Eğitim sistemimizdeki olumsuzluklar eğitimsizliğimizin acı yüzünün göstergesidir diyen Eğitimci-yazar Gürşen Kafkas, "iktidar kendi ideolojisine uygun bir eğitimi uygulamakla ümmetçi bir toplumu yeniden yaratmanın savaşını veriyor" diyor.




Eğitimci-yazar Gürşen Kafkas, Dünya Kadınlar Günü'nü , eğitimsizliğin acı yüzü çocuk gelinleri ve karma eğitimin önemini yazılarına taşıdı.

Eğitimci-yazar Gürşen Kafkas, 57 yıllık eğitim emekçisi ve yöneticisi, başarılı çalışmaları nedeniyle çok sayıda plaket, şilt, takdir, teşekkür, onur belgesi, onur kartı ve başarı beratı ile ödüllendirildi. 42 yıldır bilgi, deneyim, araştırma ve uygulamalarını kitapları ve makaleleri sayesinde toplumla paylaşıyor. Bugüne kadar 46 basılmış eseri bulunan Kafkas, şiirin yanı sıra mesleki kitaplar ve tiyatro oyunları da yazıyor.


Kafkas, Dünya Kadınlar Günü'nü , eğitimsizliğin acı yüzü çocuk gelinleri ve karma eğitimin önemini yazılarına taşıdı. İşte Sözcü Eğitim'e özel o yazılar:


DÜNYA EMEKÇİ KADINLARI VE KADINLARIMIZ

"8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günüdür. Toplumda kişi hürriyetlerinin sınırı, bu hürriyetlerin topumun gönenciyle ilişkisine bağlıdır. Kadın, toplumun ve ülkenin yaşamında bir bütünün önemli parçasıdır. İnsanlığın yaşamında kadının yeri farklı toplumlarda, farklı konumlarda algılanmıştır. Eğitim düzeyi gelişkin olan ülkelerde kadınların, siyasal, sosyal ve toplumsal değerde ileri konumda oldukları görülmektedir.

Kadınların emek sömürüsünün önüne geçmek, ikinci konumda görülmeye, itilmeye ve haklarına tepki amacıyla 1857’de Newyork tekstil işçi kadınların direnişi ilk kıvılcımdı. Daha fazla ücret, insani koşullar ve eşit hakları ileri sürerek, ağır çalışma saat ve koşullarını, ücret düşüklüğünü protesto içerikli grevleri direnişlerinin nedenleriydi.


153 yıl önce kadınların hak arayışı ve ezilmişliğe başkaldırıları yaşanmıştı. 1917’de Rus kadınlar, savaşlarda kaybettikleri iki milyon asker için yönetim politikasını protesto amacıyla ayaklanmışlardı. Rus çarı, kadınlara “8 Martta seçme hakkını" tanıdı. Bu tarih “Dünya Kadınları Kutlama Günü" olarak uluslararası bir gün olarak benimsendi.


"YÜZLERİNDEKİ PEÇE GİBİ GÖZLERİNDEKİ KARANLIKLAR DA AÇILIYORDU"

1918’de Nezihe Muhiddin’in Edebiyat-ı Umumiye dergisinde yayınlanan “Karanlık Yollar" adlı öyküsü, o günkü kadınlarımızın acınası yaşamını irdelemektedir. Nezihe Muhiddin, iyi eğitim almış, iyi konuşmacı ve saygın bir kadındı. Dünyada ve ülkemizde nüfusun yarısı kadınlardır. Genelde en yoksul, eğitimsiz ve hatta okuma / yazma oranının düşüklüğünde kadınlar öndedir. Ülkemizde Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde bu oran daha da düşüktür.


Kadınlar daha alt ücretlerle çalıştırılıyor, erkek seçiciliğinin gerisinde kalıyor, siyasette, yönetim erkinde, taşınmaz mal edinmede ve sosyal güvencede çözümsüz sorunlar yaşıyorlar.


Kadınların eğitimleri ve yaşam becerileriyle üretkenlikleri toplumun gelişmesine ve gelişmesine çoğulcu bir zenginlik katacaktır. “Dünya yüzünde gördüğümüz güzel olan her şey kadının eseridir" ve “Hiçbir asil, ebedi ve büyük netice yoktur ki, içeriğinde kadın varlığı bulunmamış olsun" özdeyişleri ile Kemal Atatürk, kadının toplumun değişiminde önemini ve yerini anlatmaktadır.


Sosyal bir toplum olabilmek ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabilmek için, kadınlarımızın kişilik haklarını kazanması gerekmektedir. Kadının, ekonomik özgürlüğü, sosyal, kültürel ve siyasal değişim ve gelişimi toplumsal değişim ve gelişimle doğru orantılıdır.


Cumhuriyetin kurulması ile birlikte kadının eğitimi, hakları, giyiminde, kuşamında yenileşme, karma eğitim ve toplum içindeki yeri konularında yeni düzenlemelere gidildi. Amaç, kadınların sosyolojik yapısında yeni, yepyeni bir farklılık ve değişimler yaratmaktı.


1924’te Tevhid-i Tedrisat (eğitimde birlik) eğitimde, 1925’te giyim / kuşamla sosyalleşmede, 1926’da da medeni kanunla hukuksal alanda yenileşmelerle kadınlar kafes ardından gün ışığına çıktılar. Kadın haklarının verilmesiyle onlara tanınan toplumsal verilerle konumlarında erkeklerle eşitlenmeye gidildi. 1930–1934 yıllarında onlara seçme, seçilme hakkı tanındı. Kadınlara tanınan haklarla yüzlerindeki peçe gibi gözlerindeki karanlıklar da açılıyordu. Kadın, düşüncede, duyguda ve sosyal verilerde toplumun önemli bir bireyi ve üretken bir parçası olma yolunda ilerliyordu.


Dün “anamız,, diye sarıldığımız, bugün “eşimiz" diye sevdiğimiz, yaşamı tüm engelleriyle paylaştığımız kadın; her hakkı, hukuku ve sosyal yapısıyla yerini almalıdır. Yaşamakta olduğumuz bu cennet vatanımız da kadın – erkek ayrımı yerine “önce insan" diye betimlenmelidir. Kadın, erkek toplumsal gelişmede bir bütünün tamamlayıcı öğeleridir. Kadın hakları, göreceli unsurlar yerine kalıcı, bağlayıcı ve yasal boyutta olmalıdır. Medeni ve çağdaş toplumların gereği budur.


Dini ve ideolojik dayatmalarla kadınlar ikinci sınıf bir varlık olarak görülmemelidir. Toplumun temeli kadındır. Bugün ülkemizde dini baskılar ve töre uygulamalarıyla kadın ve kızların eğitimden yoksun bırakıldıkları bir gerçektir. Geri plana itilmeleri, baskı ve şiddetle sindirilmeleriyle ilgili bir çok olay basında sıkça görülen ana konularındandır. Erkekle konuştu diye diri diri gömülen, mal gibi para karşılığı satılan, intihara zorlanan, töre gereği öldürülen kadın ve kızlar, ülkemizin eğitimde çok geri olduğunun, bilgisizliğimizin göstergesidir.


Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun “üç H" leri: “Hoca, Hekim, Hakim’in işlevleri yıpratılırsa o toplumdan hayır gelmez,, özlü anlatımına “dört H,, ler diye “Hanım (kadın),, diye eklemeyi düşünüyorum. Ülkemizin kalkınması için kadınların, siyasal, toplumsal, kültürel ve sosyal alanda yetiştirilmeleri, görev almaları kaçınılmazdır. Kadınlarımız ülkemizin yönetim beşiği olan millet meclisinde de sayısal varlıklarını ve her basamaktaki yönetimlerde de yerlerini almalıdırlar.


Toplumun kalkınabilmesi, kadın / erkek bütünselliğinin gerçekleştireceği akıl ve bilim önceliği ile olabilecektir. Devletin, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, tüm kurum ve kuruluşları “kadın hakları, toplumdaki yeri ve eğitimi" konularında önemli çalıştaylar yapmalıdırlar.


Kadınlarımızı siyasi, sosyal çıkmazın gerisine itmek yerine, onları, 21. yy’ın çağdaş, uygar gururlarımız olarak görmeliyiz. Eli öpülesi Türk Kadını analık hakkı ile her zaman yücelerdedir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, tüm kadınlarımıza kutlu olsun."


EĞİTİMSİZLİĞİN ACI YÜZÜ ÇOCUK GELİNLER

Eğitim sistemimizdeki olumsuzluklar eğitimsizliğimizin acı yüzünün göstergesidir. Bilgisizliğin getirisi olan 4+4+4 eğitim sistemi karanlıkları çağrıştıran korkunç tuzaklarla doludur. Küçük kızların bedenlerini, ruhlarını kuşatan yasal engeller, töre denilen sosyal baskının kaynağıdır. Küçük gelinler, küçük anneler eğitimsizliğin dinmeyen, kanayan bir yarasıdır. 


“Kızlar hocaya, oradan kocaya" söylemi ile okulsuzluğa yönlendirilmek, emir kulu ve ümmetçi yetiştirmek bu sistemin getirisidir. Amaç, kız çocuklarını eve kapatmak, erken evliliklerle çocuk kadın sayısını arttırmaktır. Dini eğitimle köreltirken; bilimsel ve çağdaş eğitimden uzaklaştırmaktır. Ayıp, günah gibi yersiz savlarla kızlarımızın eğitim yolunun önü tıkanıyor.

Kırsal kesimlerde adet görmeye başlayan 14-15 yaşındaki kızlar “teyzem geldi / halam geldi.. şifreleriyle bedensel gelişimlerini kulaklara fısıldamaya korkar oldular. Çünkü adet gören kız çocuğu evliliğe hazırdır diye düşünülüyor. Kırsal kesimdeki anneler/babalar, öğretmenler, imamlar ve muhtarlara sosyal gelişim eğitimi verilmelidir. Özellikle çocuk hakları, sosyal ilişkiler, sağlık ve davranış bilinci eğitimi ile düşünce yanlışlıkları giderilmelidir. Kırsal kesimlerdeki yetişkinlerin duyguda, düşüncede ve algıda bilinçlenmeleri eğitimle olabilecektir.

Günümüz eğitim sistemindeki içerik ve uygulama yanlışlıkları kırsal kesimdeki çocuk kızlar için bir tuzaktır. Bu sistemin sonucunda çocuk işçi sayısı artacak, çocuk kadınlar çoğalacak ve çocuk annelerin dramı çığ gibi büyüyecektir. Çocuk yaşlarda evlilik “insan hakları ihlalidir,, 18 yaş öncesi evlilik, cinsel istismar ve şiddet insan haklarına aykırıdır. Medeni kanunda evlilik yaşı 18’dir. Çok özel ve zorunlu durumlarda mahkeme kararıyla, bir yaş geriye alınabiliyor. Yasaların bu bağlayıcı kurallarına uyulması gerekmektedir.
Çocuk anneler / çocuk gelinler, kırsal kesimlerde bilinç yokluğunun getirisidir. Yoksulluk, çevre baskısı, zorbalık, berdel (değişim), başlık parası ve inanç gibi dürtülerin çoğaltıldığı çözümü zor kanayan yaralardır. Ülkemizin genellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde görülen istenmez acı dolu yönümüzdür. Sorunun kaynağı eğitimsizliktir. Türkiye’de İslami oligarşi kırsal kesimdeki kızların bireysel özgürlüğünü engelliyor. Küçük kızlar çağdaş dünya yaşamından uzak tutuluyorlar. 1. , 2. , 3. , 4. kadın olarak, başlık parası, berdel, baskı vb. nedenlerle yaşlı erkeklerin hareminde yaşamın acı dolu karanlığında boğuluyorlar. İşte eğitimsizliğin acı yüzü budur…

ÇYDD eski Genel Başkanı, ışıklar içinde olsun Türkan Saylan, kızları bu evlilik ve okulsuzluk tuzaklarından kurtarmak için yoğun çalışmalarda bulundu. Binlerce kızımızı okul, yurt, burs olanaklarıyla yaşamın aydınlık yüzüne taşıdı. Eğitimine ışık olduğu binlerce genç kızımız Türkan Saylan’ın “Kardelenleri" oldular. Onlar diğer kızlara örnek, yaşama ve geleceğe umut oldular. Bütün baskılara, zorlamalara göğüs geren Prof. Gr. Aysel Çelikel ve ÇYDD; Anadolulunun umutsuz kızlarına umut olmaya devam etmektedirler. Çalışma ve başarılarıyla ulusal ve uluslar arası dünyamızda, sesleri duyulan ÇYDD ve Aysel Çelikel’in eğitim hizmetleri tüm sivil toplum kuruluşlarımıza da örnek olmuştur.

18 yaş öncesi kızların evliliğini “masumane" olarak görmek yanlıştır. “Kötülük olsun diye evlendirilmiyorlar" deyişi de sığ, bilinçsiz ve bilgisiz kavramlardır. İmamlara medeni kanunun sosyal ilişkiler, insan hakları / çocuk hakları gibi konularında eğitim verilmelidir. Yanlışa, aykırılığa zaman ve zemin hazırlamamalıdırlar. Kızlarımız korku, kaygı, baskı ve şiddetten uzak tutulmalıdırlar. Onları demokrasinin aydınlığından karanlığa sürüklememeliyiz. Çocukluklarını yaşamalı ve olgunlaşmalıdırlar. Geleceğin anneleri gözyaşlarıyla büyümemelidirler.

Eğitim sisteminde yaşanılan olumsuzlukların yarattığı komedi, küçük anneler dramıyla trajikomediye dönüşüyor. İçimiz acıyorken kırsal kesimdeki kızlarımızın canı yanıyor. Birçok köyümüz “taşımalı eğitim savıyla,, okulsuz olup imama terk edildi. Küçük kızlara, “cennet anaların ayakları altındadır" öğüdü verilerek, analığın kutsallığı anlatılıp “küçük anneler" ordusu kurulmaya çalışılıyor. Töre kurallarının acımasızlığıyla baskı, şiddet ve korkuyla erken ölümler, intiharlar, cinayetler süregeldi.

Ülkemizde eğitim ağacı tüm Anadolu’da yeşermedikçe; akılcı, bilimsel ve çağdaş eğitimin uygulandığı bir sistem uygulanmadıkça insanımızın canı çokça yanacaktır. Çocuklarımızın geleceği ile oynanıyor. İktidar kendi ideolojisine uygun bir eğitimi uygulamakla ümmetçi bir toplumu yeniden yaratmanın savaşını veriyor. Dünya devletleri eğitimdeki başarılarıyla övünüyorken, bizler OECD ülkeleri arasında sondan üçüncüyüz. Yani, ileri ülkelerin gerisinde, geri ülkelerin en önündeyiz.

 KARMA EĞİTİM ÇAĞDAŞLIK GEREĞİDİR

Karma eğitimin” kıskaç altında olduğu bir süreci yaşıyoruz. Osmanlı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti aydınlanmacı devrimiyle bir dizi değişim ve gelişmeleriyle yenileşti. Öncelik eğitimdeydi. Ülkede eğitim alanında yapılan devrim ve yenileşme bugünün Türkiye’sinin vitrinini süslüyor. Harf Devrimi, Türk Dil / Türk Tarih Kurumu, okullaşmada değişim, eğitim sistemi, Tevhid-i Tedrisat, Millet Mektepleri, Milli Eğitim Teşkilat Yasası’nın yanı sıra önemli bir adımda “karma eğitimdi.” 

Karma eğitime geçiş kolay olmamıştı. Tanzimat Döneminde, Türk kadının siyasi; toplumsal ve düşünce alanında önemli başlangıçlar görüldü. Çağdaş eğitimden kızlarda sınırlı olarak yararlanmışlardı. 1858’de kızlar ilk ve ortaokullarda okumaya başlamışlardı. Kız öğretmen, ebe ve kız meslek okullarında okuyarak bu meslekleri yapmalarına olanak tanınmıştı. O yıllarda okuryazar kadın sayısı azdı. 19.yy’da “kadın yazarlar” gazete ve dergilerde yer almışlardı. Kadın dernekleri kurulmuş, kadın hakları arayışları, boşanma hakkı vb. iyileşmeler görülmüştü.

Nezihe Muhiddin, kadının kafes ardı yaşantısına isyan edenlerdendi. “Karanlıklar sarmıştı her yanımızı” diyordu. Direniyordu. “Yırtılsın gözlerimizdeki perdeler, her yanımız aydınlansın” diye haykırıyordu.

Namık Kemal, Şemsettin Sami, Abdulhak Hamit gibi şair ve yazarlar kadın hak ve hukukunu yazılarıyla irdeliyordu. Kadınların eğitilerek değişik mesleklerde başarılı olabileceklerini yazıyordu. Kurtuluş Savaşı’nda kadınlarımız, cinsel kimliklerini düşünmeksizin bağımsızlık yolunda savaşa katıldılar. Cepheye erzak ve cephane taşıdılar. Hastabakıcılık yaptılar. Kırsal kesimde yaşayanlar çift sürdü, hayvancılık, arıcılık, bağcılık, balıkçılık yaparak ailesinin dirliğini sağladı. Cephede olan babası, eşi, kardeşinin ve evindeki çocuklarının sorumluluğunu taşıdılar. Yaşamları, duvarların ötesinde, sınırsız, zorlu doğa ile iç içeydi. Güç koşullarda, alın teriyle üretiyorlardı.
Kentlerdeki kadınlar şeriat yasalarının elverdiğince dernek ve cemiyetlerde yer alıyorlardı. Yaşamları kısıtlıydı. İşçi kadınlar, düşük ücretlerle “işlerinin kölesi” oluyorlardı.

O çağda batılı kadınlar, eşit haklar için direniyorlardı. Kadınlarımız, nitelikli hak arayışı Cumhuriyet’le, Atatürk devrimi ile toplumsal bir değer kazandı. Sosyal hakları, giyimi, meslek seçimi sanatçı olabilmeleri, seçme ve seçilme hakları bu dönemde tanındı. Kızlarımıza ve kadınlarımıza insanca yaşamın kapıları sonuna kadar açıldı. “ Dünyada gördüğünüz güzel olan her şey kadının eseridir” diyordu Mustafa Kemal. Kadının sosyal statüsü belirlendi. “Türk kadını yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıktır” özdeyişiyle kadına bakış felsefesinin farklılığını ortaya koymuştu.

Altı yüz yıllık Osmanlı yürüyüşünde ikinci sınıf varlık olarak görülen, eğitim ve sosyalleşmeden uzak tutulan kadının yüzü Cumhuriyetle gülecekti. Aklını kullanarak, çağdaş bilimin verilerinden yararlandırılacaktı. Sınırlandırılmış (tecrit edilmiş) kız okulları yerine, birlik ve bütünlüğün yer aldığı karma okullarda okumaları benimsenmişti.
Mustafa Necati’nin Milli Eğitim Bakanlığı döneminde yenileşme ve gelişmeyi içeren “karma eğitim” uygulandı. Tutucu çevrelerce ve meclis çatısı altında sert tepki ile karşılaştı. Milli Eğitim Teşkilat (örgütlenme) Yasası, Gazi Eğitim ve birçok okulun açılışını gerçekleştirdi. Karma eğitime hız verildi. Doğru, düzgün davranış bütünlüğü olan eğitimde iyi ve nitelikli birçok insan yetiştirmek gerçek amaçtı. Cinsel dürtü, cinsel ayrımla bireyleri ayrıştırmakla bir yerlere ulaşılamazdı ki… Okullarda “karma eğitim” de Atatürk aydınlanma felsefesinin gereğiydi.

Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un birlikte yarattıkları, araştırmaya, geliştirmeye yönelik tasarladıkları ve uygulamaya koydukları “Köy Enstitülerinde” karma eğitim yapılmaktaydı. “Eğitim mucizesi; / yarım kalan mucize; / halkın eğitilme kurtuluş umudu” diye betimlenen Köy Enstitülerinde köy çocukları (kız, erkek) eğitiliyor, iş eğitimi alıyor, bilgileniyor ve köylere gidip aldıkları birikimlerle onları eğitiyor ve aydınlatıyorlardı. Öğretmen, sağlıkçı, ebe, ziraatçı oluyorlardı. Köy enstitülü öğretmenler, köylüleri kadın/erkek sosyalleştirmek, yapan, yaratan, üreten olmalarını sağlamak için yol gösteriyorlardı. Köylü bilinçlenecek, maraba / kul yerine, birey, vatandaş olmanın erdemini edinecekti. Toprak ağaları, siyasiler, tarikat ve cemaatler bu olumlu mucizenin ışığını önce kıstılar, sonra da tümden kapattılar. “Kız / erkek nasıl beraber okurmuş? “ Ateşle barut, bir arada olur mu?... Önce kızlar bir araya toplatıldı, sonra 1950’de Köy Enstitüleri kapatıldı. Karma eğitim günah eğitim, haram eğitim diyen kafalar ne yazık ki 21. yy’da da süregelmektedir. Köylümüz eğitimden ve aydınlanmadan uzak kaldı. Yarım kalan mucize de yarımlığıyla kalakaldı.

Kurtuluş Savaşı’nın acı izleri, yokluk ve yoksulluk içinde de olsa Atatürk’ün devrimi ulusal gelişmenin umudu oldu. “Düşlerim eğitimle gerçekleşecek” diyerek halkın toplumsal eğitimine öncelik verildi. “Eğitimde Birlik” Yasasıyla okullaşma şekillendirildi. Kızların eğitimine önem verildi. Karma eğitime gidildi. Amaç, nitelikli insan, gelişkin bireyleri yetiştirmekti. Seksen yıl öncenin koşullarında gerçekleştirilen karma eğitimin yeniden ayrılma düşüncesi çok sığ bir görüştür.

18. Milli Eğitim Şurası’nın Ege Bölge Çalıştayı’nda kız ve erkek öğrencilerin ayrı okulda okutulması önerisi komisyonca benimsenmiş. Bu düşüncede olanların, görüşlerini çekincesizce ortaya attıklarını görüyoruz. Gerici, çağdışı ve bilimsellikten uzak olan bu görüşlerle nereye varılmak istendiğini anlıyoruz. Tutucu çevrelerin Milli Eğitimimizdeki kadrolaşmalarının sonucudur. Sosyolojik olarak iki cinsin karşı karşıya getirilişidir. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun da bu görüşe destek vermesi üzücüdür. Cumhuriyetimizin ilk Milli Eğitim Kadın Bakanı, çağdaş, laik ve demokratik bir yapı olan “karma eğitimi” desteklemesi beklentimizdi. Türkan Saylan’la ilgili “Kardelenlerin Gözyaşı” adlı bir kitap yazdım. Onunla ilgili panellerde konuştuk. Cumhuriyet gazetemde onunla ilgili makaleler yazdım. O, kız erkek ayrımsız eğitilmeleri gerektiğine, onların okuyabilmeleri için tüm gücüyle çalıştığına, emek tükettiğine birçok kez tanık oldum. Eğitimde ayrımcılığı düşünmezdi.

Karma eğitimi yok etme yerine, 18. Eğitim Şurası, eğitim sistemi, eğitim sorunlarını, öğretmen eğitimini, kadrolaşmayı, sözleşmeli öğretmen çığlıklarını gündemlerine alarak çözmelidir. Eğitim sorunları ülke sorunudur. Çocuklar ve gençler yarınımızdır. Onlara en iyi eğitimi vermek, yarınlarımızı güvence altına almak demektir. Eğitimde cinsellik değil nitelik gereklidir.

Karma eğitim (kızlı-erkekli) ile ilgili Halide Edip Adıvar’ın “Fahri Müfettiş" ünvanıyla düzenlediği raporda: “Karma eğitim kız ve erkek öğrencilerin hanım hocalardan ders alması, öğrencilerin şevkini artırmaktadır. Kızlı-erkekli karma eğitim meşru rekabete imkan hazırlamasının yanında medeni bir ilişki tarzının yerleşmesine yol açmaktadır" diyordu. Halide Edip Adıvar, Balkan Savaşlarının felaket yıllarında (1912-1913) Karma eğitimin önemini yazıyordu."