“Konfüçyüs’e soruyorlar:
- Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsanız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?
Konfüçyüs cevap veriyor:
- Hiç kuşkusuz dili gözden geçirmekle başlardım. Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, yapılması gerekli şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gerektiği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlığa düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte, bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”

*  *  *

Konfüçyüs’ün bu yaklaşımı kadim dünyanın siyaset paradigmasında doğusundan batısına hâkim bir söylemdir; bizdeki Osmanlı Islahat Layihaları okunursa, neredeyse birebir örtüşen ifadelerle karşılaşılır. Burada görülmesi gereken, modern devlet anlayışıyla bu kadim siyaset anlayışının artık kati surette değişmiş olmasıdır. Fakat ister kadim ister modern devlet anlayışı olsun, dilin sağlıklı ve mantık çerçevesi içinde kullanılmasını gerekli kılar; çünkü dil, toplumsal bir mutabakattır.
Oysa günlük politika oyunları ve dalgalandırıcı çıkışlar sağlıklı düşünmeye imkân vermiyor.
Nerdeyse her kavramın içi boşaltıldı.
Fikri tartışmaların yerini sloganlar aldı.
Soyut, idealize edilen, dünyevi olanı aşan kuru laflarla “kutsal dava” denilerek toplum aldanmaya ve aldatılmaya hazır hale getirildi.
Tüm toplumsal ilişkiler ve siyaset sığ ve çıkar üzerine kurulu; insanlar arasında adabı muaşeret hak getire; siyasetin dili ise ortada... Vefa yok, doğruluk yok, samimiyet yok, liyakatin yerini çoktan koşulsuz biat aldı.
Siyaset neden gün geçtikçe ahlaki alandan uzaklaşıyor ve sözüm ona ahlaklı olmayı savunan insanlar siyaset yapmaya başladıktan sonra -ki büyük çoğunluğu - neden etik alandan uzaklaşıyorlar sorusu, en temel problemimiz.

KOŞULSUZ BİAT


Baskıcı yönetimler, lidere koşulsuz itaat, sivilleşememe, farklılıklara karşı tahammülsüzlük, köktencilik, tarihi ve kültürel değerlerin yozlaşması; en az açlık, fakirlik, işsizlik kadar tehlikeli ve insanlığın geleceğini tehdit altına almış durumda. Birlikte yaşama kültürünü kazanamamış toplumların, huzur içinde yaşamalarıysa mümkün değil.
Sadakat ahlaki bir kavramdır. Ancak yerini ‘koşulsuz biat’a terk etmiş durumda...
Ortadoğu ülkelerinden bahisle siyaset konuşmaya başladığımızda, ‘koşulsuz biat’ın tavan yaptığına tanık oluyoruz.
Sadakat, içinde doğruluğu, dürüstlüğü, vefayı barından asil bir duygudur.
Yalanın, yanlışın olduğu yerde sadakatten bahsedilemez.
İnsani zaaflar sadakati koşulsuz biata dönüştürür; bundan dolayı modern siyasette ahlakla birlikte yerini hukuka bırakmıştır; ancak nasıl bir hukuka? Bedel ödeten ve işleyen bir hukuka... (Kadim dünyada, şah, melik, sultan, imparator, kral vb. kendi maiyetine, özellikle de ailesine bedel ödetir, fakat kendisi ancak Tanrıya karşı sorumludur, başka kimseye hesap vermez. Oysaki modern devlet anlayışında iktidarlar halka karşı sorumlu olmak durumundadırlar; bu hukuken de böyledir. Eskiye öykünme aslında sınırsız bir iktidar arayışıdır, halkı hiçe saymaktır ve halkın da kendisini inkâr etmesidir)

SİYASET KÖLELEŞTİRİR, ETİK BİREYLEŞTİRİR


Sadakat ahlaki bir fiildir; koşulsuz biat ise gücün, iktidarın kavramı...
Siyasetin yapmaya çalıştığı köleleştirme fiili, etikte yer alamaz. Bundan dolayı siyaset, amaç ile araç arasındaki ilişkiyi sürdürmek için işine gelen her kavramı kullanır ya da atar. Haliyle etiğin devre dışı bırakılması demek, her yolun sakıncasız olduğu anlamına gelir.
Sadakat, farklılıklarla birlikte samimiyetle bağlanmadır.
Koşulsuz biat ise farklılığı yok ederek ikiyüzlülüğe itaattir.
Sadakat, gereksiz övgülerden uzak tutar, gerektiği yerde ‘yanlış yapıyorsun’ deme hakkını verir.
Koşulsuz biat ise her yanlışa ortak kılar, dalkavukluktur.
Siyasetin özü toplumsal mutluluğu hedef almasıdır. Bunun temelinde ise adalet vardır.
Ahlak ise bireysel mutluluğu hedefler; bu topluma da yansır, doğruluk, dürüstlük, emeğe saygı, duygudaşlık, sadakat, vefa gibi kavramlar toplum içinde yerleştikçe insani gelişmişlik de, medeniyet seviyesi de yükselir.
Toplum farklı bireylerden oluştuğu için ortak bir toplumsal mutluluğun inşası siyasetin hedefidir. Dolayısıyla siyaset temeline hukuk ve etiği almalıdır.
Günümüzde siyasetin hukuku ve etiği manipüle ederek istediği gibi biçimlendirdiğini görüyoruz.
Ancak etiği ve adaleti ters yüz eden eninde sonunda altında kalır.
Unutulmasın ki “Adalet mülkün (devletin) temelidir.”