Nereye gitsem, kimle konuşsam hep aynı soruyla karşılaşıyorum:
“Uğur Bey, ne oldu da terör 7 Haziran seçimleri sonrasında birdenbire azdı?”
Ben de başlıyorum anlatmaya:
Adı ne olursa olsun, PKK ile müzakereler, küresel gücün bastırması ve AKP’nin de peş peşe yapılacak anayasa referandumu ve Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi gibi çok kritik süreçlerde çatışmasızlık ortamına ihtiyaç duyması nedeniyle, 2009’da Oslo’da başladı.
“Oslo Masası”nda ortada İngiliz oturuyor, bizim MİT ile terör örgütü temsilcileri onun sağında ve solunda yer alıyorlardı.
O görüşmenin en dikkat çekici ve asla unutulmaması gereken bölümü; bir MİT yetkilisinin PKK’nın şehirleri, hatta metropolleri patlayıcı deposu haline getirdiğinin, kendileri tarafından bilindiğini söylemesiydi!
Bu konuşma çok ama çok önemliydi. Zira aradan yıllar geçip 7 Haziran seçimlerinden sonra terör ülkeyi kan gölüne çevirince, Cumhurbaşkanı Erdoğan da aynı itirafı yapacaktı!

* * *

Oslo’dan sonra pazarlıklar, İmralı Adası’nda, terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’la sürdürüldü.
Görünürde her şey güzel gidiyordu. “Akil İnsanlar” topluluğu yurdu geziyor -içeriğinde ne olduğunu bilememelerine rağmen- halka açılım sürecinin faziletlerini anlatıyorlardı!
Habur’da teröristlerin ulusal kahraman havasında karşılanmaları ve Türk yargısının PKK’lıların ayağına kadar götürüldüğü rezaletler bir yana bırakılırsa, eli silahlı PKK da, AKP’nin devletteki iradesi de gidişattan çok memnundu!
Hele Abdullah Öcalan’ın Nevruz’larda verdiği mesajlara diyecek yoktu!

* * *

AKP işte bu iklimde, yaratabileceği siyasi rantı fazlasıyla elde ediyordu.
Çatışmasızlık ortamında gerçekleşen kritik seçimlerden, umduğunun ötesinde kazançlı çıkıyor, Kürt seçmenlerin büyük çoğunluğu, oylarını AKP’ye veriyordu.
Ancak hiç beklenmedik iki gelişme yaşanacak ve bu yalancı bahar ansızın sonlanacaktı.
Bunlardan biri, AKP’nin feci yanlışlıklarla dolu Suriye politikasında önünü görememesinden kaynaklanıyordu. Zira Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, Ortadoğu’da yeniden Osmanlı hayali peşinde koşarken, PKK-PYD’nin silahlı gücü, bizim sınırımızın dibinde yüzlerce kilometre uzunluğunda bir toprağa ve bayrağa sahip olmuştu.
Dengelerin değiştiğini geç de olsa fark eden AKP iktidarı, karşı hamle olarak IŞİD’i el altından destekleyip, PKK-PYD’nin önünü kesmeye çalıştı. Ancak küresel gücün şiddetli tepkisiyle karşılaştı. Çünkü onların yeni müttefiki ve İsrail’in Şii tehdidine karşı güvencesi, artık Müslüman Kardeşler’in Türkiye’deki ruh ikizi olan AKP yönetimi değil, daha seküler buldukları Kürtlerdi.
Bu destek birçok kez dile getirildi. Diplomatik üslupla Türkiye’ye PKK yerine IŞİD’in üzerine gitmesi önerildi!

* * *

İkinci nedene gelince...
PKK sadece toprak ve bayrak sahibi olmakla yetinmemiş, açılım sürecindeki AKP gafletinden yararlanarak, dilediği ölçüde silahlanmıştı. Öyle ki; terör örgütü Türkiye’de bazı bölge ve kentleri adeta bir patlayıcı deposu haline getirmişti.
Ayrıca bu bölgelerde adı konulmamış fiili bir özerklik durumu da ilan etmişti.
Toprak, bayrak ve silahın yanı sıra, kendi öz güvenlik teşkilatı, mahkemeleri, gümrük kapıları ve yerel yönetimler üzerinde büyük gücü vardı.
İşyeri ruhsatları bile PKK’ya yapılan ödemeler sonrasında alınabiliyordu!
Bu vahim tablonun oluşumuna “dur” demesi gereken siyasi güdüm altındaki devlet kurumları ise olup biteni sadece seyretmekle yetiniyordu!

* * *

Yalancı çatışmasızlık baharının son günü 7 Haziran oldu.
AKP’nin baraj altında kalmasını beklediği HDP, o günkü seçimlerde büyük bir sürpriz yaparak 80 milletvekiliyle Meclis’e girince, açılıma nokta hemen konuldu.
Sonrası malum...
Sırtını küresel güce dayayan ve AKP’nin akıllara durgunluk veren yanlışlarından yararlanıp iyice palazlanan PKK, lanetlediğimiz terörü tırmandırdı.
Bunda ileriki yıllarda dosyalarının yeniden açılacağı kesin olan Suruç katliamı ve hemen sonrasında 2 polisimizin uyurken başlarına kurşun sıkılarak şehit edilmeleri gibi provokasyon kokan olayların tetikleyici etkisi vardı.

* * *

Sevgili okurlarım,
Şimdi yapmamız gereken, bu gerçekleri iyi bilip, sağduyuyu elden bırakmamaktır.
Türkiye’yi Suriye’ye çevirmek isteyenlerin yazdığı korkunç senaryoya geçit vermemektir.
Kardeş kavgasına yönelmemek, asla bölünmemektir.
Dini, mezhebi, etnik kökeni ne olursa olsun bu cennet vatana, Cumhuriyet’e ve demokrasiye sevdalı herkesin el ele vermesi ve 1 Kasım’da kullanacağı oyla, bölücü faşizme “dur” demesidir.