Sevgili okuyucularım, şu andaki Sadrazamın bundan önceki görevi Hariciye Nazırlığı idi.
Yani Osmanlı’nın sadrazamı bugünkü deyimle başbakan, hariciye nazırı ise dışişleri
bakanı.
Diyarbakır’daki terör olaylarında tarihi Kurşunlu Cami saldırıya uğradı, yakıldı ve harabeye döndü.
Bölücü HDP’nin başındaki Selahattin Demirtaş olay sonrasında hemen zırvalamaya başladı:
“Cami havadan bombalandı!..”
Yani uçaklarımızın bombaladığını iddia etti. Büyük bir yalandır.
Sadrazam Davutoğlu Ahmet Paşa durur mu!..Partisinin grup toplantısında hemen kürsüye çıktı ve tutanaklardan aynen alıyorum, şunları söyledi:
“Modern bir çağdayız. Bir cami eğer havadan bombalanmış olsa Allah muhafaza, TSK en büyük emanet olarak bu ülke ve dünyadaki her yerdeki camileri korunacak mekan olarak görür.
İşte Mehmetçik adını Mevlidi Nebi, bugün Hazreti Peygamberden alan bir ordunun neferleri camiye bomba gönderir mi?”
(Sözlerindeki Türkçe hataları kendisine aittir.)
Her işin, her olayın içine Allah’ı ve peygamberi karıştırmayınca olmuyor.

* * *

Taraf Gazetesi geçmişte AKP iktidarının sözcülüğünü yapardı, şimdi öyle değil.
Gazetenin 20 Ocak 2010 tarihli nüshasını anımsayacaksınız zira hepimizin belleğine kazınmıştır.
Balyoz kumpası ilk olarak o gün kurulmuştu.
Gazetenin o günkü unutulmaz yalan manşeti iki ayrı bölümden oluşuyordu:
“1. Ordu Komutanı Çetin Doğan cuntasının 2003 yılındaki darbe planlarını Taraf ele geçirdi.
Fatih Camii bombalanacaktı...
Kendi jetimizi düşürecektik.”
Cami bölümünün özeti şöyle idi:
Darbeci komutanların emrindeki görevliler Cuma namazı öncesinde Fatih Camii’ni, aynı anda
Beyazıt Camii’ni bombalayıp olay çıkaracak, panik yaratacak ve darbe ortamı yaratacaktı!
Öfkeli kalabalık cami avlularında toplanacak, gösteriler başlayınca “Tahrik timleri adı verilen özel görevli askerler tarafından üzerlerine ateş edilecek ve darbe ortamı böyle oluşacaktı!
Gözaltına alınanlar Fenerbahçe Stadı’na toplanacak, jetler o kalabalığın üzerinde keşif uçuşları yapacaktı!
Balyoz kumpasında adı geçen generaller, subay ve astsubaylar bu yalan haberler sonrasında tutuklandı, uzun yıllar hapis yatırıldı. Masum insanlara çile çektirildi...
Ve sonunda hepsi tahliye edildi ama yılları hapiste geçmişti.
Bütün bunlar olurken hem AKP hükümeti, hem de cemaat kesimi tam bir işbirliği içerisinde idi...
Aynen düzmece Ergenekon terör örgütü olayında olduğu gibi.
Bütün Balyoz ve Ergenekon sanıklarını elbirliği ile hain, darbeci, terörist ilan etmekte birbirleriyle yarış halinde idi.

* * *

Bay Davutoğlu Ahmet o sırada hariciye nazırı olarak görev yapmakta olan bir hükümet üyesi idi.
Şimdi Diyarbakır’daki Sur Camii olayında meydanı boş bulmuş, konuşuyor...
“Adını Hazret-i Peygamber’den alan bir ordunun neferleri camiye bomba gönderir mi?”
Camiye bomba göndermek yeni bir deyim olsa gerek...
Türkçesi eksik olduğu için böyle diyor... Yani camiyi bombalamak demek istiyor.

* * *

Ne hikmetse, bu sözleri geçmişte söyleyememiş, çok sayıda komutan onun ve hükümetinin gözleri önünde tutuklanıp içeri tıkılırken “Bizim ordumuz peygamber ocağıdır. Bizim askerimiz cami bombalamaz” demek aklına gelmemişti!
Ne zaman ki Selahattin Demirtaş zırvalıyor, aklınca ona bu sözleriyle yanıt verdiğini zannediyor.
Benim ülkemi işte bu kafalar yönetiyor!

Silivri nöbetleri cıvıdı


Sevgili okuyucularım iki gazetecinin, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması kamuoyunda büyük tepki yarattı.
Bir süre sonra onların içinde bulunduğu Silivri Cezaevi önünde gazeteciler tarafından sembolik nöbet tutulmaya başlandı.
İlk nöbeti gazeteci abimiz Mete Akyol tuttu.
Sonra bir baktık ki herkes nöbet sırasına girmiş.
Giyinen kuşanan, takıp takıştıran kadınlı erkekli birileri eline bir tabure alıyor, nizamiye kapısı önünde fotoğraf çektiriyor, çekim bitince haydi bana eyvallah deyip gidiyor.
Ertesi gün gazetelerde boy boy fotoğraflar...
“Nöbet sırası dün falancada idi” başlıklı, fotoğraflı haberler!

* * *

İçlerinde düzgün insanlar vardı. Yaşanan faşist baskılara gazetecilik yaşamları boyunca karşı çıkmışlardı...
Ama bir de başkaları vardı ki süslenip püslenip geliyorlar, son model kışlık giysilerini sergiledikten sonra gidiyorlardı.
Çoğunun ismi bizim meslekte unutulmuştu.
İçlerinde yıllarca AKP’nin ve cemaatin askeri olarak görev yapanlar vardı.
Onlar için önemli olan gazetelerde ve ekranlarda bir gün olsun isimlerinin geçmesi, fotoğraflarının çıkması idi.

* * *

Silivri nöbetleri artık iyice cıvıdı. Bu işi kimin ayarladığını bilmiyorum ama orada boy gösterenlerden bazılarının geçmişini, bu iktidara nasıl yalakalık yaptıklarını çok iyi biliyorum.
Şimdi fırsat bu fırsattır, ismim geçsin diye nöbet tutanların bir bölümü, geçmişte siyasi sabıkası kabarık olan kimselerdir.
Dönekler, liboşlar, yalakalar, ucuz reklamcılar, dün ak dediğine bugün kara diyenler, ne ararsanız içlerinde var.
Bu nöbet işi ya adam gibi, günümüze kadar sağlam durmuş gazetecilere devredilmeli, ya da bir an önce sonlanmalıdır.
Gazetecilik kimsenin, hele bu gibi “İki dakikalık nöbetçilerin” reklam kapısı değildir.
Buna izin verilemez.