Bu hale gelinmesinde 2002’den sonraki Genelkurmay başkanlarının da büyük dahli ve günahı olmuştur. O yılların Genelkurmay Başkanı ordunun darbe yapacağı söylentilerini “Çiğ ete soğan doğramam” diyerek kendi ordusunu harcayan bir komutan olarak tescilleniyor.
Ardından sanal, sehven belgeler, imzasız cemaatçi ihbarları ve terörist gizli tanıklıklarıyla kahraman komutanların hayatlarını söndürttüler.
Özellikle Deniz Kuvvetleri’nde savaş gemisine komuta edecek amiral bırakılmadı. Vatan hainliğiyle eşdeğer bu rezilliklere karşı Genelkurmay başkanları “Yahu siz çıldırdınız mı? Ülkenin bekasının güvencesi milli orduyu nasıl, hangi yetkiyle bu denli çökertiyorsunuz?” diyemediler.
Ordunun onurunun kırılması için yapmadıkları melanet kalmadı. Emekli ya da görevdeki yüzlerce üst düzey general ve amiralleri “terörist yaftasıyla” içeri attırdılar. MGK bildirilerindeki laiklik karşıtları ve irticayla mücadele ibareleri kaldırılarak laiklik karşıtlığı ve irtica hortlatıldı. Genelkurmay istihbaratı MİT’e, jandarma kuvvetleri valilere bağlanarak asker saf dışı edildi.
Oy uğruna PKK’ya dokunulmayacak talimatıyla, devletin gözleri önünde PKK ülkeyi silah deposu ve mayın tarlası haline getiriyor. Bölgede devlet yok olunca Güneydoğu hendeklerle savaş cephesi haline dönüştürülüyor. Genelkurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı’na “efendim, PKK’ya bu müsamaha ülkeye çok pahalıya mal olur. Bunun en büyük bedelini de Mehmetçiklerim canıyla öder” demeye cesaret edemiyor. Şimdi ölen yüzlerce asker, polis, “Cizre, Sur ve Silopi’deki olaylar” bu gafletin sonucudur.
Genelkurmay Başkanı ve Dışişleri müsteşarı, “Rus uçağını düşürme emrini ben verdim” diyerek kendisini alkışlatmasının sakıncalarını Davutoğlu’na anlatma dirayetini gösteremiyor.
Irak hükümetinin karşı çıkmasına rağmen Musul’a asker gönderilmesinin doğuracağı vahim sonuçları Cumhurbaşkanına anlatamıyor, “yarın oradaki askerlerimize IŞİD ya da Irak hükümeti tarafından bir füze fırlatılırsa ne yapacağız?” diyemiyorlar.
Genelkurmay’da,”terörün 2002’deki gibi sıfırlanması için ordunun tüm hak, imkan ve yetkisiyle onur ve moralinin yeniden ihyası gerekiyor. Diğer yanda bölgede demokrasi ve ekonomik refahın sağlanması da zorunlu oluyor. Bunlar gerçekleşmedikçe PKK sorunu çözülmeyecektir” diyecek bir yürekli, yiğit komutan çıkmıyor.

AKP ÜLKEYE NE KADAR KÖTÜLÜK EDERSE O KADAR MÜKAFATLANDIRILIYOR


Başbakan ve Genelkurmay başkanları cumhurbaşkanının emrindedir ama kapı kulu değillerdir.
İki örnek:
Özal döneminde Musul’a girişten söz edilince Genelkurmay Başkanı Torumtay “bu bir çılgınlıktır” deyip, istifa ediyor.
Çiller döneminde Yunanlılar Kardak adasını işgal edip, bayraklarını dikiyorlar. Çiller Başbakanlıkta, Genelkurmay Başkanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, Dışişleri Bakanı’yla kriz toplantısı yapıyor ve komutanlara “gidin onları kulaklarından tutup atın” diye emir veriyor.
Bunun üzerine Deniz Kuvvetleri komutanı Güven Erkaya, Çiller’e “Sayın Başbakan; biz gider onları (elini kulağına götürüp) kulağından tutar, atarız. Ancak bu bir savaş sebebi olabilir. Bunu dikkate almak siyasi iktidara düşer” diyerek Başbakanı uyarıp, soğukkanlılık dersi veriyor.
Bunun üzerine dışişleri müsteşar yardımcısı İnal Batu’nun önerisi üzerine Kardak’ın yanındaki adaya da bizim deniz komandoları çıkartılarak Yunan savaş gemilerinin ricatı sağlanıyor.
Bu olayı, yakın dostlarım merhum Güven Erkaya ve İnal Batu’dan dinledim. Demek ki dirayetli ve kişilikli komutanlar ülkeyi tehlikeye atan siyasi otoriteyi uyarabiliyor. Şimdikileri ise Allah hak getire.
Dünyada yüzü aşkın ülke gördüm. Kendi devletini soyduran, kendi ordusunu çökerten, bir akıl tutulmasıyla Suriye batağına gömülen, tüm dünyayı kendine düşman eden bu kadar cahil, akıl ve idrak yoksunu bir iktidar görmedim.
Her gün bir skandalla uyanıyoruz. Artık millet bağışıklık kazandı. Her şey olağan karşılanıyor.
Halkla alay edercesine ülkeyi çiftlikleri gibi kullanıyorlar. Gazete basan, sokakta gazeteci döven bir kişinin Gençlik Spor Bakan yardımcısı, damat olmaktan başka hiçbir müktesebatı, “devlet umuru” olmayan bir kişinin aynı anda milletvekili ve bakan yapılması sadece Türkiye’ye has bir garabet oluyor.
Tüm bu rezaletler yaşanırken 2002’den sonra AKP’nin imal ettiği “ödleklik ve çıkarcılıktan malul” bilgin, aydın, yazar-çizerler, molla üniversiteler, sarılaşmış sendikalar, milletin a...sına koyan müteahhitlerin, “Yahu ülke yok olursa bizim avantalar, malın, mülkün kıymeti harbiyesi kalır mı” diye en ufak bir gaile ve endişeleri olmuyor. Günlerini gün edip, yola devam diyorlar.
Ülke sahipsiz. Bir kişinin çıkar ve keyfine göre ülke sonu meçhul bir badireye sürükleniyor.
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderimizi?