Sevgili okuyucularım, kısa süre önce Malatya’da iki ayrı F-4 uçağımız aynı anda düştü, dört pilotumuz birden şehit oldu.
Dün sabah aynı olay Konya’da meydana geldi. Malatya şehitlerinin kanı henüz kurumamışken, bu kez iki pilotumuzu daha şehit verdik.
Dört artı iki eşittir altı!
Dünyada uçan tabut olarak anılan bu uçakları bize ABD kakalamıştı. Zamanla teknoloji gelişti, uçaklar eskidi ama biz onları kullanmaya devam ediyoruz.
Dünkü kazadan sonra da aynı duruma tanık olduk.
Hükümetten tık yok, Genelkurmay’dan eski hamam eski tas bir açıklama var!
Güler misiniz, ağlar mısınız:
“Adli ve idari soruşturma başlatılmıştır!”
Bravo, çok muhteşem!
Adli ve idari soruşturmanın başlatılmış olması nedeniyle hepimiz rahat bir nefes aldık, içimiz ferahlamış oldu!

* * *

Başka bir ülkede olsa bırakın uçurmayı, bu uçan tabutların hangardan çıkarılmasına bile izin verilmez.
Belki de elde kalan F-4 uçaklarının hurdacıya satılacağı açıklanır.
O takdirde yandaş firmalar hemen koşup malı kapmak için yarışa girerler... Çünkü malın içinden epeyce metal malzeme ve elektronik aygıt çıkacaktır.
Başka bir ülkede olsa hükümet, Hava Kuvvetleri Komutanı ve Genelkurmay Başkanı o şehitlerin hesabını adam gibi vermeye çalışır.
Son ikisi belki görevlerinden istifa etmek zorunda kalır.
Milletle alay eder gibi açıklamalar yapılıp adli ve idari soruşturma başlatıldığını söylemenin başka bir anlamı acaba var mıdır?
Olan olmuştur, bu saatten sonra yapılacak soruşturmalar bizi hiç ırgalamaz.

* * *

Bütün eski savaşlarda olduğu gibi Kurtuluş Savaşı’nda da kıtalardaki hayvan sağlığı ve sayısı çok önemliydi. Zira bütün taşıma işleri hayvan sırtında yapılıyordu. Günün birinde bir katır öldü. Bu ölümden sorumlu tutulacağını bilen askeri veteriner hekim, birlik komutanına ölüm nedenini anlatan, çoğu Latince veterinerlik deyimlerinden oluşan bir rapor verdi.
Hiçbir şey anlamayan komutan veteriner hekime yazı gönderdi:
“Baytar Efendi bırak bu parlak yabancı kelimelerle bilimsel lafları da, bu katırın niye öldüğünü bana Türkçe olarak bildir!”
Bizim olaylar da aynen buna benziyor.
Bu uçaklar niye düşüyor kardeşim, bu uçan tabutları kullanmakta niçin böylesine ısrarcısınız? Palavrayı bırakın da bize bunları anlatın.

* * *

Unvanı anayasa uyarınca “Başkomutan” olan şahıs ve onun sadrazamı, geçen hafta Malatya’da şehit verdiğimiz dört pilotun cenaze törenine katılmadılar.
Mutlaka çok daha önemli işleri vardı!
Belki de, Süleyman Şah Türbesi’nde boş arazide kazandığımız büyük zaferin sarhoşluğunu üzerlerinden atmaları henüz mümkün olmamıştı!
Bakarsınız utanmışlardır da, “Başkomutan (!)” bu kez zahmet edip iki şehidimizin cenaze törenine katılır.
Ama kendisine haksızlık etmeyelim!
Tümüyle sorumsuz değil o!..
Genelkurmay Başkanı Necdet Bey’e dün başsağlığı mesajı gönderdi, üzüntülerini bildirdi.
Helal olsun, daha ne yapsın yani!

Savarona’ya da el koydu!


Sevgili okuyucularım, Savarona yatı Türk Milleti’nin Atatürk’e bir armağanıdır.
Atatürk’ün hastalığı giderek ağırlaşır ve herkes tarafından çözüm aranırken, doktorlar bir tavsiyede bulundu:
“Deniz havası iyi gelecektir.”
Bunun üzerine 1938 yılında Savarona satın alındı.
Sağlığı giderek kötüleşen Atatürk bu yatı fazla kullanamadı ve bir süre sonra aramızdan ayrıldı.
Savarona’nın başına sonraki yıllarda bir sürü iş açıldı.
Durduğu yerde yakıldı, eğitim gemisi olarak kullanıldı, yandaş işadamlarına peşkeş çekildi, içindeki orijinal eşyalar, antika eşyalar ve aygıtlar yağmalandı, bir süre özel sektör tarafından fuhuş yuvası olarak kullanıldı.
Sonra Kahraman Sadıkoğlu isimli bir işadamına 49 yıllığına devredildi.
Gemiyi bir süre sonra hükümet sahiplendi.
Benim bildiğim ne yazık ki bu kadar.

* * *

Tayyip iki gün önce birdenbire, değişik bir yerde karşımıza çıkıverdi.
Savarona!
Lüks, ihtişam ve şatafata bir türlü doymayan Tayyip, demek ki son hedef olarak Atatürk’ün yatını seçmişti.
Onu bundan sonra “Başkanlık yatı” olarak kullanacağı kesin.
Önceki gün Bosna’dan gelen sekizinci sınıf bir konuğunu yatta ağırlayıp Boğaz turu attılar. (Sadrazam gariban Ahmet şimdi gönül koyar, bazen onu da gezdirsin!)
Güzelce yemek yediler, kameralara poz verdiler ve deniz havası aldılar.
400 milyon dolarlık lüks uçaklar, son model Mercedes’ler, kaçak saray, Dolmabahçe Sarayı, Vahdettin Köşkü falan derken başkanlık envanterine Savarona’yı da katmış oldu.
Elini bir kez atınca bir daha bırakmaz çünkü emrine devlet olanaklarıyla sunulan her türlü lüksü çok sever.
Hele havalar düzelsin, onu sık sık yatın kaptan köşkünde ve lüks salonlarında göreceğiz.

* * *

Tayyip’e bir yerde hak veriyorum!..
Kasımpaşa’da dünyaya gelmişti ama gecekonduda değil, çok zengin olan ailesinin  saraylarında büyütülmüştü.
Yediği önünde yemediği arkasındaydı.
Özel dadıları, bakıcıları vardı... Anasının babasının emrinde en lüks araçlar, uçaklar, tekneler, korumalar...
Örneğin Tayyip’e yabancı dil öğreten özel hocaları bile vardı. Bu yüzden başta İngilizce olmak üzere çeşitli dilleri öğrenmişti. Meclis Albümü’nde kendisini tanıtan bölüme işte bu nedenle “Bildiği yabancı dil İngilizce” diye yazdırmıştı.
Şimdi bazıları onun lüks-şatafat dolu yaşantısını eleştiriyor. Hiç eleştirmesinler.
Tayyip anasından böyle bir ortamda doğmuştu! O tür yaşama alışkındır.
Başka türlü yapamaz, hele böylesini devlet parasıyla yaşamak daha da zevklidir!
Ne de olsa devlet malı deniz!..

* * *

Emin Çölaşan’ın notu: Sadrazam Ahmet ABD gezisinde. Gazeteciler Dışişleri Bakanı sözcüsü Marie Harf’e soracak oldu: “Şu anda Türkiye Başbakanı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı ABD gezisindeler...” Soru daha bitmeden Harf söze girdi:
“Öyle mi, duymadım. Bizim haberimiz yok!”
Bu cümle, bizimkilerin o ülkedeki değerlerini ortaya koydu. Aşağılandılar, alay edildiler, ne kadar zavallı durumda oldukları bir kez daha belgelendi.