Sevgili okuyucularım, ülkemizdeki rezillikleri, kepazelikleri ve utanç verici olayları her gün doyasıya (!) izliyoruz.
Terör, bombalama, saldırı ve şehit haberleri birbirini kovalıyor.
Sabah bakıyorsunuz İstanbul’da bir, Güneydoğu’da ayrıca bir şehit.
Hemen ardından Güneydoğu’dan dört şehit haberi daha geliyor.
Çeşitli yerlere yapılan saldırılar, yaralı asker, polis ve siviller de işin cabası.
Türkiye bu tabloya daha ne kadar tahammül edecek?
İktidar her olay sonrasında aynı açıklamayı yapıyor:
“Geniş çaplı soruşturma başlatılmıştır. Şehitlerin kanı yerde kalmayacaktır!..”

* * *

Çaresiz, aciz, eli kolu bağlı, ne yapacağını bilemeyen geçici, seçim kaybetmiş bir hükümet!..
Ve böyle bir ortamda bile ince koalisyon hesaplarının peşinde...
“Hiçbir partiyle uzlaşmayalım, erken seçime götürüp biraz daha milletvekilliği kazanmaya çalışalım... Ve böylece yeniden tek parti iktidarı olmayı başaralım!..”
Stajyer başbakan Ceylanpınar’da balkona çıkmış nutuk atıyor, kendisini izleyen birkaç yüz kişiye Fatiha okutuyor, tekbir getirtiyor.
Bu yaranın Fatiha ve tekbirle değil, gerekli somut önlemleri alarak tedavi edileceğini bile bilmiyor. Ahaliye şov yapıyor.

* * *

Karakollar, askeri tesisler bombalanıyor, saldırıya uğruyor. İstanbul’un göbeğinde, Sultanbeyli’de polis merkezi dün bombalandı, çatışma saatler boyu sürdü.
Güneydoğu’da helikopterimize roketli saldırı yapıldı...
Mayınlar patlatıldı, dört şehit daha geldi...
Akan kanlar, feryatlar, çığlıklar falan bu iktidar için hiç önemli değil.
Önemli olan öteki partileri saf dışı bırakmak ve ince hesaplarla erken seçime gidip yeniden tek başına iktidar koltuğuna kurulmak.

* * *

PKK ile uzlaşmaya varan, yüz verip şımartan, Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyaya küçük düşüren işte bunlardır.
2009 yılı Ekim ayını anımsayın lütfen!.. Kalabalık bir terörist kafilesi Kuzey Irak’tan Türkiye’ye hükümetin çağrısıyla giriş yapmıştı. İçlerinde katiller vardı.
Hükümet bunları Silopi’de resmi törenle karşıladı ama önce mahkemeden temiz kağıdı almaları gerekiyordu.
Bu amaçla Cumhuriyet tarihinde ilk kez “Seyyar mahkeme”, başka bir deyişle “Çadır mahkemesi” kuruldu. Devletin hakim ve savcıları üniformalı teröristlerin ayağına gönderildi ve her birine temiz kağıdı verildi.
Tamamı serbest bırakıldı.
Terörist kafilesi otobüslere bindirilip neredeyse bütün Güneydoğu’yu dolaştılar ve her gittikleri yerde büyük tezahüratla karşılandılar...

* * *

Hangi birini yazayım... Sonra İngiltere’nin hakemliğinde PKK ile Norveç’in başkenti Oslo’da gizli görüşmeler yapıldı. Hakan Fidan da bizim heyette yer almıştı.
Heyetimiz toplantıda “Sayın Öcalan” diyor, gerekli saygıyı göstermekten kaçınmıyordu!..
PKK günün birinde Oslo tutanaklarını açıklayınca rezalet bütün haşmetiyle ortaya çıkıverdi.
İmralı’daki Apo el üzerinde tutuldu, istediği yemekler dahil bir dediği iki edilmedi.
Yanına isimleri yine kendisi tarafından belirlenen yedi adet PKK’lı terörist gönderildi. Bunların Apo’ya “Danışmanlık ve sekreterya hizmeti” vereceği açıklandı.
Devlet artık Apo’nun eline bakıyor, terörü durdurması için kendisine yalvarıp yakarıyordu. Şu düzene bakın ki, İmralı’ya defalarca giden MİT Müsteşarı Hakan Fidan Apo ile bire bir muhatap oluyor, çeşitli Kürtçü ve bölücü heyetler katille Kandil dağı arasında kuryelik yapıyordu.
Hükümetin verdiği her ödün bunları daha beter şımartıyordu.

* * *

Günlerden 29 Ekim 2014... Hükümetin izni ve koruması altında Kuzey Irak’tan giriş yapan terörist kafilesi uzun bir yol alarak güneyden Suriye sınırına geçti. Tarih olarak inadına 29 Ekim belirlenmişti. Görevleri Esad’a karşı savaşıp Tayyipgillerin isteği doğrultusunda Suriye’yi karıştırmaktı.
Yol boyunca Güneydoğu’nun dört bir yanında yine Apo posterleri, PKK bayrakları açılmıştı. Büyük tezahürat yapılıyordu.
Vatanımız böyle kepazeliklere daha önce hiç tanık olmamıştı.

* * *

İktidar bu rezaletin adını “Çözüm süreci” koymuştu. Ödün vererek, alttan alarak, rica ve minnetle terörü durduracaktı!
Nah durdurdu!
Bunca hezimet yetmemiş olmalı ki, bu kez Dolmabahçe sarayında toplandılar ve PKK’lılarla “çözüm süreci mutabakat belgesi” imzaladılar.
İktidar olduğunda sıfır terörlü bir Türkiye devralan Tayyipgiller, ülkemizi işte bu duruma getirdi.
Seyyar çadır mahkemesinden Dolmabahçe’ye özetle böyle gelmiş olduk.

* * *

Şimdi terör azdıkça, ülkemizin dört bir yanında şehit cenazeleri kaldırdıkça bazı saflar “Allah Allah, ne oluyor böyle” diye soruyor.
Ne olduğu, niçin olduğu çok basit!..
Kendi siyasal çıkarların için teröristi ve örgütünü şımartırsan, ödün üzerine ödün verirsen, “Aman işin üzerine gitmeyelim de Güneydoğu’da yüksek oy alalım” hesaplarına girersen olacağı işte budur.
Bundan sonrasını, daha ne kadar kan akacağını da hep birlikte görmeye devam edeceğiz.
Nasıl olsa şehit kanları yerde kalmıyor!

Tayyip’i unuttular!


Sevgili okuyucularım, dün günlerden 10 Ağustos idi. Tayyip geçen yıl 10 Ağustos günü yapılan referandumda yüzde 51 oy alarak cumhurbaşkanı seçilmeyi başarmıştı.
Dün sabah bütün gazetelere baktım, bu kutlu yıldönümünü sadece bir adet yandaş gazete gündeme getirmişti.
Öteki yandaş-yalaka takımında bir tek satır bile yoktu.
Tayyip’i adeta unutmuşlardı.
O kadar ki, haberi belki içeride kullanmışlardır diye iç sayfalarına bile tek tek baktım, bulamadım.
Ben beklerdim ki böylesine bir dünya devinin, dünya liderinin birinci yıldönümü milletin gözüne sokula sokula kutlansın, Tayyip hakkında bir sürü olumlu haberler ve yazılar yayınlansın!..
Hayal kırıklığına uğradım!

* * *

Oysa bu bir yıl içerisinde neler yapmış, neler başarmıştı!..
Namusu ve şerefi üzerine ettiği anayasal yemini çiğnemiş, tarafsızlığı bir kenara bırakmış, seçim öncesinde meydanlara çıkıp AKP’ye oy bile istemişti.
Sarayda yeni uygulamalar başlatmış, Muhafız Alayı askerlerini takma sakal, takma bıyık, bornoz benzeri operet giysileriyle toplumun karşısına çıkarmıştı.
Yandaş gazetenin haberine göre Tayyip bu bir yıl içerisinde 33 ülkeye gitmiş, Bakanlar Kurulunu dört kez toplamış, açılış törenleri düzenlemiş.
Öteki yandaşların birinci yıl kutlamasını es geçmesi beni hem düşündürdü, hem de üzdü!..
Velinimetleri olan Tayyip’i unutmuşlar, çok ayıp etmişler!