İlk haber; ‘Kod Adı: U.N.C.L.E.’ adlı Guy Ritchie filminin ikincisi İstanbul’da çekilecek. Eziklik midir nedir, bir filmde İstanbul adı geçince bile kulaklarımı dikiyorum. Uyuşturucu ya da tarihi eser kaçakçılığı konulu bir bağlama yapılınca da omuzlarım düşüyor!
Guy Ritchie sevdiğim yönetmenlerden. Geçtiğimiz yaz ülkemizde de vizyona giren filmi ‘The Man From U.N.C.L.E.’ (Kod Adı: U.N.C.L.E.) da pek keyifliydi.
Bir değil iki çok yakışıklı ajan (Henry Cavill ile Armie Hammer), güzel bir hikaye ve esprili, hınzır bir akış var. 60’ların popüler televizyon dizisinden sinemaya uyarlanan yapım, CIA ve KGB arasındaki gerilimin had safhaya çıktığı soğuk savaş döneminde geçen bir casus filmi.

EZiĞiM iŞTE, SEViNiYORUM!


İlk filmin sonunda görevleri biten ajanlar ayrılacaklarını düşünürken, “Yeni göreviniz İstanbul” sözleriyle şaşırmışlardı. Ben de şaşırıp hemen IMDb’de Ritchie’nin gelecek projelerini izlemeye almıştım. O projeler arasında yok çünkü yönetmen şimdi farklı bir film üzerinde. Ama taze bir röportajında okudum; ikinci film için Türkiye’ye gelecek ve hem İstanbul, hem de birkaç şehirde çekim yapacak. Yani başımız daha fazla belada olmazsa… Eziğim işte, seviniyorum. Özellikle de Armie Hammer geleceği için!


Klişeye uçan tekme


Çok beğenerek izlediğim haberci İrfan Değirmenci, Can Dündar ile Erdem Gül’ün mahkeme sürecini yerinde gözlemledi. Hatta sabah haberlerini bekleyemeyerek Periscope’tan da canlı yayın yaptı. (Olan bitene hâlâ inanamıyorum ama!) Değirmenci’nin oradaki kişi sayısının azlığına tepkisi çok yerindeydi; hele de yargılanan Dündar gibi popüler bir isim olmasa durum ne olacaktı siz düşünün! Değirmenci’nin o gün en beğendiğim, ‘cuk’ isyanı ise şuydu: “Hani bizi kampüslerinize davet edip ‘Sizce basın özgür mü?’ diye sorup sonra selfie çektiriyorsunuz ya sevgili üniversiteliler; artık sormayın!”


Üç kitapla Türkiye


TwItter beni biraz yaşlandırıyor ancak hesaplarına girip dakikalarca takılı kaldığım, çok şey öğrendiğim insanlar var; Gökhan Yücel de (@gokhanyucel) onlardan biri. Biraz bilimkurgu okuyorsanız eğer (ki okumuyor olsanız da bunları okuyun) hemen sizi yakalayacak bir tespit yapmış: “Şu anda Türkiye, zenginler için Brave New World (Cesur Yeni Dünya), muhalifler için 1984, üç yaş üstü okuyan kesim içinse Fahrenheit 451 hizmetleri sunmakta.”

Beni yak, kendini yak


TÜBİTAK’ın, bir kısmını imha etmek üzere 50 bin kitap toplatmasını bence yeteri kadar mesele etmedik ya da mesele çokluğundan kaynadı konu. İmha kriteri: Yerlilik ve kültürel uyum. Olay büyük!


İki film birden


Tam da son James Bond filmi ‘Spectre’ vizyondayken, aslında onunla ve tüm ajan filmi klişeleriyle dalga geçen ve güldüren bir film var. Melissa McCarthy’nin başrolünde olduğu, Jude Law’ın da rol aldığı ‘Spy’ (Ajan). Tavsiye edilir. Ve hâlâ seyretmediyseniz, gülümseten, ağlatan, sonunda çok sevilen: ‘Me and Earl and the Dying Girl’.


Ah o heykeller Troçki’nin evinde kalaydı!


14. İstanbul Bienali, 12 haftada 545 bin izleyiciyle kendi rekorunu kırmış. Bence bu başarıda ‘yer-eser eşleşmeleri’nin etkisi büyük. Normalde giremeyeceğimiz, girsek de kolay ilişki kuramayacağımız çok farklı yerler, harika eserler gördük sayelerinde… Ve bazı yerlerle eserler öyle güzel bir birliktelik yakalamıştı ki, iki unsuru birbirinden ayrı düşünmek zor. Hele ki Adrián Villar Rojas’ın bienale, ‘Tuzlu Su’ya, Troçki’nin evine özel yaptığı ‘Annelerin En Güzeli’ adlı eseri. Bir tür Nuh’un gemisi göndermesi yapıyormuş gibi duran ama sırtlarında, omuzlarında, kucaklarında, kendi kötürüm gölgelerini taşıyan dev hayvanlar… Onlar muhteşemdi. İsterdim ki, biri onların hepsini alsın ve tümü orada kalsın. Ama tabii ki mümkün olmuyor. Şimdi o heykellerin her biri farklı koleksiyonerler tarafından alınmaya başlanmış bile. Sanırım bir ya da ikisi Türkiye’de kalacak ama ilk alıcı Dubai’den.


Lucas’ın favori Star Wars karakteri


Tutkunu olmayanlar kusura bakmasın, yeni filmin gösterimine az kaldı ve biz biraz ‘Star Wars’ (Yıldızlar Savaşı) konuşacağız! Vanity Fair dergisi, serinin yaratıcısı George Lucas’la bir röportaj yapmış ve beklemediğim bir ayrıntı ortaya çıkarmış. Lucas’ın favori karakteri Jar Jar Binks imiş. Benimki değişmez; R2D2! Cumhuriyet onsuz kurtulamaz…

Sosyal sorumluluktan boğulurken


Sosyal sorumluluk denince bizde bazı ünlüler, ücretsiz/gönüllü katkı yapılacak bir olayı duyurmak için ücret almayı tercih ediyor! Tabii inandığı proje için canhıraş çalışanlar da yok değil. Ama Mert Fırat, başkasının eliyle yapmıyor yardımı. ‘İhtiyaç haritası’ adlı projeyi düşünmüş, oluşturmuş, güzel bir ekiple harika işler yapıyor. Ben de yeni kayıt oldum ve mutluyum.