ANALİZ


Bu yüksek mahkeme başkanları bir gün mutlaka yargılanacaktır

Türkiye demokratik laik sosyal bir hukuk devletidir.
Yönetim biçimi cumhuriyettir.
Her demokratik ülkede olduğu gibi Türkiye’de de demokrasinin vazgeçilmezi olan “kuvvetler ayrılığı” prensibi kabul edilmiştir.
Kuvvetler ayrılığı yasama, yürütme ve yargıdan oluşur.
Yasama Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.
Yürütme hükümettir.
Yargı kavramı ise öncelikle yüksek yargıyı konu almaktadır.
Bu üç kuvvet birbirinden bağımsızdır.
Birbirlerine üstünlüğü yoktur.
Cumhurbaşkanı devletin başıdır.
Halk tarafından seçilmiş olsa bile mevcut anayasaya göre görev ve yetkileri çok fazla görünse bile, durumunu belirleyen anayasa maddesine göre sorumsuzdur.
Cumhurbaşkanı yasama, yürütme ya da yargı erklerinin üstü, amiri değildir.
Bunca teknik bilgiyi neden paylaştım.
Çünkü bu üç erkten yargının en önemli üç başkanı hafta başında Cumhurbaşkanı’nın “siyasi nitelikteki” özel bir gezisine katılarak adeta figüranlık yaptılar.
Bununla da yetinmediler ve eleştiriler üzerine demokrasi ve hukuka olduğu gibi kuvvetler ayrılığı prensibine de ters olan davranışlarının son derece normal olduğunu savundular.
Demokratik bir ülkede yüksek yargı üyeleri siyasi niteliği olan kişilerin özel gezilerine “konuk olarak” bile katılamazlar. Katılmaları ahlaki olmadığı gibi anayasal suç niteliğindedir.
Ne yazık ki ülkemizde demokrasi ve hukukun askıya alınmasından sonra “saray-yargı” ilişkileri görülmemiş ölçüde cıvık hale geldi.
Yargıtay Başkanı İsmail Cirit açıkça “bir siyasi parti lideri gibi davranan, anayasayı fiilen uygulama dışına çıkardığını bu nedenle hukuki düzenleme yapılmasını isteyen” Erdoğan’ın “siyasi nitelikli özel gezisine” katılmalarının son derece normal olduğunu ileri sürerek “Ben onu anlayamadım, niye eleştiri konusu oldu? Devlet oradaydı, devletin başkanı. Türk geleneklerimize göre devlet başkanına çok ayrı bir değer veririz. Devlet başkanı, devletin başı ve birliğimizin sembolüdür. Onun katılmış olduğu, Meclis Başkanı’nın, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri’nin, tüm yüksek yargının katılmış olduğu bir toplantı yapılmış olması, oradaki bir başka çay toplantısının yapılmış olması, bu arada bizim de iştirak etmemiz kadar doğal bir şey olamaz. Biz devlet başkanıyla bir arada olmaktan, devletin başkanıyla bir arada olmaktan onur duyarız” diyebiliyor.
Dikkat ediyor musunuz, Yargıtay Başkanı Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı olarak değil “devlet başkanı” olarak tanımlıyor.
Geziye katılmalarının çok normal olduğunu söyleyerek anayasayı fiilen takmadığını, tanımadığını açıkça söylüyor.
Bugün için sırtlarını saraya dayayan bu yüksek yargı mensupları işledikleri anayasa suçu nedeniyle elbette hiçbir soruşturmaya uğramayacaklardır.
Gün onların günü.
Ama hiç unutulmasın ki Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, Danıştay Başkanı Zerrin Güngör ve Sayıştay Başkanı Recai Akyol bir gün mutlaka “anayasayı ihlal” suçundan yargılanacaklardır.
Yasalarımızda “anayasayı ihlal” suçu “ağırlaştırılmış müebbet hapis”le cezalandırılmaktadır.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER


Avrupa Birliği masası devrildi devrilecek

AKP iktidarı ilk yıllarında özellikle sol, liberal, aydın kesimlerden oy ve destek alabilmek için Avrupa Birliği havucunu koymuştu önlerine.
Bu kesim de havuca koşan yarış tavşanları gibi bunun peşine takılmış ve AKP’ye müthiş destek vermişti.
AKP bu kesimlerin desteği ile iktidarını perçinledi, bu kesimin karşı devrimci tutumları sayesinde de Cumhuriyet’le, değerlerimizle hesaplaşma şansı buldu, bunların çoğunu yerle bir etti ve neredeyse “finale” geldi.
Artık AKP’nin bu sol, liberal, aydın kesime ihtiyacı yok. Zaten birçoğunu buruşturup çöpe attı bile.
Şimdi aslında hiç inanmadığı Avrupa Birliği masasını da devirmek üzere.
Bakın Erdoğan önceki gün AB konusunda şunları söyledi;
“ Türkiye kriterleri yerine getirecek. Ne kriterleri? Hâlâ Türkiye’ye karşı kriter koyuyorsanız, kusura bakmayın. Bu bir yere kadar tahammül edilir. Bir yere kadar çekilir. Bir yerden sonra da Türkiye nihai kararını verir. Ondan sonra da kusura bakmayın, siz düşünün deriz.
1 Haziran itibariyle geri kabul anlaşmasına yönelik bir adım vardı. 30 Haziran itibariyle de vize noktasındaki adım atılacaktı. Eğer şu anda bu konuyla ilgili olarak arkadaşlarımız görüşmeleri yapacaklar. Görüşmelerde netice alındı, alındı. Alınmadığı takdirde, kusura bakmasınlar, bu Türkiye Cumhuriyeti’nin Parlamentosu’ndan Geri Kabul Anlaşması’na yönelik adım atılmasıyla ilgili karar geçmez. Bize ikide bir kriter dayatmasınlar. Burası Türkiye.”
Bu sözler elbette AKP tabanında sempati ile karşılanacaktır. Bu kesim yıllardır yapılan “Türkiye artık başka ülkeler önünde ceket ilikleyen ülke değil, Türkiye artık dik duruyor” propagandasının etkisi altında beyni yıkanmış gibi her söylenene inanıyor.
Ancak gerçek bu değil. Türkiye dünyada giderek itibarsızlaşıyor. Sözünün bir değeri kalmıyor.
Yıllardır AKP iktidarının Türkiye’yi batı standartlarından, demokrasi, hukuk, insan hakları, özgürlükler kavramlarından kopardığını anlatmaya çalıştık.
Şimdi hazin sona doğru koşar adım gidiyoruz; Türkiye dünyadan kopuk, demokrasi ve hukukun olmadığı, sıradan bir Ortadoğu ülkesine dönüştürülmek üzere.
Neyse ki duble yollarımız, köprülerimiz ve dünyayı kıskandıran metromuz var.

BUNU YAZMAK GEREK


Yargıtay’ın MHP kararı saraydan talimatlı gibi görünüyor

Yargıtay MHP’li muhaliflerin genel kurul toplamak için başvurdukları mahkemenin “kongre yapılmalıdır” kararını gecikmeli olarak onayladı biliyorsunuz.
Onaylamasına onayladı da, ortaya da demokrasi ve hukuk sistemine çok aykırı olan bir davranış biçimi koydu.
Yargıtay, ilk mahkeme kararından sonra kongre tarihi açıklanmış olmasına rağmen davayı görüşmedi ve oyaladı.
Daha sonra “mayıs ayı içinde karar verileceğini” açıkladı.
Açıklanan tarihte MHP kongresi yapılamadı.
Şimdi Yargıtay açıklaması geldi.
Yargıtay neden böyle yaptı?
Mantıklı tek açıklaması var. Saray böyle istedi.
“Oyala” dedi oyaladılar, “onayla” dedi onayladılar.
Yargıtay siyasi hayatımız için son derece önemli olan bir olayda niçin böyle gecikmeli karar aldığını “mantıklı” biçimde açıklayabiliyorsa onu da bu köşeden yazmaya hazırım.

BAŞIMDAN GEÇENLER


Doğum gününüz kutlu olsun

Dün sabah Şişli’den metroya biniyorum.
Her zamanki gibi kartımı hazırlayıp turnikelere geldim, kartı okuttum ki bir anda bir ses yükseldi; “Doğum gününüz kutlu olsun.”
Neye uğradığımı şaşırdım. Doğru dün benim doğum günümdü, ama böyle bir “kutlama” ile ilk kez karşılaştım.
Ulaşım kartı alırken kimlik bilgilerimizi de veriyoruz ya, herkesin doğum günü bilindiği için böyle bir uygulama yapılıyormuş.
Kendi kendime “keşke bugün dışarıda çok işim olsaydı da sık sık kartımı okutsam ve bu kutlamayı duysam” diye geçirdim içimden.
Tabii doğum günümün en güzel anı sabah üç yaşındaki kızım Peri’nin kollarını açarak koşması ve boynuma sarıldıktan sonra kulağıma fısıldayarak “Mutluuuu yıllaaaaar baaabaaaa” şarkısını söylemesiydi.
Sadece kızımın geleceğini kurtarmak için her türlü fedakârlığı göze alarak mücadeleye devam etmem gerektiğini bir kere daha anladım.

ÇOK GÜLDÜM


Yahu bir durun da ilk başkanlığı Binali Bey yapsın

Binali Yıldırım Başbakan oldu.
Dün kabinesinin ilk toplantısı vardı.
Bu toplantı sarayda yapıldı ve başkanlığını da Tayyip Erdoğan yaptı.
Binali Yıldırım’ın aslında başbakan olmadığını, bir tür “hükümet sekreteri” gibi çalışacağını elbette herkes biliyor.
Ama bari ilk toplantıyı yapmasına izin verseydi saray.
Ama ona bile tahammülü yok sarayın.
Kamuoyu hala ne olup bittiğini anlamadı ama belli ki saray yeni bir Ahmet Davutoğlu vakası ile karşılaşmak istemiyor. İlk günden işi sıkı tutuyor.
Tabii herkesin bildiğini AKP’liler pek bilmiyor, Yıldırım’ı gerçekten başbakan sanan pek çok AKP’li var. Nitekim seçildikten sonraki ilk AKP Grubuna gelenler Binali Yıldırım’a başbakan muamelesi yaptılar.

O da çok sevindi, ama sevgi gösterilerinin bitmemesi üzerine “yahu bir durun da şunu bitirelim yaaa” diye uyarıda bulundu.
Benim içimden de benzer bir şekilde “Yahu bir durun da ilk başkanlığı bari Binali Bey yapsın” demek geldi nedense...

KOMİK


Yiğit Bulut kafası kabine dışı kalmış

Hürriyet galiba iyice zorda.
Bu nedenle daha hükümet kurulur kurulmaz dört koldan “güzelleme yarışı”na soyundu.
Gazetenin bütün sayfalarında yeni hükümetin ne kadar iyi olduğu, bakanların titizlikle seçildiği, Binali Yıldırım’ın çok başarılı işlere imza atılacağı yazılıyor.
Tabii hükümetin aslında Erdoğan patentli olduğunu bildiklerinden şimdilik rahatlar. Binali Yıldırım’ı övmenin Erdoğan’ı övmek olduğunu düşünüyorlar.
Ama son zamanlarda bir oraya bir buraya savrulan eski Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök artık iyice uçmuş.
Özkök bakanları tek tek irdelemiş ve bir karara varmış “Yiğit Bulut kafası kabine dışı kaldı.”
Nasıl bakıyor anlayamadım. Yiğit Bulut kafası kabine dışı değil tam tersine “kabinenin ruhu” haline geldi.
Cumhurbaşkanı adına konuşan Bulut “AB ile bütün anlaşmaları askıya alırız” dedi.
Bir gün sonra Erdoğan AB’ye “Kusura bakmayın, yolumuza gideriz” tehdidini yaptı. Çiçeği burnunda AB bakanı “AB tek seçeneğimiz değil” mesajı verdi.
Yiğit Bulut kafasının devre dışı kalması buysa, anlayın artık gerisini.