Sağlam bilgiye, derin ve sistemli düşünceye ve toplumsal mutabakata dayanmadan alınan acele kararlar ülkemizi yanlışlıklara sürüklüyor. Ceremesini de hep birlikte çekiyoruz.
“Araştır, soruştur, sözün en güzeline uy” diyen kültürün sesine kulak veren yok.
Bir tarafta iç sorunlar almış başını gidiyor.
15 Temmuz sonrası yaşanılanlar ve yapılan soruşturmalar ne kadar doğru bir zeminde yürütülüyor, zihinlerde onlarca soru var.
Zemin ise hâlâ çok kaygan...
İktidar, politikalarını üç sacayağı - şeffaflık, adalet ve liyakat- üzerine oturtursa, toplum kendini güvende hisseder. Peki, hissediyor muyuz?
Ya her gün gelen şehit haberleri; sıradan haberler gibi verilip geçiliyor.
Sınırlarımızda olup bitenler, bir üçüncü dünya savaşının çığlıkları sanki.
Coğrafyadan gelen fetvalar, önümüzde ciddi mezhep savaşlarının habercisi.
Sosyal medyada “silahlanın” çağrısı ise tehlikenin hangi boyutlara çıktığının bir göstergesi.
Bütün bunlar olup biterken bizim gündemimizi ne mi teşkil ediyor? Başkanlık; sihirli değnek ya, gelince her problem çözülüverecek!

BÜTÜNLÜKLÜ YAKLAŞMAK

Türkiye’nin bulunduğu bu dar boğazdan çıkması ancak toplumsal bir mutabakatla mümkün.
Bu mutabakat ortak bir tarihin ve ortak bir kültürün ürünü olarak ortaya çıkacaktır.
Tarihine ve kültürüne bir bütün olarak sahip çıkmak, milli duruşu temsil eder.
Atatürk’e ve Kurtuluş Savaşı’na sahip çıkmadan milli olamazsın.
PKK ile savaşırken şehit düşen yiğitlerimiz için “gerçekten şehitler mi değiller mi” tartışması açıp, 15 Temmuz’da çark edince milli olamazsın.
Hakeza 15 Temmuz şehitlerimizle, dağlarda bu vatan ve bu millet için aç-susuz can veren şehitlerimizi maaş, tazminat ve hatta itibar yönünden ayırarak da milli olamazsın.
Malazgirt’te Alparslan, Söğüt’te Ertuğrul Gazi, İstanbul’da Fatih, İzmir’de Hasan Tahsin, Maraş’ta Sütçü İmam, Ankara’da Mustafa Kemal olamıyorsan milli olamazsın.
15 Temmuz sonrası Meclis’te oluşan birlik, yeniden milli iradeye gözlerimizi çevirmişti.
Meclis’teki o birlik bozulmamalı.
Ve o birlikten çıkmalı bu milletin geleceğiyle ilgili her karar.
Sınırlarımızda olup bitenler, hukuk devletinin ve laikliğin önemini apaçık ortaya koyuyor. Sözde ümmetçilik laflarıyla, Osmanlıcılık güzellemeleriyle birliği bozmaya çalışmak bu millete ihanettir. Mezhepçi yaklaşımlar ise ateşten bir gömlek; Allah muhafaza her şey bir kıvılcımla başlar.

DİN KAVGA ALANI OLAMAZ

Barış ve birlik istiyorsak, din kavga unsuru olmaktan çıkartılmalı.
Tüm yaratılış esprisinde var olan çokluğu, inanç düzleminde de görmüyor muyuz?
İnsanlık farklı peygamberler ve kitaplarla baş başa bırakılmış.
Bunu ister bir sınav olarak mütalaa edelim, ister birlikteki çokluk...
Kaldı ki Kur’an’ın getirdiği vizyonda kişi sınırsız düşünme imkânına sahip. Bu vizyon doğurmuş; felsefi, kelami, tasavvufi pek çok disiplini ve her birisinden onlarca ekol çıkmış. Müthiş bir zenginlik...
Dikkat edilsin sınırsız düşünme imkanı diyorum. “Düşünme sapıtırsın, tabi ol” ya da “senden evvel düşünenlerin düşüncelerine iman et” dayatması tam bir cahiliye yaklaşımıdır. “Felsefe yapanlar kıpkızıl kafirdir” gibi nitelemelerde bulunan aklı evveller kendilerini “ruhban” zannediyor olmalı!
Oysa Kur’an, bugün fikirlerini dahi söylemeye cür’et edemediğimiz İbn-i Arabi’yi, Avrupa aydınlanmasının temelindeki isimlerden İbn-i Rüşd’ü, tek başına dönemin iktidarının tüm nimetlerini elinin tersiyle itip ölüme mahkum olmayı yeğleyen Ebu Hanife’yi, aklı ve eleştirel düşünceyi merkeze alan Maturidi’yi ortaya çıkarmıştır. Halkın beğenisi benim için felakettir (Afet bana itibarı amme) diyecek kadar sanatı sanat için yapan Şeyh Galip’in yazdığı en güzel aşk romanı da (Hüsn-ü Aşk) yine bu kültürün ürünüdür.
Okuyucularımın itirazlarını duyar gibiyim; iyi de günümüzden örnek ver, nerede Ömerler, Aliler, İbn-i Sinalar, Farabiler diyeceklerdir. Kuşkusuz günümüzde de var bu insanlardan. Fakat büyük resim o kadar içler acısı ki, yaşanılan Müslümanlık Muhammed İkbal’e şu sözü söylettirecektir:
“İslam’ı önce Müslümanların elinden kurtarmak lazım”

ORKESTRA OLABİLMEK

Din, problemlerin ve kavganın alanı olamaz.
İslam siyasi merkezli tartışmaların içine çekilerek, ideolojilerin nesnesi haline getirilemez.
Korkmadan bir sorgulama sürecine girmeliyiz. Kur’an’ın men ettiği; “Atalarımızdan böyle gördük” anlayışı sorunlu bir anlayış. Geleneği revizyona tabi tutmalıyız; zira tarihi olan ile İslami olan birbirinden ayrılmadıkça, sağlıklı tahliller yapmak güç.
İslam, sınırlı-beşeri tek bir düşünceye de indirgenemez. Her yorumun neticede bir insan tarafından yapıldığı unutulmamalı... Kur’an’ın temel kurucu ilkeleri etrafında yapılacak okumalar ancak insanlığı birleştirebilir.
Gelin Anadolu irfanından süzülüp gelen o çok sesli orkestraya kulak verelim.
Her saz kendi sesini duyurur, birlik ve bütünlük içinde... Birbirlerine eşlik ederler ama sesler kendisi olarak kalır ve ortaya armoni çıkar. İşte huzur bu ahenktedir.