Bunların ülkeyi ekonomik, sosyal, kültürel bir refah ve uygarlık düzeyine ulaştırmak gibi bir amaç ve
gaileleri olmamış.
En kolay ve geçerli yoldan “halkın yumuşak karnı dini kullanarak” iktidar olup, malı götürmeyi amaçlamışlar.
Bu doğrultuda 2002’de “Elhamdülillah şeriatçıyız”, “demokrasiyi amaca (şeriata) ulaşmak için araç olarak kullanacağız” dedi, Türk halkı “siz aklınızı mı kaçırdınız” diye bunları meşe sopasıyla kovalamadı.
Aksine, 365 vekille tek başına iktidar yaptılar.
Bundan cesaretle, tüm politikalarını laiklik ve Atatürk karşıtlığı üzerine kurguladı, yobazlık ve ilkellikle halkı afyonladı, Türkiye’yi bir imam devleti haline getirdiler.
İnsanların zaaflarına göre kimi rütbe, unvan, kimi makam, cüzdan herkesi oltalarına düşürmeyi başardılar.
Hukukun ve dinin men ettiği “yalan-dolan, yolsuzluk” ne varsa yaptı, her şeyin cılkını çıkardı, yozlaşmadık bir kişi ve kurum bırakmadılar. Şöyle ki;
Türk halkı:
Atatürk’ün kültür, eğitim seferberleriyle mayalanıp, oluşturduğu “Türk kamuoyunun” kimyasını bozdular.
Kendi deyimleriyle “dindar-kindar” sloganıyla oluşturdukları kamuoyu, din kullanılarak her türlü melanetin işlenmesinden rahatsız ve şikayetçi olmuyor.
“Tanrı’nın bütün özelliklerini üstünde taşıyor” inancıyla artık ne yaparsa yapsın ilahi bir dokunulmazlık zırhı altında kimse onu sorgu, sual edemiyor.
Muhterem halkımız; “fak fuk fon, sadaka yardımları uğruna” “paraların sıfırlatılması”, ülkenin soyulup, soğana çevrilmesini görmez oluyor.
Medya:
Dünyanın her yerinde medya ve gazeteciler “demokrasi ve hukuk devletinin savunucusu”, halkın gözü, kulağı, kötülüklerin, yolsuzlukların takipçisi olurlar.
Bizdeki yandaş havuz medyası, “rakkase, liboş yazarlar”, “devleti soyup, milletin anasına küfreden ihale virüslerinin haram parasıyla yayınlanmayı içine sindirip, mega bir dalkavuklukla “rüşvet ve hırsızlıkların bodyguardı” oluyor. Din yobazlığı, dinci diktayı, yolsuzlukları savunma hayasızlığına düşüyor.”
Türk yargısı:
Tüm bu melanetler karşısında “cübbesinin hakkını veren, birkaç yürekli savcı ve yargıçlar dışında” Türk yargısı bir Yargıtay başkanının deyimiyle “unvan ve cüzdan” arasında bocalıyor, 17-25 Aralık soyguncularına takipsizlik kararı verecek kadar muktedirin kapı kulu oluyor.
“Adalet Allah’a”, “derdi olan Marko Paşa’ya” havale ediliyor.
Mülkün (devletin) temeli adalet çökünce diğer kurumların ayakta kalması olanaksızlaşıyor.
Önceleri yüzde 80’lerde olan yargıya güvenin oranı şimdi yüzde 20’lere düşüyor.
Bilgin, aydınlar:
Dünya tarihinde aydınlığın, demokrasinin, devrimciliğin simgesi oluyor. Zalim diktatörlere karşı demokrasi ve özgürlük savaşı veriyor.
Bizim “çıkarcılık ve ödleklikten malul” bilgin ve aydınlar ise oy uğruna vatanı, milli birlik ve bütünlüğü parçalayan, demokrasi ve özgürlükleri katledenlere “has odabaşı” olma zilletine düşüyor.
Başta laiklik, Atatürk’ün çağdaş devrimleri bir bir yok edilirken, bunlar dut yemiş bülbül kesiliyorlar.
Din ulema ve otoriteleri, türbanın Kuran’da yeri olmadığı, bunun bir gelenek olduğunu fetva buyuruyor. Prof. unvanlı sözde aydınlar ise dinci iktidara yaranmak için türbanın dini bir vecibe olduğunu söyleyecek kadar “imamdan fazla imamcı” oluyorlar.
Türk Ordusu:
Tarihi şanla, şerefle dolu ordumuzun “düşmanlar değil, kendi iktidarınca (tarihte eşine az rastlanan) bir kumpasla kolu, kanadının kırılmasına en ufak bir tepki göstermeyen, çiğ ete soğan doğrayan ya da Süleyman Şah Türbesi’ni başarıyla kaçıran Genelkurmay başkanları ürettiler.
Tayyip Erdoğan PKK’nın, Necdet Özel ise Erdoğan’ın oyununa gelerek “analar ağlamasın hokkabazlığıyla” tam üç yıldır Güneydoğu’da kurulan fiili Kürt devleti ve PKK’nın bu denli güçlenip, yayılmasını huşu ile izlediler.
Cemaatten sonra şimdi de PKK tarafından tongaya düşürülen Tayyip Erdoğan’ı halk yine mükafatlandırıp, oylarını bu kez yüzde 43’e çıkarıyor.
Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Necdet Paşa ise (yasa dışı ısmarlama bir yargı kararıyla) devletin hayati plan ve belgelerinin kozmik odadan çıkartılıp, kopyalanmasına neden olması,
Devletin, milletin değil, sarayın çıkarlarına hizmet eden bir ordu oluşturması, özellikle iç ve dış melun şer odaklarının Türkiye’ye musallat olmasını “kombine tribünden izlemesi karşılığı” devlet üstün ve onur madalyasıyla taltif ediliyor.
Önceleri yüzde 85 olan orduya güvenin oranı şimdi yüzde 25’e düşüyor.
Sonuç: Türkiye’nin kaderi bu din simsarlarının “menfur emellerine” terk edilerek bu denli sahipsiz bırakılmasında yukarıdaki tüm kişi ve grupların vebali ve dahli olmuştur.
Biz, “Türkün aklı sonradan başına gelir” atasözüne inanıyoruz. Ancak Tanrı’dan “iş işten geçmeden” aklımızı başımıza getirmesini diliyoruz.