5 bin polis görev yapıyordu.
Tonlarca biber gazı, panzerler ve TOMA’lar kullanılmayı bekliyordu.
2 helikopter tehlikeli hareketlenmeleri havadan kontrol ediyordu.
Zira beyefendiden gelen emir çok net ve kesindi:
Kentin meydanları ve ana caddelerinde yürüyüşe izin verilmeyecek, ısrar edenler biber gazı ve boyalı su sıkılarak dağıtılacaktı. Gözaltına alınanlara ise “Ergenekon terör örgütüyle birlikte hareket edip hükümeti görev yapamaz hale getirmek amacıyla eylemde bulunmaktan” yasal işlem uygulanacaktı.
Çünkü burası demokratik hukuk (!) devletiydi.
Ergenekoncu hainlere (!) gereken ceza verilmeliydi!..
* * *
Tüm yıldırma çabalarına karşın Türkiye Gençlik Birliği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Atatürkçü Düşünce Derneği ile çeşitli sivil toplum kuruluşları, demokratik haklarını kullanarak “Halk Buluşması” nı gerçekleştirmeye kararlıydı. Çeşitli kentlerden bu büyük buluşmaya gelenleri taşıyan otobüslerin yola çıkmalarına izin verilmemesine karşın, sabahın erken saatlerinden itibaren on binler meydana akın
ediyordu.
* * *
Toplananlar alana sığmaz olunca, coşkulu kalabalık çevreyi kuşatan bariyerleri aşıp yürüyüşe geçmeyi denedi. En öndekilerden biri de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ydu. Kılıçdaroğlu “Demokratik ülkelerin örnek alınmasını ve yurttaşın anayasal hakkını kullanmasının önündeki engellerin, yani bariyerlerin kaldırılmasını” istiyordu. Ama dinleyen yoktu. Dedik ya emir büyük yerden gelmişti!
Nitekim hareketlenen kalabalığa polisin sert müdahalesi gecikmedi. Yaşlı, genç, kadın, erkek ayırımı yapmaksızın herkese biber gazı ve tazyikli su sıkılıyor, ellerinde Türk Bayrağı taşıyanlar saçlarından çekilip yerlerde sürükleniyordu. “Bayrak taşımak suç mu” diye feryat eden yaşlı bir kadın ise kameraların önünde acımasızca tekmeleniyordu.
Ortalık adeta savaş alanını andırıyordu.
Birkaç saat süren meydan savaşında 43 yurttaş ve 9 polis yaralanıyordu.
* * *
Peki ne zaman, nerede ve niçin yaşanıyordu bu savaş?
29 Ekim 2012’de, Cumhuriyet’in Başkenti Ankara’da...
Nedenine gelince:
AKP iktidarı, yurttaşların Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk’ün Anıtkabir’ine gidip, ona olan sevgisini ve bağlılığını göstermesini istemiyordu.
O tarihlerde AKP, PKK ve “Paralel” kolkola olduklarından, Atatürkçülük neredeyse hainlikle eşdeğer görülüyordu!
Baskılar o boyuta varmıştı ki, Atatürk’ün heykellerine çelenk bırakmak, hatta yaklaşmak bile yasaklanıyordu.
Dahası, Cumhuriyet Bayramı’nı pastanelerde kutlayan bazı valiler, yakın tarihimizin bu en büyük günüyle dalga geçtiklerini sanıyorlardı!
Ama o gün halk, tüm engelleri aşıp Anıtkabir’e ulaşmayı başarıyordu.
* * *
Bir de günümüze bakar mısınız?
Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamak için Anıtkabir’e gitmek isteyenlere kan kusturanlar, seçim takvimine denk düşünce, birden Cumhuriyet sevdalısı oldular!
Seçmen seyahate gitsin ve oy kullanmasın diye, tatili 4 güne uzattılar. (Devlet okullarında ise 5 gün)
Cumhurbaşkanı’nın davetlisi olarak Saray’a 81 ilden 10’ar kişi çağırdılar.
Şimdiden “Cumhuriyet” nutukları atmaya başladılar.
* * *
Sizi bilmem ama bu ikiyüzlülük bana merhum Abdullah Yüce’nin muhteşem sesiyle meşhur ettiği o unutulmaz şarkıyı hatırlatıyor:
“Be ne sevgi ah, bu ne ıstırap!..”
Bu ne sevgi ah bu ne ıstırap!..
Uğur Dündar
Yayınlanma: