Sevgili okuyucularım, şu anda Türkiye’de binlerce kişi hakkında Tayyip’e hakaret iddiasıyla açılmış davalar var. Suçlananlardan bazısı tutuklanıyor, bazısı tutuklanmıyor.
Ben de henüz tutuklanmayanlar arasında yer alan bir gazeteciyim ama günlük yaşantımın önemli bir bölümünü mahkemelerde, adliye koridorlarında geçiriyorum.
Gün gelecek, öteki gazeteci arkadaşlarım gibi beni de mutlaka tutuklayıp içeri atacaklar.
Tayyip kendisi hakkında yazılan hemen her yazıya, kendisine hakaret edildiği iddiasıyla
hapis istemli ceza davaları açtırıyor.
Bugüne kadar Atatürk dahil nice cumhurbaşkanları geldi geçti. Çoğu vefat etti, Sezer ve Gül hayatta. Böylesine davalar AKP’li Gül dahil hiçbir cumhurbaşkanı adına açılmamıştı. O halde insanın aklına ister istemez bir soru geliyor:
“Onlara hiç hakaret edilmezken, acaba herkes Tayyip’e hakaret etmek için kuyruğa mı girmiş?”

* * *

Şimdi size kısa bir anımsatma yapayım. Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 299. maddesi aynen şöyle:
“Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Suçun alenen (açıkça, örneğin gazete yazısıyla) işlenmesi halinde, verilecek ceza altıda bir oranında artırılır.
Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması (dava açılması) Adalet Bakanı’nın iznine bağlıdır.”
Mekanizma şöyle çalışıyor. Tayyip’in avukatları savcılıklara suç duyurusunda bulunuyor.
Savcılar sizden savunma alıp başvuruyu Adalet Bakanlığı’na gönderiyor, dava açma izni istiyor...
Ve Bakanlık, otomatik olarak izin veriyor!
Tayyip’in başvurusunu reddedecek hali yok ya!..
Sonra mahkemeden -polis eliyle- çağrı kağıtları geliyor. Git bakalım, şimdi de mahkemelerde hesap ver.
Böylece bir tek şikayet dilekçesi nedeniyle savcılıkta ve mahkemede (ayrı günlerde) iki ifade vermek zorunda kalıyorsunuz.
Şu anda cumhurbaşkanına hakaret nedeniyle hakkımda açılmış 17 dava var. Demek ki tam 34 kez adliyeye gidip ifade vermişim.

* * *

Dün Ankara’da duruşmam vardı. Gazetemizin avukatı İsmail Yılmaz, avukatım Serhan Özdemir ve Tayyip’in avukatı geldi.
Şikayet konusu yazımın tarihi 12 Mayıs 2015.
Kenan Evren bir gün önce vefat etmiş ve yazıyı o nedenle yazmıştım. Tamamı Evren’le ilgili bir eleştiri yazısı. Tayyip’in adı ima yoluyla bile olsa geçmiyor.
Savcılık tarafından hazırlanan iddianameyi size aynen iletiyorum ki, nelere dava açıldığını görün. Anlamak için hukukçu olmanıza gerek yok. Virgülüne kadar şöyle:
“Şüpheli Emin Çölaşan’ın yazarı olduğu SÖZCÜ gazetesinin 12 Mayıs 2015 tarihli sayısında kaleme aldığı ‘Ama O Hırsız Değildi’ başlıklı köşe yazısında “Evren ve askeri yönetim, o yönetimin bakanları asla hırsız değildi. Çalıp çırpmadılar. Kendilerine saraylar yaptırmadılar. Saraylarda yaşamadılar. Çünkü devlet yönetimini ele geçirdikten sonra aile boyu hırsızlık yolsuzluk yapacak kadar namussuz ve ahlaksız değillerdi şeklinde sözler sarf ettiği.
Şüphelinin yazısında ‘Kendilerine saraylar yaptırmadılar, saraylarda yaşamadılar’ sözleriyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı kastederek kendisini ‘Hırsızlık, namussuzluk ve ahlaksızlık’ sözleriyle itham ederek kişilik haklarına saldırıda bulunduğuna dair somut deliller bulunmakla şüphelinin yargılamasının yapılarak cezalandırılmasına...”
İddianamedeki suçlama bu kadar ve ben Tayyip’le uzaktan yakından ilgisi olmayan bu üç dört cümle yüzünden yargılanıyorum.

* * *

Dün sabah yine adliye binasına gittim. İçeri girmek için kapıda en az 100 metrelik bir kuyruk... Bekliyorsunuz, girişteki elektronik aletten geçerken mutlaka ötmeye başlıyorsunuz. Telefon, anahtarlar çıkarılıyor, tekrar geçerken yine ötüyorsunuz.
Bu kez kemeri çıkarıyorlar, yine ötme sesleri... Bozuk paralar da çıkıyor ve sonunda
içeri girip kemerinizi takıyorsunuz.
Adliye koridorlarına adım attım. Karşıma tanımadığım iki kişi çıktı. Biri çocuk suçları mahkemesi hakimi.
“Emin Bey, bizim karşımıza her gün 18 yaşından küçük çocuklar getiriliyor cumhurbaşkanına hakaret nedeniyle... Ne yapacağımızı şaşırdık. Hiçbirini tutuklamaya elimiz varmıyor. Çocuk mahkemeleri bile cumhurbaşkanına hakaret dosyalarıyla dolu...”

* * *

Asliye Ceza Mahkemesi’nde duruşmamız başladı. Savunmamızı yaptık. Hakime anlattım:
“Yazımda hiçbir suç yoktur, cumhurbaşkanı ile uzaktan yakından ilgili değildir. Açılan bu davaların bütün amacı biz gazetecileri susturup bir şey yazamaz duruma getirmektir. Şimdi TCK’nın bu maddesinin arkasına sığındılar. Ben bugüne kadar binlerce yazı yazmışım. Niçin başbakan, bakanlar, siyasetçilerden biri olsun dava açmıyor da, hep Tayyip Erdoğan açıyor? Namussuzluk ve ahlaksızlık kavramlarını nasıl oluyor da yazmış olduğum birkaç cümleden yola çıkıp üzerlerine alıyorlar? Önce bunu bir anlatsınlar.”
Beraat kararı verilmesini istedik.
Mahkeme karşı tarafın avukatına da sordu. Avukat anlattı:
“Kendisi başka yazılarında da Tayyip ve Saray demiştir. Cumhurbaşkanı’nın bir gün saraydan kovulacağını yazmıştır. O yazılarını takdim ediyoruz. Dolayısıyla bu yazısında da sayın cumhurbaşkanımıza hakaret etmiştir.”

* * *

Verilecek kararı merakla bekliyordum. Ayağa kalkmamız konusunda uyarıldık ve kalktık... Hakim konuştu:
“Gereği düşünüldü. Mahkememizin yetkisizliği nedeniyle dosyanın Küçükçekmece Adliyesi’ne gönderilmesine karar verildi. Duruşma bitmiştir.”
Bizim gazetenin İstanbul merkezi Küçükçekmece Adliyesi’ne bağlı. Kararı orası verecek.

* * *

Sevgili okuyucularım, az önce de değindiğim konu çok önemlidir. Basını susturmak için TCK’nın 299. maddesini bütün güçleriyle kullanıyorlar.
Bu baskı rejiminde anayasa ve yasalarda yer bulan fikir ve ifade özgürlüğü kavramları yok edilmiş durumda.
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları paspas gibi çiğneniyor.
Türkiye’yi AB üyeliğine almamalarının çok önemli nedenlerinde biri işte bu.
Biz hırsız, namussuz, rüşvetçi, ayakkabı kutucusu, yandaş, yalaka değiliz. Her davaya, her duruşmaya açık alınla ve onurla giriyoruz.
Ama bizi sindirmek, korkutmak ve yazamaz duruma getirmek için hiç ilgisiz konularda sürekli dava açıyor ve açtırıyorlar.
Amaçları belli, günü geldiğinde çoğumuzu içeri tıkacaklar.
Bekleyelim, daha neler neler olacak!