90 yıl önce olağanüstü zeka, basiret, kehanet ve dehasıyla Atatürk, Gençliğe Hitabesi’nde bugünleri aynen şöyle tasvir ediyor;
“Ey Türk Gençliği! (...) Cebren ve hile ile aziz vatanın, tüm kaleleri zapt edilmiş, orduları çökertilmiş, vatan parçalanıp, bölünmüş olabilir. Bütün bunlardan daha elim ve daha vahim olanı iktidara sahip olanlar ‘gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde’ bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri ‘şahsi menfaatlerini’, emperyalistlerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Türk istiklal ve laik Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
Türk Gençliği, Gezi Parkı’nda Atatürk’ün dile getirdiği tüm bu melanetleri eşi görülmemiş bir olgunluk, mizah ve sloganlarla tel’in ediyor. Ancak, ceberut iktidar, “polislerine destan yazdırarak” onlarca genci hunharca öldürttü, gözlerini kör ettirdiler. Ağzını açanı, biber gazları altında coplattı, sesi, soluğunu kestiler.

ATATÜRK’ÜN HİTABESİ BU KEZ TÜRK MİLLETİ’NE

Önceleri Atatürk, “bir millet uyanıyor” sloganıyla halkı şahlandırarak mucize İstiklal Savaşı’nı kazanıyor.
Atatürk sağ olsaydı bugün yaşananlar karşısında “bir millet ikinci kez uyanıyor” diye halkını ateşleyip, yeni bir “uyanış” hitabesiyle Türk Milleti’ne şu şekilde seslenmiş olurdu:
Ey! Türk Milleti: Türkiye’de devleti yönetenler, hayasız bir kumpasla orduyu ve yargıyı çökertip, başta laiklik tüm çağdaş devrimleri bir bir yok edebilirler.
17-25 Aralık dünyada eşi görülmemiş devlet soygununa önce montaj, sonra paralel der, kendilerini suçüstü yakalayan tüm polis ve savcıların hayatlarını söndürebilirler.
Tüm bu yolsuzluk ve hırsızlıklara takipsizlik kararı veren savcı ve yargıçlar üretir, yüz milyonlarca doları bulan rüşvet paralarını “günah işleme özgürlüğü” diye hortumlayabilirler.
Vatanı, laik Cumhuriyeti korumakla görevli anayasal organlar, yargısı, bilgini, aydın, yazar-çizerleri tüm bu melanetlere bodyguardlık yapma yarışında olabilirler.
Rektörler, valiler, milli eğitim müdürleri “yüz milyonlarca dolarlık şilep filoları, hanlar, hamamlar, sit ve kupon arazilerden şaibeli” Bilal Erdoğan’ın maiyet memuru olma zilletine düşebilirler.
“Cumhurbaşkanının telkin ve talimatlarını harfiyen icra eden” bir HSYK, “seçimlerde olası her türlü hile ve desiseleri”, Cumhurbaşkanının anayasaya aykırı söylem ve eylemlerini onaylayan bir YSK yaratabilirler.
İşte bu ahval ve şerait içinde Türk halkının birinci görevi, “laik Cumhuriyeti, ülke bütünlüğünü, sosyal, demokratik hukuk devletini koruma ve kollamaktır.”
Hayasız bir gözü dönmüşlükle halkın namusu ve onuru olan oylarının çalınması halinde “bunlara hadlerini bildirip, gök kubbeyi başlarına indirecek güç ve kudret” Türk halkının asil kanında mevcuttur.
Eğer Türk halkı, Atatürk’ün gaipten gelen bu mesajını yüreğinde hisseder, 7 Haziran’da gerçekleştirip, bunları iktidardan düşürürse 8 Haziran’da Türkiye’nin manzara-i umumiyesi şöyle olacaktır;
- Bir makam, bir unvan uğruna eşine türban taktıranlar AKP’nin 7 Haziran’da iktidardan düştüğünün ikinci günü “eşlerine şapka, kızlarına mini etek” giydirecek,
- Havuz medyası, yandaş basın 8 Haziran’da “Türkiye faşistlerden kurtuldu”, “Erdoğan kendi yaptı, kendi buldu” diye manşetler atacaklardır.
- Bir yanda paraların sıfırlanması, ayakkabı kutuları, Zarrab ve havuz medyasına takipsizlik kararı veren savcılar, diğer yanda Atatürk’e yapılan hayasız hakaretlere kılları kıpırdamayıp, Tayyip Erdoğan’ı eleştirenlere ise hapis istemiyle yüzlerce dava açan savcı ve yargıçlara yarın hesap sorulduğunda “biz her şeyi onun emri, baskı ve tehditleriyle yaptık, Türk Milleti’nden özür dileriz” diyeceklerdir.
- En büyük Brütüs’lüğü Melih Gökçek yapacak. Beyaz TV’de “Ben Ankara’yı, ama onlar Türkiye’yi parsellediler”, Atatürk’ün koşullu olarak bağışladığı Atatürk Orman Çiftliği sit alanına onun emriyle ruhsat verdim, Allah taksiratımı affetsin diyecektir.
Dış ilişkilerde de önemli gelişmeler olacak.
Alman Cumhurbaşkanı, “kendisinin de bir imam olduğunu unutup”, bana “sen bir papazsın, git din işleriyle uğraş” diyen Erdoğan’a ders olsun diye soykırımdan söz ettim, şimdi Türk halkından özür diliyorum diyecek, AB Parlamentosu ise Erdoğan’ın “Ey! Avrupa Parlamentosu” diye yaptığı patavatsızlıklara karşılık olsun diye Ermeni soykırımını kabul kararı aldık, ancak AKP’nin düşmesiyle soykırım için aldığımız karar yok hükmünde olmuştur diyecek, en kısa zamanda Türkiye’yi AB’ye kabul kararı alacaklardır.
Bu şekilde Atatürk Türkiye’si, layık olduğu itibar ve saygınlığa kavuşacak, Türk Milleti rahat bir nefes alacaktır.