Hiçbir fikir veya inanç sistemi, belli bir döneme ait, akli, sosyal, siyasi görüntüleri ve şartları itibariyle tek başına bütün hakikati ifade edecek yetkinlikte ve yeterlilikte değildir. Hz. Peygamberin “Ben üstün ahlakı tamamlamak için gönderildim” sözünü bu bağlamda okuyabiliriz. Akıp gelen değerlerin tamamlayıcısı olarak kendisini takdim eder.
Hakeza “Hikmet müminin yitiğidir, bulduğu yerde onu alır” sözü, bilginin ve bilgeliğin farklı yerlerden gelebileceğini ifade eder. Tarihin her döneminde üretilmiş olan bu fikirler, hakikati arama ve ifade etme çabamıza eşlik etmelidir.
Bu durum fikirler tarihi için de geçerlidir. İnsanlığın çağlar içindeki değişimini ele alan fikirler tarihi, bireyin önünü açar; daha iyiyi, daha güzeli hedefler. Yaşadığı dönemdeki siyaseti ve siyasetçilerin dilini tetkik etme imkânı verir. Böylece önüne sunulan düşüncenin ya da siyasetin, tarih boyunca ortaya çıkan fikirlerden sadece biri olduğunu ve ona mahkûm olmadığını düşünür. Düşünce sistemlerini birbirleriyle kıyaslanarak; insan hakları, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü ve demokrasi, ancak bu eleştiri mekanizmasıyla inşa edilebilir. Bu farkındalık, aydınlanmayı da getirir.
Günümüz Türkiye’sinde böyle bir siyasetçi, böyle bir seçmen, böyle bir birey profili hâkim midir? Sorunun cevabını vermektense üzerinde düşünme daha yerinde olacaktır.

ELEŞTİRİ KÜLTÜRÜ

Son dönemlerde adamakıllı eleştiri ve yerli yerince tartışmaların yapılamadığına tanık oluyoruz. Makul olan ve ölçülülük itibar görmüyor.
Meşveretin yerini dalkavukluk almış; bu dalkavukluk her türlü zorbalığa, haksızlığa ve hatta ahlaksızlığa göz yumduruyor.
Eleştiri kültürünün olmadığı ülkelerde toplum yozlaşır, kurumlar raydan çıkar.
Kentsel dönüşümden çocuk istismarlarına kadar pek çok şey, gayri ahlaki ve gayri demokratik bir anlayışa teslim; bir de bakıyorsunuz yasalaşıveriyor! Tam da bu noktada aklıma Sokrates’in şu sorusu geliyor: “Yasal olan şey erdemli midir; eğer değilse buna boyun eğmek insan onuruna yaraşır mı? Etik temeli olmayan yasalar dayatılabilir mi?”
İnsan aklı, insan onuru, insan şerefi, yaşama hakkı dar bir çerçevede ve hatta erkek perspektifinden mağdur edebiyatıyla ele alınıyor.
Özgürlükler ve en temel insan hakları bahşedilen, ulufe gibi dağıtılan haklar değildir. Bunlar insandan koparılamayan düzenlemelerdir. Problem tam da bu noktada başlar. Zira bu, devlet ile hukuk arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı ile ilgili bir problemdir. Hukuk sadece yasadan ibaret görülürse, yasa devleti belirler, sınırlarını çizer. Asıl olan hukukun devletin sınırlarını çizmesidir.
Bizde, yasama-yürütme, evrensel hukuka rağmen bir takım kararlar alabiliyor. Devletin, hukukun sınırını çizmeye başladığı yerde, hukuk ahlakla olan ilişkisini koparır. Hukuk hak temellidir, ahlaktan ayrı düşünülemez.
Bizde ahlak devletin dışında işliyor. Yani devlet yasa yaparken ahlaka uygun olup olmadığından ziyade toplumun geçici de olabilecek arzularına tabi oluyor.
Oysa toplum ahlaklı olmayabilir ya da toplumun her hassasiyeti ahlaki olmayabilir.

TECAVÜZCÜYE YAYLA ÇORBASI

Toplum bazen insanı kendisine benzetmek suretiyle ahlaksız dahi yapabilir. Örnek mi; bizdeki tecavüz vakaları, küçücük kız ya da erkek çocuklarına yapılan istismarlar son zamanlarda % 700 artış göstermiş! Toplumda bunlar var diyerek önleyici tedbirler almak yerine, yapılmış olanlara çözüm aramaya kalkışmak ne kadar ahlakidir. Elbette, tecavüze uğrayan kişilerin hukuki hakları dikkate alınmalı; ancak devletin görevi bu vakaları kökünden kazıyacak önlemleri almaktır. Aksi takdirde yasada açılan her delik, her kayma anormal olanı normalleştirmeye yarar.
Platon, sıklıkla yasa çıkaranları şuna benzetir: Adamın biri, içki içen birisine içkiden sonra akşamdan kalma durumu nasıl giderilir diye birtakım önerilerde bulunur. Yayla çorbası iç, geçer der; bir başkası soğan çorbasını önerir. Bunları işiten Platon, “bu aptalca bir şeydir; yapılacak şey adama ‘içme’ demektir” der.
Tecavüzcülere çorba tarifleri vereceğimize, bu pisliği, bu edepsizliği yapma diyecek gür seslere ve cezalara ihtiyaç var.
Amerika’da bu tür insanlar cezalarını çektikten sonra yaşayacakları yerlerdeki muhtarlar ve mahalle sakinleri uyarılır, böylece toplum koruma altına alınır.

YETER ARTIK

Her konuya dinden fetvalar aramak ise ayrı bir garabet.
Hukuk devletiysen sen, sorunları İslami olduğu iddia edilen alışkanlıklarla ve geleneklerle meşrulaştıramazsın. Bu hem kutsala saygısızlıktır, hem de İslam’ı bilmemektir.
Konuyu, konunun uzmanları tartışır.
Hangi bilim dallarını ilgilendiriyorsa oradan çıkan sağlıklı sonucu, din zaten kabul eder.
Yeter, herkes her konuda konuşabilirim sevdasından vazgeçmeli.
Özellikle TV’lerde her akşam seyrettiğimiz siz beyler, ahkâm kesmeyi bırakın, biraz da bilgi ve bilgelik hükmünü sürdürsün.