Milli bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti 93 yaşında. Geçtiğimiz cumartesi bayramımızı kutladık; nice 93 yıllara.
Bayramın amacı sadece bir rejimi kutlamak değil elbette; 29 Ekim 1923, aynı zamanda Yeni Türk Devleti’nin kuruluşudur. Çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sonucunda, adeta yıkıntılar arasından taze bir bilinçle yeniden oluşturulan bir irade, bir ruhtur. Aydınlanmadır, akıldır ve bir kültürlenme projesidir.
Fikirlerin bir yüzü vardır; Cumhuriyet, Mustafa Kemal Atatürk’ün iradesinde tezahür eder. Atatürk’ün yüzünü Batı’ya çevirmesini eleştirenler, Türklerin tarih boyunca ilerleyişinin Batı’ya doğru olduğunu unuturlar.
Yüzümüzü Batı’ya çevirmek, Batı’nın güdümüne girmek değildir. Entelektüel seviyeye, bilime, eleştirel düşünceye, insani kalkınmışlık düzeyine yüzümüzü çevirmektir.
Kaldı ki, nereye yüz çevirecektik, Ortadoğu’ya mı?
Cumhuriyet Bayramı, bize, devlet bilincinin ve devlet geleneğinin ne demek olduğunu da hatırlatır. Devlet bilincini ve devlet geleneğini Irak, Suriye, Libya gibi ülkeler üzerinden düşünelim, ne demek istediğim daha net anlaşılacaktır. Hakeza son dönemlerde yaşadığımız sorunların temelinde- ki FETÖ bunun tipik örneğidir- devlet geleneğinin ve kurumlarının aşındırılmasının yattığını da unutmayalım.
Demem o ki Cumhuriyet, yok olmakla karşı karşıya kalmış bir devletin ve bir milletin diriliş öyküsüdür.

KISACA HATIRLAYALIM

17. yy. sonrası; devlet hayatında, bilimde, sanayide, askeri alanda Batı’yla mukayese edildiğinde açık ara geri kalışa, dini taassup da eklenince Osmanlı’nın çöküşü hızlanır.
Bir taraftan Balkanlarda dağılma süreci başlar, diğer taraftan Araplar bizden kopar.
Birinci Meşrutiyet’in ilanı, çıkarılan Kanun-i Esasi gibi vatandaşlık yasası ve uygulamaya konulan Osmanlıcılık ideolojisi gayrimüslim tebaayı elde tutamadığı gibi, İslamcılık (ittihad-ı İslam) da Arapların bizden kopmasını engelleyemez.
Ve 1918, Mondros Mütarekesi’yle imparatorluk fiilen sona erer.
İstanbul, İzmir başta olmak üzere topraklar işgal altındadır.
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkması ve ardından yaptığı kongreler, Kurtuluş mücadelesinin başlangıcıdır.

TARİHİ KİŞİLER YAPAR

Ümitlerin tükendiği bir dönemden, yedi düvele karşı verilen bir savaştan bahsediyoruz.
Bizim bağımsızlık mücadelemiz, emperyalist güçlere karşı bir milletin en saygın ve en onurlu mücadelesidir. Bu savaş, hiç tereddütsüz, bir dahi komutanın, yüreğini koymuş bir devlet adamının stratejisiyle, azmiyle ve inancıyla bütünleşmiştir. Bakın ünlü tarihçimiz Prof. İlber Ortaylı ne diyor:
“Mustafa Kemal Paşa; bir örgütlenme dehası, kendini çok iyi kontrol etmesini biliyor, zamansız ileri atılmıyor; bakın 20 yy liderlerinin bir sürüsünde bu yoktur. İkinci özelliği zamanlama tekniği yanında, bilinmesi gerekenleri çok iyi biliyor; tecrübelerini çok iyi kullanıyor. Subay takımının sınırsız tecrübesi, dünya görgüsü var. Bunu onların içinde en iyi kullanmasını o biliyor. Üzerinde durulması gereken bir başka özellik Mustafa Kemal’de, hiç de öyle zamana ve zeminin olumsuzluklarına teslim olmamıştır. Yani hiç kimse İstiklal Savaşı başladığı zaman başlamayanlar var -yetti artık yaptığımız şeyler, yetti cihan harbinin hataları, bir daha girmeyelim diyenler var - onlara hain main denilmez ama ileriyi görememişler. Bir de artık şurada dur diyenler var; mesela Batı Anadolu’nun işgalden kurtulacağına, elimizde kalacağına, İstiklal Harbi komutanlarının bile, biri ikisi değil, bir sürüsü inanmıyor. Eğer hedefi öyle koyuyorsan bir dehadır ve dahilere has bir inattır bu… Askeri dehasını ricat yani bir bozguna değil, bir askeri stratijiye çeviriyor. Askerini iyi tanıyor. Bu özellikler yeter.”

EN BÜYÜK ESERİM CUMHURİYET’TİR

Cumhuriyet’e sırtımızı dayadık, nimetlerini yiyor ve fakat anlamı üzerinde durmuyoruz. Cumhuriyet’in temel ilkeleriyle kavgaya başladığımızda ise ne hale geldiğimiz ortada.
İdeolojik yaklaşımlar ölçü oluyor; hangi tarafta saf tutmuşsak, o cenahın popülist söyleminin peşinden koşmayı maharet sayıyoruz. Mustafa Kemal Atatürk ve yakın tarih bundan nasibini bolca alıyor.
Milli mücadele yıllarını çok iyi bilen Yahya Kemal, Atatürk için, “Bir milletin başına gelebilecek ne kadar felaket varsa hepsiyle haşır neşir olduğumuz bu senelerde önümüze düşüp bizi tekrar hayata çıkaran liderdir” der.
Büyük taarruz başlamıştır. Cephelerden henüz haber yoktur. 26 Ağustos 1922’de Yahya Kemal şöyle seslenecektir:
Şu kopan fırtına Türk Ordusu’dur Yarabbi,
Senin uğrunda ölen ordu budur Yarabbi,
Ta ki, yükselsin ezanlarla müeyyednâmın
Galip et, çünkü bu son ordusudur İslam’ın!
Evet bu son ordunun başkomutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’tür.
“En büyük eserim” dediği Cumhuriyet’e sahip çıkmak boynumuzun borcu.
Nur içinde yat BÜYÜK ADAM.