İkincisi ise insanlığın geldiği çizgiyi göz ardı eden anlayıştır. Yaşadıkları sorunları; gelişmiş ülkeler nasıl çözmüş, hangi kurumlarla aşmış, hangi kavramları egemen kılarak yönetim biçimini oturtmuş, bunları sorgulama yerine iflah olmaz bir kaderci anlayışla Allah’a havale etmeleridir.
Eski Yunan’da geçen “hegemonya” kavramı baskın şehir devleti anlamına gelir.
Antonia Gramsci’nin Eski Yunan’dan mülhem kullandığı bu kavramı kısaca özetlemek gerekirse, “kültürel-sosyal hâkimiyet ya da üstünlük; bir topluluk içinde bir grubun baskınlığı, hâkimiyeti”dir.
Gramsci’nin bu kavramı dile getirmekten muradı; iktidar ilişkilerini, iktidarın kendisini nasıl meşru kıldığını ve bunu yaparken de toplumun değer yargılarını kendince nasıl manipüle ettiğini sergilemektir. Ülkemizde, “muhafazakârlık”, “Anadoluluk”, “milli irade”, “İslamcılık”, “Yeni Osmanlıcılık” gibi kavramların sarıp-sarmalanarak seçmen kitlesine sunulması buna örnektir.
PEYGAMBER BİLE SORGULANIRKEN
Günümüzde, siyasal lidere -buna cemaat liderleri de dâhil- koşulsuz biat ise modernitenin içinde kendisine yer bulmaya çalışan siyasal İslamcıların muasır bir garabetidir. Zira böyle bir biat “Asr-ı Saadet”te bile yoktur.
Hz. Peygamberin söylediklerini “Bu senin sözün müdür, yoksa Allah mı söylü-
yor” diyerek sorgulayan bir sahabe vardı. “Benim sözüm” dediğinde, muhalefet yapmaktan çekinmezler, kafalarının yatmadığı hususlarda itiraz ederlerdi.
Günümüzdeki bu kayıtsız şartsız biat, iktidarın madunlarına (ast) sunduğu ve sunabileceği “nimetlerle” anlaşılabilir ancak. Evet, iktidarın, iktidarını sürdürmesi için madunlara ve maduniyet yaratmaya ihtiyacı olduğunun altını çizelim!
Gücü elinde tutanlar için her türlü “amaç” araç haline gelebilir; tek bir amaç vardır: Kayıtsız-şartsız, öyle ya da böyle iktidarın devamı... Makyavelist siyasi anlayışın da özü zaten budur.
Burada gözden kaçırılmaması gereken şey, iktidarın devamı için kullanılan araçların, ahlaki zeminde bir karşılığı olmadığıdır. Söylemlerdeki samimiyetsizlik de yine buradan tebarüz eder.
Gelinen noktaya bakın lütfen: “Gecelik ilişkilerden hoşlansam İstanbul’da kadın kalmazdı” diyen iş adamından, “Yolsuzluk hırsızlık değildir” diyen ilahiyat hocasına; tecavüz vakalarıyla çalkalanan “İslami” vakıflardan, “Başbakana dokunmak bile ibadettir” diyen vekile, “Bu milletin ... koyacağız” diyen müteahhitten, çocuk istismarında “Bir kere rastlanmış olması karalamak için gerekçe olamaz” diyen kadın bakana varıncaya kadar İslam anlayışıyla asla örtüşmeyecek bir fotoğraf var önümüzde. Kaldı ki, bu denli servet, makam, güç tutkusunun izahı yoktur. Bunun adı ne muhafazakarlıktır, ne de İslam!
SIRA İÇTEKİ MUHALEFETTE
Hakeza hegemonik anlayış, kime nasıl hitap edilebilir, hangi geleneğe eklemlenirse kitleler daha iyi manipüle edilir kaygısından hareketle retoriğini ve hamasetini oluşturur. Kutsallar dile dolanarak yapılan siyasette seçmen sürekli konsolide edilir. Eğitimin, kültürün, ahlakın, sanatın, mimarinin vb. nereye gittiği, çürümenin hangi boyutlarda olduğu mesele olmaktan çıkar. Öyle ki iktidarın ürettiği din ve küçük çıkarlarla bütünleşen halk katmanlarına, “benim hegemonyam elden giderse siz de benimle mahvolursunuz” korkusu dikte edilir.
Hegemonik anlayış sadece değerleri yok etmez; bir insan değirmeni haline de gelir. Bu değirmen taşı, altına aldığını ezip geçerken “Beraber yürüdük biz bu yollarda” demez.
Makyavel, 18. yy İtalya’sında siyasetle ahlakı birbirinden ayırdı. Önce siyasi amaçları, hemen akabinde ise bu amaçlara ulaşmak için elzem araçları tespit etti. Nihayetinde “amaca ulaşmak için her türlü araç mubahtır” dedi.
Artık her şey mübah...
Dışardaki muhalifler bittiyse, sıra içerdekilerde.
Makyavel’ci siyasetin, nice Davutoğulları’nı, Arınç’ları vb. yiyeceğinden kimse kuşku duymasın.
İktidar ilişkileri ve güç birlikteliği, zamanla muktedirlerin bulundukları yerleri terk etmesini de zorlaştırır. Hatta bir noktadan sonra iktidar, muktedirlerin peşini bırakmaz. Şayet bırakırsa, muktedir bilir ki, bu zamana kadar inşa ettiği iktidar ilişkilerinin bir bedeli vardır. Aslında hegemonik yapıları sürdüren espri de budur.