Önceki gün yakın bir arkadaşımın bürosunda İstanbul’un eski ünlü valilerinden Nevzat Ayaz ile karşılaştım. Sohbet sırasında “85 yaşındayım” dedi ama maşallah hiç göstermiyordu. Çok dinçti.
1979 ile 1988 yılları arasında yaptığı İstanbul Valiliği’nden beri onunla dostluğumuz devam eder.
Nevzat Bey, İstanbul’dan sonra İzmir Valiliği yaptı, milletvekili oldu, Milli Savunma Bakanı olarak ülkeye hizmet etti. Kaliteli bir devlet adamıdır.
Kenan Evren’in ölümünden sonra ağır saldırılara hedef olması, Nevzat Ayaz’ı üzmüş görünüyordu. Haksızlık yapıldığını ifade ederek şunları söyledi:

* * *

“Evet, bir darbe oldu ama... Evren Paşa bunu durup dururken mi yaptı? Ben o tarihte İstanbul Valisi’ydim. Her gün ortalama 15 kişi öldürülüyordu. Yurdun diğer yerleri de pek farklı değildi. Ben bir vali olarak, bu anarşi kurbanlarını gördükçe kahroluyordum. İstanbul’un rahmetli Emniyet Müdürü Şükrü Balcı ile gece gündüz, bu olayları durdurmaya çalışıyorduk ama olmuyordu. Şükrü Bey geceleri birkaç saat ya uyuyor, ya uyuyamıyordu. İşte bu ortamda 12 Eylül Askeri Darbesi oldu, terör ve anarşi bitti. Ben, 12 Eylül’den sonra 8 yıl daha İstanbul Valisi olarak görev yaptım.”

* * *

Nevzat Bey haklıdır. Rahmetli Emniyet Müdürü Şükrü Balcı benim de dostumdu. Nasıl olağanüstü çaba gösterdiğini bilirim. Bir gazeteci olarak birçok anarşi olayına tanık oldum, sağcı ve solcu öğrencilerin, kovboylar gibi silahlarını çekip birbirlerini öldürdüklerini dehşet içinde gördüm.
Davulun sesi uzaktan hoş gelir. O günlerin korkunçluğunu yaşamayanların bugün hariçten gazel okumaları en azından ayıptır!

“Lordlar Kamarası”

Gecikmiş bir yazı bu...
Ankaralı gazeteci dostum Talat Atilla, yazdığı kitabı, 5 yıl önce bana yollamış.
Kitabın adı: “Lordlar Kamarası”
5 yıl gecikmeyle okudum. Neden?
Dediğim gibi Talat, kitabını imzalayıp yollamış...
Ancak... Bana, ülkenin her yanından o kadar çok kitap geliyor ki, Talat Atilla’nın kitabı, onların arasında kaybolmuş...
Yıllar sonra, 3 bin kitaplık kütüphanemde bir çalışma yaparken, tesadüf sonucu “Lordlar Kamarası” kitabı elime geçti. Okumaya başladım.

* * *

Aaa... O da ne? Nasıl bir kitap bu? Elimden bırakamadım.
Talat Atilla, mizahi bir üslupla gazetecilik anılarını anlatıyor.
Turgut Özal’dan Tayyip Erdoğan’a, Tansu Çiller’den, Ahmet Necdet Sezer’e kadar onlarca anı... Okurken gülmeden edemiyorsunuz.
320 sayfalık kitabı, iki gece içinde okuyup bitirdim.
Piyasada hâlâ var mı, bilmiyorum. Bu nedenle size “Alın okuyun” diyemeyeceğim. Çünkü bulamama ihtimali var.
Bilgi Kitabevi “Lordlar Kamarası”nın yeni bir baskısını yaparsa, aklınızda bulunsun diye bunları yazdım.

Alkent’te cinayet (2)

Dün Etiler Alkent Sitesi’ndeki doğa cinayetinden söz etmiştim.
Mimoza-4 Bloğu’nun yanında, keyfi bir şekilde kesilen koca çam ağacının çapı yaklaşık yarım metre idi. Ağacın, kesildikten sonra geride kalan kısmı bir “Utanç anıtı“ gibi duruyor, bunu gören Alkent sakinleri:
“Vah vah! Çok yazık! Kesenlerin elleri kırılsın!” diye olayı protesto ediyordu.
Baktılar ki tepki büyük ve bunun sonu gelmeyecek, iki işçi tutup, ağacın toprak üstünde kalan iki karışlık son kısmını da kazmalarla parçalatarak üzerini toprakla örttüler.
Alkentli yöneticiler böylece geride utanılacak bir görüntü bırakmamaya çalıştı.
Yani, kedi pisliğini örter gibi, ayıplarını örttüler!
Ancak, o ayıp yakalarına yapıştı bir kere! Artık hiçbir çaba o utancı silemez!

Te­bes­süm

Suya düşen nasıl kurtarılır?
Temel üniversite öğrencisidir.
Profesör, denizde boğulma tehlikesi geçirenlerin nasıl kurtarılacağını uzun uzun anlatır. Ve bu ders boyunca sürer.
Hoca, sonra da, öğrencilerin anlayıp anlamadığını kontrol etmek ister. Gözüne Temel ilişir, ona “Anlat bakalım, denize düşen adam nasıl kurtarılır?” diye sorar.
Temel “Kolaymış valla hocam” der ve profesörün dersini şöyle özetler:
“Önce adam sudan çıkarılır, sonra da su adamdan çıkarılır!”

Gü­nün Sö­zü

Çağdaş yargının görevi, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini devlete karşı korumaktır!