ÖNERİ


Amatör milliler dışında prim tamamen kaldırılmalı


Türkiye’nin 2016 Avrupa Şampiyonası’nda aldığı kötü sonuç elbette herkesi çok üzdü.
Ancak bu kötü sonucun ortaya çıkardığı bir başka gerçek ise daha üzücü oldu.
Bu da futbolcuların “prim” nedeniyle birbirlerine girmeleri.
Bazı futbolcular teknik direktöre isyan bayrağı açarken bazı futbolcuların ise “hak ettiklerine inandıkları primi alamadıkları” için sahaya isteksiz çıktıkları ve yenilgilerimize neden oldukları ileri sürülüyor.
Bu korkunç bir şeydir.
Bütün milleti temsilen sahaya çıkanların kişisel hırs ve beklentilerinin peşinde koşması ve bunun sonucunda da Türkiye’nin ağır bir hezimet nedeniyle üzüntü içinde bırakılması tamiri olanaksız bir hasardır.
Şunu bilmeliyiz. Milli forma bir gururdur, bir onurdur.
Bu gurur ve onurun parasal karşılığı olamaz.
Milli formayı giyerek Türkiye’yi uluslararası arenalarda temsil eden ve hepimiz adına büyük başarılar kazanan her sporcu elbette ödüllendirilmelidir.
Ancak görüyoruz ki bunun da bir haddi hududu olmalıdır.
Milli Takım oyuncularına şunu hatırlatmak gerek.
Bu futbolcular “tek seçicinin” bu formaya layık gördüğü isimlerdir.
Elbette “tek seçici” bütün bir sezon boyunca maçları ve futbolcuların performanslarını izleyerek karar vermektedir ama hepsi de sonuçta “seçilmiş” kişilerdir.
Yani bu seçimler bazen subjektif de olabilir.
Oysa futbolcular dışı milli forma giyen sporcuların (takım olanlar hariç) tamamı bireysel başarılarını ortaya koyarak, çeşitli elemeleri geçerek bileğinin hakkıyla bu onura kavuşan sporculardır.
Onlar seçilmezler, belirli aşamaları başarı ile geçerek milli formayı hak ederler.
Onlara verilen ödüller veya primler futbolculara verilenin yanında “devede kulak” olarak tanımlanabilecek kadar azdır.
Bugün milli formayı giyen futbolculardan bazıları “milyon Euroları” bulan primler alıyorlar.
Bu rakamlar normal insanlar için birer servet değerindedir.
Siz kim olursa olsun ödül olarak “kişiyi zenginleştiren” veya bir “servete kavuşturan” ödüller vermeye kalkarsanız ilk başta sanki teşvik edici gibi görünmesine rağmen bu sonuçta sporcular arasında ikiliğe, kin ve düşmanlıklara neden olur.
Sonuçta zararı gören ise milli forma, milli onur ve milli gurur olur.
Futbol Federasyonu başarıyı biraz da kendine mal etmek için bu kadar yüksek primler veriyor diye düşünüyorum.
Oysa o servet değerindeki primleri alan futbolcuların tamamı kendi kulüplerinden de milyonlarca lira alıyorlar.
O halde prim konusuna bir çare bulunmalı, asıl büyük primler sadece kendi başarısı ile milli formayı giymeyi hak eden, yaptığı spordan büyük paralar kazanmayan amatör sporculara verilmeli, profesyonel olan sporculara ise ya hiç prim verilmemeli ya da sembolik bir para ve manevi değeri yüksek armağanlar sunulmalıdır.
Özel sektör ise arzu ettiği her spor alanında istediği kadar yüksek teşvikler sağlayabilir.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER


İngiltere referandum yapmadan geri dönebilir


Önceden her ne kadar bütün önlemleri almış olsalar bile İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı almasının kısa dönemde bu ülkeye çok ağır hasar vereceği ortada.
Daha ilk günden İngiltere’nin maddi kaybının birkaç milyar sterlin olduğu ileri sürülüyor.
Avrupa Birliği’nin lokomotifi ülkelerin birlik ve dayanışmalarını bozmamaları halinde İngiltere’nin hali daha da zora girebilir.
Bunun da ötesinde İskoçya ve İrlanda’nın “O halde biz ayrılalım, ayrı devletler olarak AB üyeliğimiz devam etsin” talepleri de İngilizleri zora sokacaktır.
Nitekim daha referandumun ertesi günü kamuoyunda homurtular çıkmaya başladı.
Gençler karara öfkeli. Bu nedenle imza kampanyaları bile açıldı. Yeniden referandum olması için toplanan imzaların 2 milyona ulaştığı söyleniyor.
Bana göre İngiltere yeniden referandum yapmaz.
Çünkü zaten alınan karar bağlayıcı değil. Yani İngiltere Parlamentosu hiçbir şey olmamış gibi üyeliğin devam ettiğini söyleyebilir.
Bu açıdan bakınca toplanan imzalar önem kazanıyor. Sayının birkaç milyonu bulması halinde İngiliz Parlamentosu “Yanlış bir karar oldu, zaten halk da memnun değil, ülkemiz de çok zarar görüyor, o halde yola devam ediyoruz” diyebilir.
Kimse şaşırmasın.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER


İstanbul Emniyeti canı kime isterse “öncelikli geçiş belgesi” veriyormuş


İlk kez CHP eski milletvekili Ali Özgündüz’ün kitabında gördüm ve çok şaşırdım.
Özgündüz’ün “17-25 Aralık” kitabında Reza Zarrab’ın trafikte sıkıntı çektiği, hızlı gidebilmek için emniyet şeridine girdiği ama bu kez de polisle başının belaya girdiği bu nedenle İstanbul Emniyeti’nin kendisine 5 aracı için “öncelikli geçiş kartı” verdiği anlatılıyor.
Geçiş üstünlüğü itfaiyeye, cankurtaranlara, operasyona giden polislere, cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlara verilir.
Kitaptan Reza Zarrab’a da bu kartlardan verildiğini öğrenince merak edip araştırdım.
Meğer İstanbul Emniyeti bu kartlardan yüzlerce kişiye veriyormuş.
Parti başkanları, parti yöneticileri, parti meclisi üyeleri, belediye başkanları, belediye yöneticileri, kamu kurumlarının genel müdürleri, yöneticileri, bol paralı işadamları, yandaş çok sayıda gazeteci bu kartlara sahipmiş.
Bu kartı olan araçlara “çakar” denilen mavi lambalar ve siren de takılıyormuş.
Bu araçlar istedikleri zaman emniyet şeritlerini kullanabiliyor, istedikleri yerde park edebiliyor, trafik kurallarını ihlal edebiliyor hatta ters yöne bile girebiliyorlarmış.
Ne güzel değil mi?

Bİ SORALIM BAKALIM


Gündüz cehennem azabı yaşatıyorsunuz gece de bekleriz


Gündüz saatlerinde hiçbir yerde trafik polisini görev yaparken göremezsiniz.
Trafik kendi kendine akar, ancak bir kaza olursa polisler ortaya çıkar.
İstanbul’da trafik tamamen kameralara bırakılmış durumda. Kameralar da sorun yaşanan bölgelere müdahale için değil sadece ceza yazmak için kullanılıyor.
Bir de çekicilerde polis görürsünüz. Canları nereden istiyorsa oradan araba çekerler.
Gündüzü böyle olan İstanbul’un gecesi ise ayrı felaket.
Örnek vereyim: Beylerbeyi Çengelköy.
Gündüz, şehzadelerin emriyle otobüs durağını kaldıran, trafiği hiç etkilemeyen yerlere park etmeyi yasaklayan, ceza yağdırarak ve çekici terörü estirerek halka cehennem azabı çektirenler gece ortadan kayboluyor.
Tabii şehzadeler ofislerinde değiller. O halde trafik polisinin de bölgede işi olmaz.
Eğer varsa İstanbul Trafik Müdürü’nü iftar sonrası Boğaz hattına davet etmek isterim. Ne emek istediğimi kendi gözleriyle görürse belki bir önlem almayı düşünür.

BUNU YAZMAK GEREK


Avrupa çökmez de Türkiye’nin konumu ne olur ona bakmalı


İngiltere’nin AB’den çıkma kararına iktidar çevreleri ve yandaşları çok sevindiler.
Bunu Avrupa’nın çöküşü olarak niteliyorlar.
Ki onlara göre zaten Avrupa Birliği çoktan bitti, bu nedenle biz de artık AB diye bir ısrarımız olmamalı.
Bir de yandaşların iyice uçanları var.
Onlara göre İngiltere’nin çıkışından sonra Avrupa bize yalvar yakar olacak girmemiz için. Çünkü İngiltere’nin açığını kapatacak tek ülke Türkiye.
Tam uçanlar ise Avrupa’daki sarsıntının nedeninin Erdoğan olduğunu ileri sürüyorlar. Türkiye Avrupa’ya karşı dik durunca, Erdoğan Türkiye menfaatlerini öne çıkarınca Avrupa darmadağın olmuş.
Ciddi ciddi bunları söylüyorlar.
İngiltere’nin ayrılışına ve sonuçlarına sadece Türkiye’nin geleceği ve çıkarları açısından bakmamız gerek.
İngiltere AB’den ayrılabilir ama herkes biliyor ki İngiltere Avrupa’dan çok Amerika’nın yanındadır.
Bu ayrılışla Amerika İngiltere Kanada ve İsrail birlikteliğini daha fazla duymaya başlayabiliriz.
Bugünkü iktidara ve mantığına aktığımda da Erdoğan’ın bu dörtlü içinde yer almakta bir sakınca görmeyeceğini hatta bunun için çabalayacağını söyleyebilirim.
İsrail’le bir anda “can ciğer kuzu sarması” olmamız herhalde tesadüf değildir.
Önümüzdeki günlerde bu konu daha etlik kazanacaktır.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER


Biri başbakana bilgi vermeli


Tamam anladık artık bu ülkenin “kağıt üzerinde” bir başbakanı var.
Artık başbakan etliye sütlüye karışmıyor olabilir.
Ama o başbakanın da biraz bilgilendirilmesi gerek.
Aksi takdirde bilmediği bir konuda konuşuyor ve konuştuğunda da rezil oluyor.
Örneğin İngiltere’de yapılan referandumdan sonra konuştu makamı başbakan olan Binali Yıldırım.
Dedi ki; “İngiliz Başkanı Türkiye hakkında abuk sabuk konuştu. Ama referandumda İngiliz halkı Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğunu o başbakana hatırlattı.”
İlk duyulduğunda rahatsız edici bir şey yok değil mi?
Yok ama bilgi yanlış olunca bu cümleyi sarf eden kişi komik duruma düşüyor.
Çünkü Yıldırım bu sözleri Cameron’un “Türkiye 3000 yılına kadar AB’ye giremez” ifadesi üzerine söylüyor.
Binali Bey, referanduma evet diyenlerin Türkiye’ye karşı olmadıklarını sanarak söylüyor bu sözlerini.
Oysa Türkiye’ye asıl karşı olanlar referanduma evet diyen İngilizler.
Cameron’un “abuk sabuk” olarak nitelenen sözleri Türkiye karşıtları İngilizleri yumuşatmak için kullanılmış cümleler. Yani Cameron İngiliz halkına diyor ki “Türkleri istemiyorsunuz anladım ama merak etmeyin zaten onlar AB’ye asla giremeyecekler.”
Binali Yıldırım doğal olarak her gün gazeteleri ayrıntılarıyla okuyup tv haberlerini izleyemez. Bu nedenle danışmanları içte ve dışta olanlar hakkında kendisini iyi bilgilendirmeli.
Aksi takdirde Başbakanlık makamına hiç uygun olmayan açıklamalar yapıyor.
Yakında korkarım Yıldırım Akbulut fıkraları gibi hakkında fıkralar uydurulmaya başlanır yoksa.