Ortaçağ’da “papalar, dini liderler”in, ikbal ve saltanat uğruna yapmadıkları melanet kalmıyor. Papalar, kralları aforoz ediyor. Dünya dönüyor dedikleri için bilginlerin kelleleri kesiliyor.
Ancak, 16. asırda Hıristiyan dünyasında din filozofları Luther’ler, Calvin’ler öncülüğünde halklar uyandırılıyor. Dinde “bilim ve aklı egemen kılan” reformlar yapılıyor.
Bu şekilde dünya, bilimde, teknolojide, sanatta, mucize buluş, icat ve keşiflerle çağlar atlıyor.
İslam aleminde ise ülke yönetenler, insanları 1400 yıl müddetle Ortaçağ karanlığına mahkum ediyor.
Şimdi de Neo Osmanlı adıyla ortaya çıkan zibidiler, Osmanlı’yı yok eden ne varsa harfiyen uyguluyorlar.
- Osmanlılar gibi Türk kelimesini ağızlarına almıyor.
- Padişahlar ikbal ve saltanatlarını cehalet üzerine kurguluyor. Matbaa tam 245 yıl ülkeye sokturulmuyor. 700 yıllık imparatorluk döneminde bir tek bilimsel icat ve buluşa tanık olunmuyor.
Bunlar da taht ve makamları uğruna halkı cahil bırakmayı, dini hunharca istismar etmeyi esas alıyorlar.
- Osmanlı sultanları; “zillullahiruyi zemin” (Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi) diye icra-i saltanat eyliyorlar.
Bunlar da “Tanrı’nın bütün özelliklerini üzerinde taşıyan” bir kisveyle her türlü suç ve günahı işliyor, sorgu, sual edilmiyorlar.
Halkın idraki, basireti dumura uğratılıyor.
Mitinglerinde resmi araçlarla taşıdıkları halkı; “Türkiye’yi yöneten yüz kızartıcı suçlardan fezlekeli kişileri (o ne söylerse söylesin) Türkiye seninle gurur duyuyor deyip, alkışlayacaksınız” diye kurguluyorlar.

ELE DEGİL

Gazetemiz başyazarı, nesli tükenmiş, ilkeli, duayen gazeteci Rahmi Turan, 3 Mayıs tarihli köşe yazısında ilginç bir olaydan söz ediyor:
AKP mitinglerine doldurulan halkın söylemlerden bir şey anladıkları yok. Sadece söylenenleri tasdik etmekle görevlendiriliyorlar.
Davutoğlu, “Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Demirtaş’a” saldırıyor. Bir ara ekonominin battığı yılları anlatmak ve muhalefeti daha çok kötülemek için halka dönüp soruyor; “2001’de kim iktidardaydı?”
Körü körüne yağcılığa koşullandırılmış halk, “Ak Parti, Ak Parti” diye bağırınca fena halde bozulan Davutoğlu Ahmet, “hayır, hayır AKP değil, koalisyon hükümeti iktidardaydı” deyince “robota kurgulanmış” halk yine alkışlıyor.
Rahmi Turan’ın dile getirdiği bu vodvil olay, yıllarca önce yaşanmış diğer bir siyasi komedyayı hatırlatıyor.
- Güneydoğu’da zamanın iktidar partisinden bir milletvekili ilçesinde bir seçim mitingi düzenliyor. Partililer, meydanda toplanmış halka “Vekil bey ne söylerse siz “eledir” deyip, alkışlayacaksınız” diye talimatlar veriyor. (“Eledir” kelimesi Doğu ve Güneydoğu’da “öyledir, doğrudur” anlamına geliyor).
Milletvekili, kürsüden konuşuyor. “sevgili vatandaşlarım, halkımızın refahı için yollar yaptık. Her köye elektrik getirdik. ele midir?” diye sorunca, vatandaşlar, hep bir ağızdan “eledir, eledir” diye milletvekilini onaylayıp, alkışlıyor.
Vekil devam ediyor; “kasabanıza su getirdik, köylüye tarım kredileri verdik ele midir?” “Halk yine eledir” diye vekili tasdik ediyor.
Bundan cesaret alan muhterem, bu kez “yurttaşlarım, tüm bunlara karşın yine de bize hırsız diyorlar ele midir?”
Halk yine tempo halinde “eledir, eledir” diye bağırınca milletvekili sinirlenip, “ne elesi be, ele değil” diye halkı fırçalıyor.
Önceleri halkın cehalet ve safiyeti bu şekilde istismar ediliyordu. AKP döneminde ise utanmadan sözde bilgin, aydın, okur-yazar kimlikli mahlukatı, mamalayıp, tasmalayarak, tüm melanetlerini “eledir” dedirtip, alkışlatıyorlar.
17-25 Aralık’ta “dünyada eşi görülmemiş devlet soyguncuları, ihale virüslerine takipsizlik veren”, “hırsızları değil, hırsızları yakalayanları tutuklayan”, talimatla verdikleri kararlarla “demokrasi ve hukuk devletini katleden” savcı ve yargıçları “eledir” diye taltif eden bir HSYK ürettiler.
Şeref ve namus üzerine yaptığı tarafsızlık yeminine karşın militan bir parti lideri gibi konuşan Cumhurbaşkanı’na ve “seçimlerde yapılan bin bir türlü yolsuzlukları, trafo kedi operasyonlarını “eledir” diye onaylayan, “Ankara belediye seçimlerindeki hile, hurdaya temiz kağıdı veren” bir YSK yarattı, Arınç’ın deyimiyle Gökçek’in Ankara’yı parsel parsel satmasına olanak sağladılar.
Tanrı seçimleri bu YSK’dan korusun.
Yargı yargıyı çökertiyor. Yargısı çökmüş bir devletin ayakta kalması mümkün değildir. Türk savcı ve yargıçları bunu neden, hangi beklenti ve amaçla yapıyor? Hem kendileri, hem yargıya bu denli kötülük ediyorlar?
Tek şansımız 7 Haziran’da Türkiye’nin uçurumdan kurtarılması, “aklı başına sonra gelen” Türkün uyanması, artık tüm bu hayasızlıklara karşı “ELE DEĞİL” diye isyan edip, oy vermesine bağlı kalıyor.