Dinleri ve ideolojileri “değerler” üzerinden okumak yerine, fosilleşmiş düşünceler ya da içi boşaltılmış kurallar üzerinden anlamaya çalışmanın faturası ağır: İnsanoğlu, kendini ait hissettiği din ya da ideoloji adına; yaktı, yıktı, yok etti; ötekileştirdi, hakaretler yağdırdı.
Dün Tarık Akan’ı ebedi istirahatgahına uğurladık. Nur içinde yatsın. Arkasından, hayırla yâd etmek varken, veryansın edenler, dar kalıplarından çıkamadıkları için, ne yazık ki kendi inançlarıyla dahi ters düştüklerinin farkında değillerdi; en başta “Ölülerinizi hayırla yâd ediniz” ilkesini yok sayarak!
“İnsana saygı” -kişinin inancı, ırkı, cinsiyeti, mesleği ne olursa olsun- en temel değerdir. “Ama...” diyerek başlayacağımız her şartlı cümle, asıl olanı devreden çıkartacaktır.
Elbette bu, üreten, insanlığa katkıda bulunan, insanlık için mücadele veren insan ile yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda yaşayan insanları aynı kefeye koymak anlamına gelmez.
Hele bu, adam gibi yaşayanlarla, çalan-çırpan ahlaksız insanları bir görmek hiç değil. Hukuk bunun için var.
Kavgalar, mücadeleler ha keşke bu yanlışlar üzerinden verilseydi.
Ha keşke, insanlığın en temel değerlerini –saygıyı, sevgiyi, adaleti, doğruluğu, dürüstlüğü, çalışkanlığı, üretkenliği- yok sayanları ya da çiğneyip geçenleri, kim olursa olsun kınamayı ve onlarla mücadeleyi görev belleseydik.
O zaman açığa çıkardı belki de, kim insanlıktan yana kim değil!
Sözüm ona dinden-Diyanet’ten dem vuruyor ama bakıyorsunuz tüm temel değerleri bir bir çiğniyor! Saygı yok, sevgi yok, “muhatabını hangi değer üzerinden eleştiriyorsun” diye sorduğunuzda, cevap yok.
Hani “eşrefi mahlûkattı” insan!

İNSANA SAYGI

Dikkat edelim “insana saygı” diyorum; dindara değil, dindar olmayana değil, Sünni’ye değil, Alevi’ye değil, namaz kılana değil, oruç tutana değil, başörtülüye değil, başı açığa değil, alkol alana ya da almayana değil, sağcıya değil, solcuya değil, Müslüman olana değil, Müslüman olmayana değil; kısaca sıfatlara, şekle şemaile değil: “İnsana saygı”.
Her insan bir şahsiyettir; ortak insanlık bilincinin bir temsilcisidir ve bu temel değerlerle çelişmediği sürece, insan onurunu incitmeye kimsenin hakkı yoktur.
“Saygı” nötr bir yaklaşımla olur.
Tüm değerlere de böyle bakmalıyız.
Hiçbir koşula bağlı kalmaksızın -Kant’ın ifadesiyle- iyiye iyi olduğundan dolayı sahip çıkmalıyız.
Bunun farkedildiği o yerde adalet işler. “...duyduğunuz kin sizi adaletten saptırmasın, adil olun” ayeti vicdanları titretir.
Başörtülüye, imam hatipliye, filan partiliye ya da cemaat üyesine değil “Görevi ehline ver” değeri devreye girer.
Toplumda “güven” oluşur.

ETİK DEĞERLERİN FARKI

6-9 Eylül tarihleri arasında katıldığım Uluslararası Felsefe Enstitüsü’nün, Maltepe Üniversitesi ve Kadıköy Belediyesi’yle birlikte düzenlediği “Değer, Değerler ve Anlam” konulu etkinlikte, Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi’nin yaptığı şu tespit önemli:
“Kültürel değer yargıları – yani grupların, “şunu yapmak iyidir, şunu yapmak kötüdür” dedikleri- ile etik değerler - örneğin, dürüstlük, saygı, güven vd.- arasındaki farkı gördüğümüz takdirde, değerin ve değerlerin göreceliği-mutlaklığı tartışması son bulur. Göreli olan, kültürel değer yargılarıdır, “değerler” ise göreceli ya da mutlak olacak birşeyler değil.”
Kıyametin koptuğu yer burası.
Kamplaşmalar, ötekileştirmeler bu yüzden.
Demokrasiyi, insan haklarını, hukuk devletini içselleştiremeyişimizin altında da bu anlayış var.
Zira iyi-kötü yargılarımızı kültürel kalıplarımız belirliyor.
Esastan olmayan, farklı anlayışları içeren konuları “esas” gibi mütalaa edip, saplantılı tartışmaların içinde boğuluyoruz.
İsmet Özel “Hak yemek, sol elle yemek yemek kadar dikkat çekmedi bu ülkede” derken kastettiği şeydir bu... Şimdi soralım, Müslümanlık denilince akla neler geliyor?

KORKMADAN SORGULAMALIYIZ

Diriler üzerinden yaptığımız kavgalar yetmezmiş gibi; kaybettiğimiz, yazar, sanatçı, siyasetçi üzerinden yapılan nitelemeler –özellikle sosyal medyanın üslubu- değer kavramından ne kadar uzak düştüğümüzü gösteriyor.
Aynı mezhebin mensuplarının dahi, bana göre, sana göre kavgaları tekfire kadar gidiyorsa; ötekine saygıyı nasıl bekleyeceksiniz?
Temel mesele, göreli olan ile genel geçer olanı birbirinden ayırmak.
“Değeri” ve “değerleri” olmuş bitmiş bir şey gibi görmek ve bir kataloğa indirgemek insan aklına hakarettir. Oluş noktasında tüm kaygıları ortadan kaldırmaktır.
“Değer” her zaman iyiyi isteme becerisiyle açığa çıkar.
Körükörüne inanmanın ise, insan ahlakında ortaya koyacağı hiçbir şey yoktur.
Hülasa, tüm ezberlerimizi ve kültürel yargılarımızı korkmadan, evrensel değerler üzerinden yeniden tanımlamak zorundayız.