Herkesin çok sevdiği öğretmeni mutlaka vardır. Ancak bazı öğretmenler var ki onları unutmanız mümkün olmaz. Kişiliği, farklı ders anlatımı, sıra dışılığı ve en çok da sizin hayatınıza kattıklarıyla bambaşka bir yeri olur bu öğretmenlerin... Onlar hem idol hem de efsanedirler...

Bu yazımızın konusu İstanbul'da efsane olmuş iki öğretmen. Ancak size 'Mutu' ve İsmail Aktaş'ı anlatmadan önce, bu haber konusunun yapılmasına da neden olan, kendi öğretmenim Tanfer Dinler'i anlatacağım. O da benim efsanem çünkü...

İstanbul Üniversitesi Sigortacılık Bölümü Tarım Sigortaları dersine ilk girdiğimizde ilk önce inek desenli kravatı dikkatimizi çekmişti. Ardından da defter, kitap, kalem vs. her şeyi kaldırtıp, bize o yıllarda hiç şahit olmadığımız görüntülerle ders anlatmaya başlamıştı. Tanfer Hoca'nın dersi, ders bitiminde değerlendirme formlarıyla değerlendirmenin yapıldığı, sınavın olmadığı ama en yüksek notu aldığımız derse dönüşmüştü. Hepimiz elbette şaşkın ama çok mutluyduk. Sınav yapmayan ve sınav döneminde “Size o aptal sınavlarda başarı dilemiyorum, çünkü çok aptalca” demesi beynimize kazınırken, köyleri gezdirip olanı biteni orada anlatması da ezberimizi bozmuştu. Tek bildiğimiz hocamız müthiş bir şekilde ufkumuzu açıyordu ve ağzından çıkan tek sözü kaçırmamak için hipnotize olmuş bir şekilde dinliyorduk. Hepimizin hayatına dokunan hocamız bizim için asla unutmayacağımız bir efsaneye dönüşmüştü.

Yazıya kendi efsanem Tanfer Hoca ile başlamam gerekiyordu. Çünkü okul bittikten sonra sınıfın hepsi sigorta sektöründe çalışmaya başlarken, benim sigortacılıktan vazgeçip, gazeteci olmamda haberi olmasa da büyük katkısı olan, ilk röportajımı yaptığım, sıkıştığımda iş bulan, her zaman ve hâlâ sorular sorduğum hocadır Tanfer Dinler...

Bütün öğretmenlerin iyi olduğunun altını bir kez daha çizerek, şimdi de iki efsaneyi; Cağaloğlu Anadolu Lisesi'nin 'Mutu'sunu ve Vefa Lisesi'nin ünlü tarih öğretmeni İsmail Aktaş'ı anlatacağım.

CAL'IN 'MUTU'SU


Mustafa Turgut, birkaç hafta öncesine kadar Cağaloğlu Anadolu Lisesi öğrencilerinin 'Mutu'suydu. Proje okul yönetmeliğiyle birlikte 19 yıldır görev yaptığı okuldan ayrılarak, imam hatip lisesine geçmek zorunda kaldı. Öğrencilerin öğretmenlerine veda töreninde havaya attıkları öğretmen olarak tanıdık onu.

Turgut, 57 yıl önce Zonguldak'ta bir maden işçisinin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Liseyi bitirdikten sonra 'insana dair bir meslek' istediği için Diyarbakır Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi'ne devam etmiş. İlk tayini ise 1987'de Tunceli İmam Hatip Lisesi'ne çıkmış. İlk öğretmenlik yaptığı bu okuldaki öğrencileriyle birlikte top oynayan, iyi ilişkiler kuran Turgut, bugün hala eski öğrenciylerinin bır kısmıyla görüştüğünü söylüyor.

4 yılın ardından İstanbul Davutpaşa Lisesi'ne geçen Turgut, 1997'de ise Cağaloğlu Anadolu Lisesi'nde (CAL) Edebiyat Öğretmenliği yapmaya başlamış. Turgut, CAL'daki ilk yılları şöyle anlatıyor: “Eylül'de derslere başladık. Belliydi, çocuklar iyiydi. Normal liseden gelmiş bir öğretmen olarak zorluyorlardı. Ama ilişkimiz kısa sürede düzene girdi. Okulun açılışından birkaç hafta sonra derste en arka sıradaki çocukların sakızı boyayıp, Hindistan arabası gibi bir desen yaptığını gördüm. Çocuklar bunu korkarak yapıyor, çünkü suç işlediklerini düşünüyorlardı. Sıranın arkasına geçtim ve çok güzel olduğunu, benim de yapmak istediğimi söyledim. Aldım sakızı ben de yapıştırmaya başladım, boyadım. Hatta arkasında fotoğrafını çektik. Bu, çocukları çok mutlu etti. Benim için 'Bu otoriteden değil, özgürlükten yana' diye düşündüler sanırım.”

mutu_ogrenci

SATRANÇ TAKIMI


Okulda satranç oynamaya izin verilmediği için öğrencilerin sıranın altından gizlice satranç oynadığını gördüğünü anlatan Turgut, “Sıranın altından çıkardık ve birlikte oynadık. Çocuklar çok iyi oynuyordu. Ardından o yılın sonunda turnuva düzenledim ve satranç takımı kurdum. Çok başarılı oldular. Her zaman ilk üçe girdiler” diyor.

Öğrencilerinin kendisine her dönem bir isim taktığını, son olarak da 'Mutu' diye seslendiğini anlatan Turgut, etkin bir öğretmenlik yapmaya çalıştığının altını çiziyor: “Böylece öğrencilerle iç içe olup, anlamaya çalışıyorsunuz.”

Ders anlatırken, müfredatın dışına çıkmak zorunda olmasının nedeni ise şöyle anlatıyor Turgut: “Müfredat, ortalamaya göre hazırlanmış. Bu çocuklar çok çok iyi. Mesela bu çocuklara ismin hallerini anlatamazsınız. Çünkü onlar birçok şeyi bilerek geliyor. Bu nedenle müfredatı aşmanız gerekiyor. Çocukların hepsinin çekmecesinde mutlaka bir roman olur. Yani hepsi okur ve hepsinin dünyaları var. Siz tek başına müfredatı dayatırsanız, sıkıcı bir hal alır. Bilinen şeyi tekrar etmek yorucu ve uyku getirici bir şey. Onların ihtiyacına dönük işler yapmak gerekiyor. Ne olursa olsun, öğretmen olarak öğrenmek durumundasınız. Çünkü öğrenci seviyesine ders anlatmak zorundasınız. Ayrıca öğrencinin çok iyi bildiği bir konuyu 40 dakika anlatırsanız olmaz. Bu yüzden biz de oyun oynuyorduk. Bazen sohbet ediyorduk. Birinin sıkıntısı oluyor, onun yanına oturup, konuşuyorduk. Sonuçta 40 dakikalık dersi sakız gibi uzatıp anlatmaya gerek yok. 20 dakikada anladılarsa oturursunuz oyun oynarsınız.”

MUTU'NUN SAYI OYUNU


'Mutu' da sayılı bir oyunu olduğunu söylüyor: “7-8 yıl önce iki ders üst üste işleyecektik. Bir öğrencim 'Hocam bizi erken bırakın' dedi. 'Tamam ama beni sayı oyununda yenerseniz' dedim. Okulun 'Akıl Oyunları' takımında Okan var. 'Okan sizi yener, biz de gideriz' dediler. Bütün sınıf Okan'ın arkasında... Okan beni yenmeye çalışıyor. Tabi yenemedi ama ama ben yine de gönderdim. Okuldaki otoriter havayı kaldırmıştık. Mesela öğlen arasında 20-30 kişi topluca Eminönü'ne pide yemeye gidiyorduk. Ya da 'Haydi kurufasülyeciye' diyorduk, Süleymani'ye iniyorduk. Özetle çocukları çok yormayan, sıkmayan, aşırı saygının yerine sevgiyi koyan bir tarzı geliştirmeye çalışıyorsunuz.”

“İSMAİL AKTAŞ'TAN TARİH ÖĞRENENLER”


İsmail Aktaş ise Vefa Lisesi'nin efsane tarih öğretmeni. 56 yaşında olan ve hayatının yarısını Vefa'da geçiren Aktaş da proje okulu yönetmeliği nedeniyle 28 yıldır görev yaptığı Vefa Lisesi'nden ayrılarak, bir Anadolu lisesinde göreve başladı.

Vefa Lisesi'nin efsane tarih öğretmeni İsmail Aktaş Vefa Lisesi'nin efsane tarih öğretmeni İsmail Aktaş


Ordu doğumlu olan Aktaş, Ankara Dil Tarih Fakültesi mezunu. İstanbul Üniversitesi'nde de yüksek lisans ve doktora yapmış.

Aktaş, her öğrencisinin doğum gününü kutlayan, onların düğüne giden, hastanede ziyaret eden, bebeği olduğunda görmeye giden, yani öğrencisinin hayatına dokunan öğretmenlerden.

KENDİ DOĞRUSUNU DAYATMIYOR


İsmail öğretmen için öğrencileri 'mükemmel' değerlendirmesi yapıyor. Öyle ki Facebook'ta 'İsmail Aktaş'tan Tarih Öğrenenler' adıyla grup kurmuşlar. “Tarihi öğrenirken ezber yapmaktan çok, günümüzle ilişkilendirmeyi ve gelecekle ilgili öngörü sahibi olmayı öğretir” diyen öğrencileri Aktaş'ı şöyle anlatıyor: “Kendi doğrusunu dayatmayan, 1'inci sınıf öğrencisi olsa bile herkesi büyük insan gibi dinleyip, tartışan, olaylara her zaman farklı tarafların gözünden bakabilmeyi ve objektif değerlendirmeyi destekleyen bir hoca.”

SINAV, NOT ÖNEMLİ DEĞİL


Öğrencilerinin anlatımına göre, sınav, not, Aktaş için önemli değil. Önemli olan ne kadar fikrinin olduğu. Fikir derken bu Malazgirt Savaşı da değil, gündemdeki olaylara ilişkin ne kadar fikir sahibi olduğun önemli. Bu yüzden de bir lise öğrencisi zaten 100 olan Tarih dersinden sadece sevdiği için proje alıyor.

GENÇ AYDINLAR...


“Karşımdakileri çocuk ya da cahil diye herhangi bir yere koymadım. Onları hep kendime yakın, arkadaş gibi hissettim. Ve hala da öyleyim. İlk derste şöyle derim: 'Ben size genç aydınlar demeyi tercih ederim. Çünkü eğitim zor iştir. Ve siz aydın sorumluluğunu şimdiden taşımak zorundasınız.' İlk dersin konusu olarak da Atatürk protresinin, İstiklal Marşı'nın, Gençliğe Hitabe'nin sınıfa neden asıldığını sorar, bunu tartışırım. Ardından günümüzü konuşuruz. Derste 1920'leri de, 1990'ları da 2000'leri de konuşuruz. Çocuklar çok ciddi fikirler üretirler” diyen Aktaş, bu yüzden onlara 'arkadaşlar' diye hitap ettiğini ve onların sözlerini ciddiye aldığını söylüyor.

ÖĞRENCİLERİN GÖZLERİ...


Hiçbir zaman yapmacık olmadığını, öğrencilerine her zaman samimi davrandığının altını çizen Aktaş, “Öğretmen öğrencinin gözüne bakarak ders anlatır. Çocukların gözlerini okur. Eğer bunu yapamıyorsa öğretmen, öğretemez. Çünkü çocuğun gözüne bakınca içindeki hüznü sevinci, kederi yani ne varsa onu görür. Ben de böyle yaparım ve sıkıntılı gördüğüm öğrencimi tenefüste çağırır, dertleşirim. Bu davranışlar, çocuğu size yaklaştırır, uzaklaştırmaz. Çocukları anlamak, dinlemek, samimi olmak çok önemli” diyor.

Aktaş'ı efsane yapan nedenlerden biri de öğrencilerin hayatına dokunması. Zor durumda kalan öğrencilerinin eğitimine devam etmesi gerekli iletişimleri kuran, onların hayatlarını kurmasında yardım eden Aktaş, “Yardım edilmesi gerektiği durumlarda eski mezunlarla konuşuyorum ve onlar kim olduğunu sormadan, bilmeden grup kurup, yeni mezun birine destek oluyorlar. İşte ben böyle yaşıyorum, böyle mutlu oluyorum. Çünkü az para çok para almanızın bir önemi yok bu işte. Çocukların gözlerinin parlaması, mutluluklarına mutluluk katmam benim için çok önemli. Geçen gün eski bir öğrencim yolda görmüş beni. Yanıma geldi ve 'Heyecanla hocam isiz çok özlemişim' dedi. Öyle bir sarıldı ki bana... Bu bahtiyarlık yetiyor” diye konuşuyor.