Sevgili okuyucularım, çok bilinen bir fıkradır ama yine de yazmadan geçemedim!..
Nasrettin Hoca’nın evine bir gece hırsız girer, kap kacak, halı kilim, Allah ne verdiyse sırtlayıp gider.
Hoca durumu komşularına anlatınca her kafadan bir ses çıkmaya başlar.
- Sen de uyumasaydın...
- Dikkatli olup kapılara kilit taktırsaydın...
- Madem uykun ağır, hanım bari uyanık olsaydı...
Böyle suçlanan hoca sonunda dayanamaz:
- İyi ama hırsızın hiç mi kabahati yok!

* * *

Çok iddialı olduğum ve bazen yazdığım bir konu var. Şimdi devletin bütün mekanizmaları, özellikle yargı, yakın geçmişte Türkiye’de yaşanan bazı pisliklerin üzerine gidiyor.
Çok iyi, elbette gidilmelidir.
Şimdi bu olaylarda bir numaralı hedef adına cemaat denilen topluluk.
Liderleri olan Fethullah’ın geçmişte, güçlenmeye başladıkları dönemde cemaate verdiği çok önemli bir talimat vardı:
“Özellikle askeriye, mülkiye ve adliyede iyi örgütleneceksiniz.”
Askeriye belli.
Adliye de belli.
Mülkiye dediğiniz zaman İçişleri Bakanlığı. Başka bir deyişle polis, valiler ve kaymakamlar.
Bunlar işin ilk aşaması idi.
Sonrasında bütün devlet kurumlarına ve özel sektöre daldılar, örgütlenip iş bitirmeye başladılar.
Korkunç bir malvarlığı edindiler.
Eğitim sektörünü üniversiteler dahil büyük ölçüde ele geçirdiler.

* * *

İşin ilginç yanı, başka bir deyişle şimdi gözden kaçırılmak istenen boyutu aslında çok daha önemli.
Bu inanılmaz örgütlenmenin çoğu 2002 yılından sonra AKP hükümetleri döneminde gerçekleşti.
Zaten böylesine büyük ve kapsamlı bir örgütlenme arkalarında devlet gücü ve desteği olmadan yapılamazdı.
Sonrasında hepimizin bildiği acı olaylar yaşandı.
Piyasaya Ergenekon, Balyoz, casusluk gibi düzmece senaryolar sürüldü.
AKP iktidarı, çıkardığı yasalarla yargıyı ele geçirmişti. AKP yargısı bir sürü düzmece belge ile yüzlerce masum ve yurtsever insanı içeriye tıktı, yargılamalarda onlara en ağır hapis cezaları verildi.

* * *

Burada defalarca yazdım, amaç belliydi:
AKP iktidarına karşı olan kesimleri sindirmek, korkutmak ve yıldırmak...
Böylece toplumda ses çıkmasına engel olmak.
Telefonlar dinleniyor, baskı rejimi sürüp gidiyordu...
İtiraf edelim ki bu korkutma yöntemi bir ölçüde tuttu. Kitleler sindirildi.

* * *

Bu süreçte hiç kimsenin gözden kaçırmaması gereken bir olay var:
Anayasa ve yasalar paspas gibi çiğnenir ve yargı iktidar karşıtlarına yönelik olarak acımasızca kullanılırken, bu tezgahı kuran sadece cemaat değildi.
Cemaate, AKP hükümetleri adına taşeronluk ve tetikçilik yapma görevi verilmişti.
Onlar bütün hukuksuzluğu AKP iktidarı adına yapıyordu.

* * *

Şimdi çoğu kimsenin bilerek veya bilmeyerek gözden kaçırdığı bir hususu daha sizlere iletmeye çalışayım.
Bu tezgahlar 2007 yılında kurulmaya başlandı. O dönemde gerek AKP’nin yandaş gazetelerine, gerekse cemaatin gazetelerine bir bakıldığında şu manzara ortaya çıkıyor:
İki kesim birbiriyle iç içe... İki kesim de o rezaletlere olanca güçleriyle destek veriyor! Aralarında en küçük bir çizgi sapması, fikir ayrılığı yok.
Vurdukça hep birlikte ve AKP iktidarı adına vuruyorlar.
Korkunç bir ittifak tablosu.

* * *

Gün geldi, iktidarla cemaat arasında çıkar kavgası başladı. 2015 yılında cemaat “Terör örgütü” ilan edildi, Fethullah için yakalama kararı ve kırmızı bülten çıkarıldı. Fotoğrafları, polis tarafından arananlar listesi kapsamında duvarlara asıldı.
Bir sürü kamu kurumuna, özel sektöre ve medya kuruluşlarına baskınlar düzenlendi, cemaatçiler içeri tıkıldı.
Gerekçe cemaatin geçmişte yaptıkları ve şimdi yapmaya niyetlendikleri idi!
İş o boyuta vardı ki, savcılık iddianamelerine iktidarın bir zamanlar en yetkili ve üst düzeyde kimseleri olan Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, İdris Naim Şahin’in bile isimleri eklendi.

* * *

Çok iyidir, kim şu veya bu biçimde pisliğe bulaşmışsa cezasını elbette çekmelidir. Ancak 2007 yılında ilk adımları atılan hukuksuzluk sürecinin yeniden yaşanmaması gerekmektedir.
Şimdi geçmişte yaşanan sürece bir kez daha bakalım:
Cemaatin yaptıklarının hükümetten soyutlanması mümkün mü?
Arkasında devlet desteği olmasa cemaat, boyunu çok aşan bunca marifeti (!) sergileyebilir miydi?
O halde şimdi şu soruyu sormak gerekir:
Cemaat bir sürü pisliğe imza attı, buna kimsenin itirazı yok. Temsilcileri şimdi suçlanıyor ve yargı önüne çıkarılmak üzere.
İyi de bunlara göz yuman, cemaati tetikçi ve taşeron olarak kullanan AKP iktidarlarının bu yaşananlarda hiç mi suçu ve sorumluluğu yoktu?
Tartışılması gereken asıl konu budur.

* * *

Az önce değinmiştim, cemaatin Zaman, Bugün gibi gazeteleri vardı.
İktidarın gazeteleri Sabah, Star, Takvim, Güneş, Akşam, Yeni Şafak, Akit vesaire...
O korkunç günlerde çıkan gazetelerinde her olaya aynı çizgide, aynı paralelde yaklaştılar. Aralarında bir gün olsun fikir ayrılığı olmadı.
Televizyon kanalları aynı...
Hepsi aynı telden çalıyor, iktidar karşıtlarına veryansın ediyordu.
Cemaat sırtını iktidara dayamıştı, yetkisini ve gücünü oradan alıyordu.
Şimdi hesap verme günü gelince bazıları iktidarın sorumluluğunu görmek istemiyor, sadece taşeronlardan hesap sormak istiyor!..
Kimse inkara yeltenmesin, cemaati ülkemizin başına bela eden bu iktidardır.
Ne demiş evine hırsız girince suçlanan Nasrettin Hoca!..
“İyi de, hırsızın hiç mi kabahati yok!”
Biz de soralım:
“Yaşanan bu pisliklerde AKP iktidarının hiç mi suçu ve sorumluluğu yok!”