Elekdağ, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın 24 Nisan’da ‘özür’ mesajı yayınladığını hatırlattı ve uyardı: Tayyip Erdoğan, bunu uluslararası alanda siyasi bir ranta tahvil edebileceğini tasarlıyorsa, vahim ve onarılmaz bir yanılgı içinde demektir. Ermeni tarafının özürle tatmin olacağını düşünmek affedilmez bir safiyettir... Bu özrü, ileride mülkiyet, tazminat ve de toprak taleplerine gerekçe olarak kullanacaktır...


Sevgili okurlarım,
Bilge diplomat Şükrü Elekdağ ile sözde Ermeni soykırımı iddialarının 100. yılındaki gelişmeler konusunda yaptığımız röportajın ilk bölümünü dün yayımladık.
Sayın Elekdağ o bölümde, Ermenistan ve diyasporanın, bu suçu Türkiye’ye kabul ettirmek için hazırladıkları yoğun ve kapsamlı etkinliklerden bekledikleri sonucu alamadıklarını belgeleriyle ortaya koydu.
Ancak soykırım tezini siyasal açıdan dünyaya yaymakta sağladıkları başarının, Türkiye açısından ciddi bir tehdit oluşturduğunu da belirtti.
Söyleşimizin bugünkü ve son bölümünde, daha ziyade, Ermeni meselesini Türkiye için bir yük olmaktan çıkarmak ve soykırım iddiasını etkisiz hale getirmek için neler yapılması gerektiğine odaklanacağız.

* * *

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, bundan önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu’nun taziye mesajlarını ele almak istiyorum. Bu konudaki görüşleriniz nedir?
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Cumhurbaşkanı, 24 Nisan’da Kumkapı Meryem Ana Kilisesi ayinini yöneten Patrik Genel Vekili Başpiskopos Aram Ateşyan’a gönderdiği mesajda, “1. Dünya Savaşı şartlarında hayatını kaybeden tüm Osmanlı Ermenileri’ni saygıyla andığını, çocuklarına ve torunlarına taziyelerini sunduğunu” belirtti ve “acınızı samimiyetle paylaştığımı bir kez daha ifade ediyorum” dedi. Bu mesaj, Avrupa Parlamentosu (AP) tarafından beğenildi ve Cumhurbaşkanı bu yöndeki çabalarını sürdürmeye teşvik edildi.
Ancak benim bu hususta bir endişem var... Eğer Sayın Erdoğan, bu taziyeyi, Ermenilerden özür dilemenin ön hazırlığı olarak görüyor ve bunu uluslararası alanda siyasi bir ranta tahvil edebileceğini tasarlıyorsa, vahim ve onarılmaz bir yanılgı içinde olduğunu söylemeliyim... Zira, Başbakan Davutoğlu’nun 22 Nisan’da yaptığı aynı mealde bir açıklamayı, ABD Ulusal Ermeni Komitesi Başkanı Aram Hamparyan, “Sahte bir özür, tanıma, sorumluluk, pişmanlık ifade etmiyor ve tazminat önermiyor” diyerek reddetmiştir. Ermeni tarafının özürle tatmin olacağını düşünmek affedilmez bir safiyettir. Ermeni tarafı, Türkiye’nin özür dilemesini, sadece mülkiyet, tazminat ve toprak taleplerine gerekçe olarak kullanacaktır.

DAVUTOĞLU’NUN TEHCİR AÇIKLAMASI DA ZARARLI!

U.D: Bir de, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı “tehcir bir insanlık suçudur” ifadesi var...
Ş.E: Davutoğlu’nun 22 Nisan’da yaptığı “tehcir bir insanlık suçudur” açıklaması son derece sakıncalı, zararlı, hatalı ve gerçeklere aykırıdır. Zira tehcir, yani savaş sahasındaki Ermeni toplumu ile diğer bölgelerde düşmanla işbirliği yapan Osmanlı uyruklularının alınıp İmparatorluğun başka yerlerine yerleştirilmeleri, Osmanlı Devleti’nin varlığını koruma hakkı çerçevesinde meşru ve hukuken haklı bir önlemdir. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın da “isteyerek soykırım yapmadık” ifadesi,
Başbakan’ınki gibi tezimizi çürütmek isteyenlerin eline koz verecek niteliktedir. Bu bakımdan, ülkemizde siyasi makam sahiplerinin, Ermeni sorunu ile Ermeni taleplerinin bir gün uluslararası hukuki merciler tarafından ele alınabileceği ihtimalini göz önünde tutarak, bu konularda azami dikkatle konuşmaları zorunludur.

ERMENİSTAN BARIŞ VE UZLAŞI KAPISINI TAMAMEN KAPATTI

U.D: AP kararında iki ülke arasında imzalanan protokollerin ön şartsız olarak onaylanması ve yürürlüğe konması önerildi. Bu mümkün mü?
Ş.E: Hayır, mümkün değil!.. Çünkü Ermenistan Anayasa Mahkemesi (EAM), Türkiye ile Ermenistan arasında 10 Ekim 2009’da Zürih’te imzalanan protokolleri, Ermenistan Anayasası ve iç hukuku ışığında inceleyerek 12 Ocak 2010’da aldığı kararda şu
hususları vurguladı:
1) Kars ve Moskova Anlaşmaları geçersizdir.
2) Ermenistan’ın Doğu Anadolu toprakları üzerindeki hakları meşru ve geçerlidir.
3) 1915 soykırımı bir gerçektir ve Ermenistan bu gerçeğin dünyaya tanıtılması misyonundan vazgeçmeyeceği gibi, bir tarih komisyonunda bu gerçeğin tartışılmasını kabul etmez.
4) Türkiye Ermenistan sınırının açılması ile Karabağ sorununun çözümü ilişkilendirilemez.
Bu dört noktanın Türkiye tarafından kabulü şartıyla protokollerin geçerli sayılacağını ilan eden EAM, bu kararıyla, bilinçli bir şekilde Türkiye ile Ermenistan arasında tüm barış ve uzlaşı girişimlerine kapıyı kapattı. AKP Hükümeti bu gerçeği Türk halkından gizliyor ve protokolleri sanki onaylanacakmış gibi TBMM’den çekmiyor. En garibi de, Ankara’nın AP’ye verdiği yanıtta yukarıda açıkladığım dört noktayı vurgulamamış olması...
U.D: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan askeri arşivlerin de tamamen açıklanacağını söyledi...
Ş.E: Türkiye’deki arşivlerde bir çatı altında olmayan, dağınık ve çok başlı yönetsel bir yapı vardır. Bu dağınık yapı değiştirilmeli ve ABD’deki Ulusal Arşiv Dairesi (National Archives) örneğine uygun olarak, Türkiye’deki askeri ve kamuya ait tüm arşivler süratle bir çatı altında toplanmalıdır. Yani, Genelkurmay’a bağlı Askeri ve Stratejik Etütler Başkanlığı (ATASE) Arşivi, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı ASAL arşivi, Cumhurbaşkanlığı arşivi, Dışişleri bakanlığı ve diğer bakanlıkların arşivleri, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü (BDAGM) bünyesine alınmalıdır. Arşivcilik bir bilim dalıdır ve uzmanlık ister. Eğer, askeri arşivler gerçekten tümüyle açılacak (ki muhakkak açılmalıdır) ve bu iş süratle yapılacaksa, gerekli maddi ve personel kaynakları sağlanmak kaydıyla, ATASE arşivi derhal bu uzmanlığa sahip olan BDAGM’ye devredilmelidir.

Çok boyutlu ve uzun vadeli bir strateji gerekli!


U.D: AKP Hükümeti’nin Ermeni propagandasıyla mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ş.E: AKP hükümetleri son 12 yılda diplomatik ve akademik alanlarda Ermeni iddialarına karşı başarılı bir mücadele veremedi. Türkiye, Ermeni propagandasına karşı koyamıyor ve sürekli zemin kaybediyor. Bu gidiş durdurulamadığı takdirde, Türkiye’nin haklı davasını kaybetmesi kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir gelişmenin, ülkemizin uluslararası konumu, dış politikası ve güvenliği açılarından yaratacağı büyük zararlar dikkate alınarak, Türkiye tarafından etkili, yaratıcı ve bilinçli bir mücadele stratejisi ve bunu uygulayacak yapılanma acilen oluşturulmalıdır. Bu konudaki önerim şöyledir:

SİYASİ İRADE ORTAYA KONULMALI

Ermeni meselesi, günümüzde, tarihsel, hukuksal, siyasal, kamuoyu oluşturulması (public relations) ve eğitsel (hukukçu yetiştirilmesi ile yabancı dilde yayın yapılması) boyutları olan devasa bir uluslararası ilişkiler sorunu niteliği kazanmıştır. Bu itibarla, bu beş çalışma alanını kapsayan uzun vadeli bir stratejik planla, bunu uygulayacak iç ve dış kurumsal yapının ortaya çıkarılmasına ihtiyaç vardır. Türkiye, bu beş boyutlu stratejinin oluşturulması ve uygulanması için gereken insan kaynağına sahiptir. Bu doğrultuda siyasi irade ortaya çıkarsa, uzun vadeli ve etkili bir strateji oluşturulamaması için hiçbir neden kalmaz. İç ve dış yapılanma için kayda değer bir kaynak tahsisi gerekse de, bunun Türkiye açısından yatırım/hasıla oranı gayet yüksek olacaktır. Bu amaçla ortaya çıkarılacak kuruluş, devletin bir uzantısı olarak görülmemeli ve bağımsız nitelikte bir vakıf statüsüne sahip bulunmalıdır. Böylece kuruluşun çalışmalarının akademik özerklik vasfına sahip olduğu inancı da yaratılacaktır. Ortaya çıkarılacak kuruluşun ölçeğiyle beşeri ve maddi donanımının, artık Türkiye için küresel bir tehdit ve baskı unsuru niteliğini kazanan ve dış politikamıza maliyeti ağır olan Ermeni sorunu ile orantılı olması zorunludur. Türkiye, gecikmeden, bu formatta bir strateji ve yapılanmaya gidip, sahip olduğu beyin gücünden en verimli şekilde yararlandığı takdirde, yapacağı hamlelerle, halen Ermeni tarafının uluslararası alanda eriştiği moral ve siyasi üstünlüğü lehine çevirebilir.