Çok canımız yandı.
Can Dündar, Erdem Gül gibi sevdiğimiz isimlerin gazetecilik yaptığı için casusluk, terör gibi absürt görünen iddialarla tutuklanması hayli üzdü.
Bugün köşe yazarı arkadaşlarım ve büyüklerim bu konuda zihin açıcı ya da duygularını paylaşan yazılar paylaşacaktır eminim ki.
Bense bir fotoğrafa ve onun düşündürdüklerine takıldım.
Mahkemenin kapısında çekilmiş bir fotoğraf bu.
Can Dündar gülümsüyor fotoğrafta.
Eşi Dilek Hanım’ın yüzünde donmuş bir gülümseme var.
Meğerse tutuklama kararının açıklandığı gün evlilik yıldönümleriymiş.
Dilek Dündar belli ki sağlam çıkmış yola.
Çok değil, birkaç yıl önce eşi hayatın en tatsız tuzaklarının birinde hayatının en berbat performansını sergileyip tanıdık kokulardan uzaklaşıp bazı ‘yenilerin’ peşinde koşarken hayatının en zor kararlarından birini vermek zorunda kalmıştı.
Böyle hallerde kalmak zor olandır. Savaş alanını terk etmeyip kanının son damlasına kadar sevdiğin adam için kanını akıtmayı göze alırsın.
Belli ki Dilek Hanım, erkeğinin yanında (hayır, arkasında veya bir adım gerisinde değil! İslam Cumhuriyeti mi burası yahu!) durma kararı aldığında bunu sahip olduğu konfor bölgesini terk etmemek için yapmadı.
Sevgisine tutundu.
Dün bütün gün gazetedeki fotoğrafta, ülkenin en büyük adliyelerinden birinde, o adliyeden büyük bir dev gibi oturdu eşinin yanındaki taşta.
Belli ki bu korkunç günleri de atlatabilecek kadar sevgisi, saygısı ve inancı var yanındaki adama.
Bizim Can Dündar’a sevgimizin, saygımızın, sosyal medyada bas bas “Can Dündar yalnız değildir” diye bağırmamızın pek de önemi yok.
Önceki gece Can Dündar tek başına, Silivri’de bir hücrede geçirdi geceyi.
Dilek Hanım da özgür dünyadaki esaretinin ilk gecesinde yapayalnızdı.
Dilek Hanım’ın sınavı şimdi başlıyor. Sırtında mermi taşımayacak belki ama eşinin tüm yükünü alacak omuzlarına. Nefesi, gözü, özlemi, gözyaşı olacak geceleri bir hücrede tek başına uyuyan sevgilisinin...
Hep şiddetle, kanla, gurur kırıcı haberlerle çıkıyoruz biz kadınlar gazete manşetlerine bu ülkede.
Bu kez bir ada olarak çıktık manşetlere.
Twitter’daki kullanıcı adı ‘Can Dündar Adası’ olan adamın geceleri hayalinde sığınacağı, yeşil düzlüklerinde özgürlük hayalleri kuracağı, her şeyden ve herkesten kaçıp sığınacağı dev bir ada olarak!
Allah yardımcısı olsun demeyeceğim Dilek Dündar’a.
Onun içindeki kudret yardımcı olacak gibi görünüyor.
Allah tez zamanda ve sağsalim kavuştursun demek istiyorum.
O sevgi dolu özgürlük sarılması mümkün olan en kısa zamanda gelsin kollarına.
Kadını horlayan, ittiren, kaktıranlar, eve kapatmaya çalışanlar, her lafa “Bunu da biz biliriz” diye başlayanlar bilmez bu duyguyu.
Kusura bakmayın (ya da bakın, siz bilirsiniz) ama bunu en iyi biz biliriz!


SAVAŞIN ŞAKASI OLMAZ


Kore’de yatan şehitlerimizi ziyaret ettim. İnsan bazı şeyleri görünce daha iyi idrak ediyor.
Önceki gün Kuzey Kore Busan’da Birleşmiş Milletler Anma Mezarlığı’na düştü yolum.
Çok ama çok sarsıcı bir deneyimdi.
Gencecik yiğitlerimiz, analarının mezarlarına binlerce kilometre uzakta uyuyorlar...
Çoğu 20 yaşında. Binlerce kilometre uzakta, başkalarının savaşı için can vermiş 1000 küsur evladımız.
Allah var, Kuzey Kore saygıda kusur etmiyor şehitlerimize.
Şehitlikte Türkçe sunumla başlıyorsunuz güne. Ve sonra çok bakımlı bir mezarlıkta savaşın korkunç yüzü ile baş başa kalıyorsunuz.
“Keşke” diye başladım cümleye...
20 yaşındaki bir erin mezarının başındayken.
“Keşke bugünlerde Rusya’ya savaş açılsın diye bağırıp duran klavye delikanlılarına özel gezi yapılsa binlerce kilometre ötedeki bu memlekete. De, anlasalar savaşın şakası olmadığını!” dedim.
Ama ne çare... Başkalarının evlatlarının cepheye sürüleceğinden emin olanlara savaş diye tepinmek de kolay. Keşke birkaç dakika o dünyanın öteki ucundaki şehitlikte hepsi 20’li yaşlarının başındaki Fransız, ABD’li, Kanadalı, Büyük Britanyalı silah arkadaşlarıyla yatan aslanlarımızın şehitliğindeki acı sessizliği dinleselerdi.
Belki birkaç şey değişirdi hayatlarında...
Şehitlerimize Allah gani gani rahmet eylesin.
Ülkemiz böyle acıları bir daha yaşamasın inşallah...