Şair:
- Şemsi Şita (kış güneşi)
- Muhabbeti zina (yasak aşk)
- Amiri ita (devlette en üst karar mercii)
Bu üç olguya inanmayın, dikkatli olun diyor.
Şemsi Şita “kış güneşine” kananlar hasta olur, yatağa düşerler.
Zina muhabbeti insanların hayatını kaydırır.
“Amiri italar” ise maiyetlerine yasadışı her türlü melaneti yaptırır. İşin cılkı çıkıp, bir soruşturma söz konusu olduğunda “ben yazılı emir vermedim” der, bürokratları okka altına atarlar.
“Amiri ita” siyasi iktidar, başbakan ve bakanlardan oluşuyor.
Kamu görevlileri ise siyasi otoriteden emir alan, üst düzey bürokratları kapsıyor.
İstanbul Gezi Parkı’nda “destan yazdıran vali”, “Oslo’da dudak uçuklatan anlaşmalarla kendisini ateşe atan MİT müsteşarı”, “en üst merci, amiri itadan” aldıkları emirlerin kurbanı oluyorlar.
Savcı ve yargıçlar sözde bağımsızdır.
Ancak onlar da siyasi iktidarca sağlanan unvan, terfi gibi geçici nimetlerle kapı kulu haline getiriliyor.
“Kutsal cübbe ve adalet minberi” on paralık çıkarlar uğruna yerle bir ediliyor.
Ergenekon ve Balyoz davalarında olduğu gibi önce ben “Ergenekon başsavcısıyım”
diyenler yapılan melanetler su yüzüne çıkınca “orduya kumpas kurdular” diye tüm suçu
(kıyasıya kullandıkları) savcı ve yargıçlara yükleyip, topun ağzına onları atıyorlar.
Kimse bu akıl almaz hukuksuzluk ve yolsuzluklara takipsizlik kararı veren savcılar ve onları terfi ettiren yargı organlarını “baştakiler dünyayı götürüyor, sizlere ne oluyor?
diye sorgulamıyor.
Hangi dünya nimetlerine kapılıp hem kişilik, hem de kariyerlerini bu denli feda ederek hırsız ve rüşvetçilere “bodyguardlık” yapma zilletine düştüklerini akıl, sır almıyor.
Eğer yargı “kutsiyeti gereği” dik durabilseydi Türkiye bu çirkef bataklıkta çırpınıp durmazdı.

TÜRK HALKININ KİMYASINI BOZDULAR

- 17-25 Aralık’la çocuklarıyla birlikte “devletin malı deniz, yemeyen domuz”
hayasızlığıyla eşi görülmemiş devlet soygununda suçüstü yakalananlar,
- Deniz Feneri’yle 41 milyon yetim hakkı Euro’yu hortumlatanlar,
- Türk yok Türkiyelilik var deyimleriyle ülkeyi parçalayan, Güneydoğu’da fiili bir
Kürt PKK devleti kurdurtanlar,
- Kliniksel bir akıl tutulmasıyla 3 milyon Suriyeliyi davet edip, ülkenin ekonomik,
kültürel ve sosyal yapısını dinamitleyen,
- IŞİD’i silahlandırarak Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu kan gölü haline getirten,
- Yolsuzluklarını örtbas etmek için devleti ve anayasal organları yerle bir eden,
- Anayasa, kanun-nizam tanımayanların yine de yüzde 41 oyla baştacı edildiği bir
ülkeyi tarih yazmıyor.
- Bunların binde biri başka bir ülkede yaşansa meşe sopasıyla kovalanırlardı. Ama bizim ülkemizde (hiçbir şey olmamış gibi) “ar damarları patlamış bir pişkinlikle” halkın huzuruna çıkıp, oy isteyebiliyorlar.

* * *

Varsayılsın ki yüzde 80 oy alarak iktidar oldular. Yedikleri kursaklarından rahatça geçebilecek, ikbal ve saltanatlarını huzur ve gönül rahatlığıyla sürdürebilecekler midir?
Hırsız ve rüşvetçileri yakalayan polis ve savcıların hayatını söndürmek, “hırsız var”
diyen vatandaşları, “yolsuzlukları eleştiren gazetecileri” hapse attırmak her şeyi halledecek midir?
Tüm bunları Tayyip Erdoğan’a söyleyecek bir dostu yok mudur?
Yaşanan tüm bu rezalet ve melanetlere karşın yüzde 41 Türk halkının yine bunlara oy verip, yolsuzluklardan, zulümden, hukuksuzluktan yana bir tavır sergilemiş olması mazoşistlik (acı çekmekten hoşlanma) değil de nedir?
Bu durum dünyadaki sosyolog, psikolog ve siyaset bilimcilerini şaşkına çeviriyor.
Şöyle ki:
Açlık sınırındaki 17 milyon kişiye,
Yaşam savaşı veren 12 milyon emekliye,
6 milyon işsiz,
2 milyon sosyal güvencesiz taşeron işçiye,
“Aile sigortasıyla milyonlarca ev kadınına yasal ve ekonomik olanaklar ve güvenceler getireceğini” beyan ve taahhüt eden CHP’ye bu ezilmiş, gariban halk kitlelerinin hiçbirinden bir tek oy çıkmıyor.
Aksine bir önceki seçimde yüzde 26 olan oy oranı yüzde 25’e düşüyor. İnsanın o halde ne haliniz varsa görün diyesi geliyor. Ama yüreğimiz ve dilimiz varmıyor.