“Elhamdülillah şeriatçıyım”, “demokrasiyi amaç değil, (şeriata) ulaşmak için araç olarak kullanacağım” dedi. 90 yıldır laik Cumhuriyeti içine sindiremeyen yobaz güruhu hortlatarak iktidar oldular.
Türkiye’de anayasal organlar, aydın, yazar-çizer kimlikli mahlukat arasından “yahu siz aklınızı mı kaçırdınız? Dünyada şeriatla kalkınmış, uygarlaşmış bir tek ülke var mıdır? diyen bir Allah’ın kulu çıkmadı.
Dünyadaki gelmiş geçmiş tüm ülkelerde üniversiteler, medya ve aydınlar ilericiliğin, devrimciliğin, aydınlığın simgesi olurlar. Bizde genellikle ilkelliğin, karanlığın, çıkarcılığın sembolü oluyorlar.
Yönetim biçimleri ne olursa olsun dünyanın hiçbir ülkesinde kamuoyuna rağmen hiçbir siyasi lider iktidarda kalamaz.
Ancak AKP iktidarı “kimi rütbe, kimi unvan kimi cüzdanlarının tutsağı olmuş” yaratıkları keşfederek kamuoyunu yönlendiren örgüt ve organların başına getirip her yeri virüslemekte bir sakınca görmüyor.
12 yıldır yapılmadık melanet, rezillik kalmıyor.
Neye ellerini attılarsa cılkını çıkarıyor, Türkiye’de iyi işleyen bir tek kurum bırakılmıyor.
Bir şer planla “ulusumuzun bekası ve güvencesi ordu” “devletin (mülkün) temeli yargı” çökertiliyor.
Demokrasi, hukuk devleti, Atatürk çağdaş devrimleri bir bir yok ediliyor.
Amerikalı “Başkan adayı” senatör Rand Paul, “Güneydoğu bölgesini de içine alan büyük Kürdistan sınırları tarafımızdan çizilmiştir” diyor.
Bu şekilde Kürt sorununun ABD odaklı emperyalist bir şer plan olduğu açığa çıkıyor.
Eğer aydın kimlikli liboş enteller bunları bilmiyorlarsa ne biçim aydınlardır? Biliyorlar da amigoluğa devam ediyorlarsa bunun adı vatan hainliği değil de nedir?
Berkin’in katilini ortaya çıkarmak için son aşamaya gelen savcı Kiraz’ın katledilmesinin “Berkin’i terörist gören, ona bir rahmet bile okumayan ve onun katil polislerini koruyanları” üzdüğü iddia edilemez.
Aslında teröristlerin “zamana dayalı diyaloğa açık”, dandik talepleri oyalama yöntemiyle kabul edilebilir, asıl azmettiriciler ortaya çıkarılabilirdi.
Ancak, bu yapılmamış, yapılan eylemle savcı ve iki teröristin öldürülmesi, savcının vücudundan “10 kurşun çıkartılmasının çok başarılı bir operasyon” diye nitelenmesi, ne alakası varsa “cenaze evinde Kılıçdaroğlu’nun yuhalatılması” “suçluların telaşı” oluyor.
Türkiye’nin kaderi, “sabah söylediğini öğlen yalanlayan, yaptıkları her rezaleti ona buna yükleyen” kişilere teslim ediliyor.
Ben ne desem, ne yapsam halk yutuyor diye durmak, doymak, durulmak bilmiyorlar.
Türkiye, sonu meçhul bir badireye sürükleniyor. Güneydoğu’da fiili bir PKK devleti hüküm sürüyor. On paralık çıkarları uğruna “iktidara sıyanet ve dalkavukluk yapma onursuzluğuna düşen” bir kesim anayasal organlar, üniversiteler, sendikalar, bilgin, aydın, yazar-çizerler hâlâ muktedire “has odabaşı” olma yarışında oluyorlar.
Ülke can derdinde bunlar Başkanlık.
Türkiye soyuluyor, “mamalanmış” bilgin ve aydınlar, rüşvet paralarından oluşan havuz medyasının “tasmalanmış” kalemşorları, vekillik oltasına takılmış milletvekilleri, “terfi bekleyen bir takım savcı ve yargıçlar” eşi görülmemiş 17 Aralık devlet soyguncularına bodyguardlık yapma zilletine düşüyorlar.
Dünyanın hiçbir ülkesinde bu hokkabazlara bilgin, aydın, yazar denmez, bunlar insan içine çıkamazlar.
MELİH GÖKÇEK’İ YARATANLAR DA AYNI ÇIKAR ŞERİKLERİDİR
“Bülent Arınç’ın” dünyada eşi görülmemiş sahtekarlık ve yolsuzluklarla suçladığı Melih Gökçek’i de bu kadar sorumsuz hale getiren aynı yandaş medya ve maalesef bir takım yargıçlardır.
Belediye seçimlerinde Ankara’da göz göre göre yapılan oy hırsızlıklarına karşı temiz onayı veren YSK, Arınç’ın yetkiyle “Gökçek’le ilgili Ankara’yı nasıl bir hayasızlıkla soyup, nasıl parsel parsel sattığı beyanı karşısında kara kara düşünmelidir.”
Benzer bir rezalet Başkanı olduğum Türk Tanıtma Vakfı (TÜTAV)’a uygulanmıştır.
Şöyle ki:”Bu güne kadar 4 yabancı ülkeden üstün hizmet madalyası, 80’i aşkın kuruluştan başarı ödülü almış” TÜTAV faaliyetlerini kendi kıt ve kısıtlı imkanlarıyla onarıp, restore ettiği bir yapıda sürdürüyordu.
Ancak, arazisi Belediyeye ait olan bu yapıyı Gökçek, “Avrupa Birliğine girmek için ofis olarak kullanacağım” diye gülünç ve hain bir gerekçeyle dava açıp, TÜTAV’ı tahliye ettiriyor. Aradan üç yıl geçtiği halde bina boş ve harap halde, önünde “özel mülktür, girilmez” levhası asılı, çürümeye terk ediliyor.
Gökçek’in yalan-dolanla yanılttığı (TÜTAV’ı iş yerinden eden) yargıçların gelip, bu durumu görmelerini diliyorum.
O zamanlar bu olayı “Doğruyol ve ANAP’tan gelme Meclis Başkanı ya da Bakanlık yapmış bazı AKP’li dostlarıma ilettiğim halde tınları çıkmamıştı.”
Bugün Bülent Arınç’ın Gökçek’le ilgili tüyler ürperten beyanlarından sonra onu yıllarca “en fazla himayeye mazhar” kılıp, koruyanların şimdi nedamet ve mahcubiyet duyduklarını umuyorum.