.
Ama gelin görün ki, şikayetçi Tayyip olduğu takdirde akan sular duruyor ve davalar birbirini kovalıyor!
Bu davaların karar aşamasına henüz gelinmedi.

* * *

Görevimizi büyük bir iktidar ve yargı baskısı altında sürdürüyoruz.
Bazı şeyleri hiç yazamıyoruz çünkü nereden nasıl bir dava geleceğini tahmin edemiyoruz.
Bazen kendi kendimizi sansür etmek zorunda kalıyoruz.
Örneğin bir cümle yazmışım, yazımı düzeltmeler için okurken karar veriyorum:
“Bu biraz sert kaçmış, dava konusu yaparlar. Sil arkadaş sen bu bölümü!..”
Oysa cümlede hakaret yok, yalan ve abartı yok...
Ve siliyorum!
Şimdi belki soracaksınız:
“Yani korkuyor musunuz?”
Dürüstçe yanıt vereyim:
“Evet, bazen korkuyoruz!”
Bir demokraside böyle gazetecilik olur mu?

* * *

HSYK, Yargıtay ve Danıştay başta olmak üzere yargının büyük bölümü iktidar tarafından ele geçirildi.
Ama adliyelerde özellikle belli yerler var ki, oralara tam anlamıyla seçmece hakim ve savcılar atandı.
Basın özgürlüğü işte bu yolla sıfırlandı.
Yargıya güven zaten dibe vurmuştu, şimdi daha da beter oldu.

* * *

Cumhuriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara temsilcisi Erdem Gül önceki gece tutuklandılar. Suç gerekçesi gazetede yer alan bir haber!..
Silahlı terör örgütü mensubu olmaksızın örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmekle suçlanıp tutuklandılar.
Aman yarabbim, bu nasıl bir gerekçedir...
Cezaevlerinde yatan gazetecilerin sayısı giderek artıyor...
Amaç belli:
İktidarın hoşuna gitmeyen, istemediği bir haberi kullanan ve kullandıran, eleştiri yazısı yazan herkes içeri tıkılacak, tıkılmasa bile gözdağı verilip bu yolla korkutulacaktır.
Cumhurbaşkanına hakaret ettiği iddia edilen her gazetecinin başına da aynı şey er veya geç gelecektir.

* * *

Gazetecileri böyle eften püften gerekçelerle içeri tıkmak kolay iş değildir. Nitekim bu son olay ABD’nin Ankara Büyükelçiliği tarafından dün kınandı.
AB tarafından da kınandı.
Bütün dünyadaki basın kuruluşları aynı yolu izledi.
Batı dünyasının, özellikle de AB ülkelerinin bu tür haksız tutuklamaları kabul etmesi mümkün değil.
Türkiye’de fikir ve ifade özgürlüğü siyasi iktidarın ayakları altında çiğneniyor.
Basın özgürlüğü aynı biçimde yok ediliyor.
Abdülhamit’in baskı ve zulüm döneminde de aynı şeyler olurdu. Demek ki Osmanlı’nın o utanç yıllarından sonra bir adım daha öteye geçmemiz mümkün olmamış.
Ben şimdi AKP iktidarının yerinde olsam ne yapıp yaparım, bütün tutuklu gazetecilerin derhal tahliye edilmesini sağlarım.
Tayyipgiller iktidarı için içeride ve dışarıda başka çıkış yolu kalmadı.
Her alanda rezil olduğumuz yeter, bizi dünyaya bu yolla da rezil etmeye hakları yok.