Basın tarihinde polemik hep vardı. Fakat bugüne kadar hiç bu derece nefret dolu ve bayağı olmamıştı. Basında ilk polemik 1831 yılının son ayında; Suriye’nin ilhakı konusunda çıktı! Vekayi Mısriye, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Şam üzerine yürümesinin haklı gerekçeleri olduğunu yazarken, Saray’ın resmi organı Takvim-i Vekayi bunu “bölücülük” olarak değerlendirdi.
Osmanlı ile Mısır arasındaki savaş aralıklarla 10 yıl sürerken iki gazete polemiğe ara vermedi. Durun hemen sıkılmayın! Bayram tatilinde sizleri daha yakın tarihimizden ünlü gazetecilerin katıldığı magazin ağırlıklı bir polemiğe götüreceğim...


Hasan Pulur

Tarih: 1 Ekim 2006.
Hasan Pulur Milliyet’teki köşesinde “Köşe yazarı nasıl olunur?” başlıklı makale yazdı:
“Küçük Hanım’ın canı gazeteci olmak, yazı yazmak istiyormuş, ne yapsın?
Bize göre en doğrusunu yapmış, yazılarını Hıncal Uluç’a vermiş:
‘Ben mesleği öğrenmek, haber yapmak, koşmak, masaların üzerinde sürünmek istiyorum; beni harcayın, köpek edin!’ demiş...
İçini, ne kadar içtenlikle dökmüş değil mi?
Ya adam seçimindeki isabet!
Hıncal Uluç, sağ olsun kızcağızı fazla köpek etmemiş, ‘Gel benim köşemde takma isimle yaz!’ demiş. (...)
O gün bugün talihi açılmış, herhalde başta Hıncal Uluç, elini tutan ‘Yürü ya kızım!’ demiş ki, çok yol almış çokkk! (...)
Sonra gel zaman git zaman ‘Vatan’dan teklif gelmiş, o da kalkmış gitmiş. İş görüşmesini Haşmet Babaoğlu yapmış. İş miş derlerken mercimeği fırına vermişler.
(...) Peki Hıncal Baba’sı bu ‘seviyeli birliktelik’e ne diyormuş ya da ne demiş?
Gülmüş, hanım kızımıza ‘Seni iş için yolluyoruz, yaptığın işe bak!’ demiş...
Sanki bu iş değil?
Diyeceksiniz kim bu?
Ayşe Özyılmazel...
‘Sabah’ gazetesinin eki ‘Günaydın’ın köşe yazarı...
Biz ‘Gazetecilik, köşe yazarlığı meslek değildir’ dediğimiz zaman tepesi atanlara saygıyla sunarız.
Gazetecilik, köşe yazarlığı ‘meslek’ değil, iştir iş!
Nasıl iş?
İşte böyle bir iş!
Sinemanın kadın, kız oyuncularına yakıştırılan hoş olmayan bir deyim vardır:
‘Onların yolu, yönetmenin yatak odasından geçer!’ diye...
Artık bu iftiradan vazgeçsek iyi olacak...”

HINCAL ULUÇ’UN TEPKİSİ

Hıncal Uluç

Tarih: 3 Ekim 2006.
Hıncal Uluç, Pulur’un yazısına aynı sertlikte yanıt verdi:
“İğrenç bir yazıydı.. Aşağılık.. Pislik.. Okurken kusmak istedim.. Çöpe atsam kirletir..
Öylesi..
Daha önemlisi, bu çirkin, bu ayıp, bu yüz karası, bu meslek utancı yazının altında, bu meslekte en sevdiğim, en saydığım, bu köşede defalarca sevgi ve saygıyla andığım, ağabey dediğim bir imzanın olmasıydı..


Neco

Hasan Pulur (Ona artık ağabey demem söz konusu değil..) bu yazıyı bir bunalım, bir kriz anında mı yazmış?.. Yoksa sarhoş muymuş yazarken?. Ya da feci bir kıskançlık krizine mi girmiş, ‘Ben fena halde yaşlanırken köşeler pırıl pırıl gençler tarafından işgal ediliyor’ diye..
Belki hepsi.. Belki hiç biri.. Ama bildiğim Hasan Pulur’un derhal bir ruh doktoruna ihtiyacı var. (...)
Başından sonuna aşağılayıcı bir ifade ile yazılan yazıyı buraya aynen almak isterdim, nasıl bir rezillik olduğunu göresiniz diye.. Ama köşem kirlenir. (...)
Bu utanç verici yazı günümüz gazetelerinde köşeler işgal eden, her birini büyük keyifle okuduğum genç kadın köşe yazarlarının tümüne saldırı aslında..
Hasan Pulur, yarım asrı aşan meslek yaşamı boyunca hiç mi yetenekli bir gence rastlamadı?.. Hiç mi yetenekli bir gencin elinden tutmadı?.. Tutmak için yatak odasını şart mı koştu ona?..


Ayşe Özyılmazel

Hasan Pulur başta Ayşe bir yığın genç kadın gazeteciye salyalarla saldırarak çok çirkin bir gazetecilik örneği vermiştir.
Hasan Pulur, derhal, çok açık ve çok net bir ifade ile bu rezil yazıyı yazdığı sütunlarda, özür dilemelidir.”
Hasan Pulur özür dilemedi.
Fakat...
Tam konu kapandı derken...

AHMET HAKAN’IN ESPRİSİ

Hasan Pulur’un çok kimseyi şaşırtan o sert yazısının üzerinden 1.5 ay geçmişti ki...
Tarih: 16 Kasım 2006.
Ahmet Hakan, Hürriyet’teki köşesinde “Kayınpeder Esprisi” başlıklı yazı kalem aldı:
“Fonda ‘Nerde hani’ şarkısı çalıyordu. ‘Matrak arkadaşım’ gömüldüğü gazeteden kafasını kaldırdı ve şöyle dedi:


Ahmet Hakan

‘Duydun mu? Haşmet Abi’nin kayınpederi evden firar etmiş.’

Hangi ‘Haşmet Abi?’ ‘Kayınpeder’ kim?
‘Firar etmek’ ne demek? Sabah mahmurluğu içinde olayı anında çakamadım. Ama gazetedeki habere şöyle bir bakınca olayı kavradım:
Meğer bir ara ‘Ay Neco’nun karısı ne kadar genç! Kızlarından ayırt etmek farksız’ diye selamlanan ve bu gazlama nedeniyle ‘Genç ve güzel kalmanın sırları’ tarzı kitaplar yazdırılıp hepimizi terörize eden ‘hanımefendi’, Neco Bey tarafından terk edilmiş! İşin bu kısmı beni ilgilendirmez ama şu hain ve acımasız ‘kayınpeder esprisi’ne bayıldığımı ifade etmeliyim. Yaşasın kötülük!”
Ve ne oldu ise, bu yazıdan sonra oldu...

HAŞMET BABAOĞLU SALDIRDI


Haşmet Babaoğlu

Hürriyet’te çıkan yazıyı okuyan Haşmet Babaoğlu Nişantaşı’nda gittiği kafelerde Ahmet Hakan’ı aradı. Ve onu Akşam yazarı Mansur Forutan ile bir kahvede çay içerken buldu.
Kavga yumruklaşma eşiğine gelmeden araya girenler sayesinde sona erdi.
Ancak...
Bir gün sonra...
Tarih: 17 Kasım 2006.
Haşmet Babaoğlu, Vatan’daki köşesinden Ahmet Hakan hakkında şunu yazdı:
“Çok büyük bir gazetemizde kendine köşe bulmuş bu kişinin işi sürekli ona buna sataşmak...
Ünlüler ve gazeteciler arasından hedef seçtiklerine laf atıyor; bunu yaparken zavallılıklarını, komplekslerini sergiliyor ve ne yazık ki bunları da polemik diye yutturmaya çalışıyor.
‘Nasıl laf soktum ama...’ duygusunun hain hazlarına kilitlenmiş halde yazıp duruyor.
Yazdığı her ‘acıtıcı’ satırdan sonra da kötü tüccarlar gibi yağlı ellerini ovuşturup gülüyor.
Sonunda ne göreyim; benim adımı da geçirmiş bir yazısında, aklı sıra benimle eğlenmiş.
E, hakkını teslim etmek gerek! Kalemi kıvrak.
Mansur Forutan

Fakat ruhu yavşak!
Kendisi gibi kompleksleri paçalarından akan ve yanından hiç ayrılmayan arkadaşıyla birlikte günlerini geçirdiği Teşvikiye kafelerinden birinde dün yüz yüze hesaplaşırken anladım ki fena halde de korkak!..
Adını anmıyorum. Çünkü biliyorum ki o güzel adı, bu adamdan utanıyor...”
Aynı gün...
Ahmet Hakan köşesinde bu olaya yer verdi:
“Dün bu sütunlarda ‘evinden firar eden’ şarkıcı Neco için ‘Haşmet’in kayınpederi’ dedik ya...
Haşmet bu işe acayip bozulmuş.
Kendisi özel alanımıza girip bir tiyatro çevirmeye kalkıştı:
Bir yandan ‘Tutmayın beni’ pozlarına girip tutulup tutulmadığını kontrol etti, bir yandan da ‘Bir duygu insanı Haşmet’ imajını yerle bir ederek ağza alınmayacak küfürler yağdırdı.
Neymiş?
Neco’yu tanımlarken ‘Haşmet’in kayınpederi’ demişiz.(...)
Zıvanadan çıktı da ne oldu sanki? Ne olacak?
En babasından bir ikiyüzlülükle daha müşerref olmuş olduk.
Şöyle ki:
Sen ağlak şiirler okuyup ‘Duygu... Biraz duygu... Bütün istediğim buydu’ falan diye inleyeceksin... Sonra da ‘minicik bir espri’ karşısında, üzerinde sakil mi sakil duran bir sokak çocuğu pozu takınıp küfürler yağdıracaksın!
Peki... Haşmet’in bu haliyle bizi yıldırma ihtimali var mı?
Ne gezer!
İşte şimdi de bütün pervasızlığımızla kendisine ‘Neco’nun damadı!’ diyoruz.
Hadi bakalım... Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.
Haşmet’ten korkan Haşmet gibi olsun.”
Bir gün sonra...
Tartışmaya “kavganın tanığı” Akşam yazarı Mansur Forutan da katıldı:
“(...) Cılız küfürleşmeler ‘kahrol düşman, al sana bomba’ kıvamından öteye geçmedi. Bi’ ara desibel yükselince Haşmet B’yi tuttum ki rezalet çıkmasın. Zaten bundan daha rezil bir durum da olamaz benim için...
En son, Haşmet B medya etiği üzerine kısa bir vaaz verip gene bi’ şeylerin altını çizip gitti. Olay budur...
Pederin notu: İtibarı 30 yılda toplarsın 30 saniyede verirsin.”
Bu polemik diğer gazetelerin “iştahını” açtı:
19 Kasım’da Sabah ve 21 Kasım’da Milliyet, Haşmet Babaoğlu ile röportaj yaptı.
Sabah’a; “maalesef onları yanlış yerde yakaladım yoksa iki tokat çakacaktım” dedi.
Milliyet’in “şiddete başvurduğunuz için eleştiriliyorsunuz sorusunu, “yazıdan anlamıyorlar” diye yanıtladı Babaoğlu.
Durun daha bitmedi...

OKAN BAYÜLGEN DE PAYINI ALDI


Oray Eğin

Tarih: 26 Kasım 2006. Hıncal Uluç bu kez yumruklaşmaya varacak tartışmayı köşesinde değerlendirdi:
“Sevdiği kadına, o kadını kullanarak kendisine karşı sinsi sinsi sürdürülen bir aşağılama kampanyasına karşı, adını, itibarını, kimliğini ortaya koyup kavgaya girmek için, sevmeyi bilmek gerek..
Haşmet’i bir kez daha, hem de nasıl kıskandım..
Uğruna kavga edeceği bir kadını var!.. Kavga edecek kadar sevdiği..
Uğruna kavga edecek kadını, ya da uğruna kavga eden erkeği olmayanlar mı saldırıyor Haşmet’e acaba?..
‘Ben Haşmet.. Babaoğlu Haşmet’ diyecek, diyebilecek ender adamlardan biri o!..
Nesli tükenen bir şövalye!..”
Ve...
Bir gün sonra...
Ahmet Hakan hemen yanıt verdi Uluç’a:
“Mevzu tatsız mı tatsız, bütün içtenliğimle ‘Kapatalım, bitsin’ diyorum ama ‘Çete’ bir türlü durmuyor.
Bu sefer de Haşmet’in Hıncal Abi’si topa girmiş.
Oysa bir süre susup oturmasını hayra yormuş, içimden ‘Herhalde ‘Oğlum Haşmet, delirdin mi, ayıp değil mi? Kendine gel’ falan diye bir ‘abilik’ yapıyordur’ demiştim.
Ve fakat... Heyhat!
Okan Bayülgen

Düşünmüş, taşınmış ve bulabildiği çıkış noktası şu olmuş:
Haşmet, sözüm ona sevdiği kadın uğruna dövüşmeyi göze almış. Şövalyeymiş falan. En sahtesinden ve kabasından bir magandalık olayından ‘şövalyelik’ çıkarmak, ancak bir ‘Takvim yaprağı arkası filozofu’na yakışırdı.
Yakışmış da.(...)
Peki ‘Uğruna kavga verilecek bir davaya sahip olmak’, şiddeti meşru mu kılacak? Bırakın meşruiyet kazandırmayı, bu tür adamlara güzelleme mi yapılacak?..”
Polemik televizyon ekranlarına taşındı.
Okan Bayülgen, Kanal D’deki “Makina” programında konuyu tartışmaya açtı. Oray Eğin, “kelimelerin tükendiği yerde şiddet devreye girdi” deyince, Haşmet Babaoğlu programa telefonla bağlandı:
“Bu kavga yazarların değil kişilerin kavgasıdır. Üzgünüm ama pişman değilim.”
Tarih: 3 Aralık 2006.
Ahmet Hakan programındaki tavrı nedeniyle Okan Bayülgen’e seslendi:
“Birkaç gariban medyatik şöhrete ‘Medya arkası’ yapıp laf sokuşturarak ‘Aykırı’ olmak kolay! Oysa ‘Yaptığı magandalığı savunan adam’la da kafa bulman gerekirdi.

Hem de... O ‘maganda’nın arkasındaki ‘çete’den ürkmeden. O ‘maganda’nın ‘Kendimi sana yakın hissediyorum’ türünden basit ve hesapçı stratejilerini dikkate almadan.
Hani ‘Okan seni çok seviyorum’ diye bağıran kızların telefonlarını hiç acımadan yüzlerine kapatıyordun ya...
İşte tam da böyle. Ancak bunu yaparsan, senin hesapsız bir aykırılığı benimsediğini düşünebiliriz.
Yoksa.. ‘Abi... Abicim benim... Seni üzmedik değil mi abicim?’ diyerek nereye gidebilirsin ki?”
Sonuçta...
Bu polemik 28 köşe yazarına 32 kez konu oldu!
Polemikle ilgili 194 haber yapıldı.
Basın tarihinin en sert polemiği bu oldu.
Zamanla...
Köprünün altından çok sular aktı.
Hıncal Uluç, Babaoğlu’na darıldı; Ahmet Hakan’la sık sık buluşup bol kahkahalı sohbetler yaptı. Vs.
Ama...
Kimse kimseye “seni istesek öldürtürüz” demedi.
Basın tarihi, yandaş medya sayesinde geçen hafta bunu da gördü.
Bugün... Yandaş medyadaki kin dolu yazıları okuyup, konuşmaları dinleyince, 184 yıllık basın tarihimizin renkli polemiklerini insan özlüyor...