ACAİP YAZILAR


Dinen “türbanlı baterist” olur mu?


Hürriyet’in yazarlarından biri hafta sonunda köşesine bir fotoğraf koymuştu. Daha doğrusu bir gün önce Hürriyet’in birinci sayfasında yayınlanan bir fotoğraftı bu. Tamamı kızlardan oluşan bir lise orkestrası.
Yazar kıyafetler üzerinden analizler yapmış.
Kızlardan biri muhafazakâr sayılacak kıyafetteymiş, biri mini eteği tercih etmiş, baterist ise türbanlıymış.
Yazara göre “İşte yeni Türkiye” bu imiş. Bu kızlar birbirlerinin kıyafetlerini umursamıyormuş bile sadece aynı orkestrada olmanın mutluluğunu yaşıyorlarmış.
Bu tür güzellemeler ilk kez yapılmıyor.
Türbanlıları hayatın her alanında olmasının bir “çeşitlilik, güzellik” olduğunu savunan ve kendini “demokrat, özgürlüklere ve inançlara saygılı” göstermek isteyenlerin ortak tavrıdır bu.
Bu tavır AKP iktidarının laikliği yok etmek için kullandığı en önemli silahlardan biri.
İktidara geldiğinde entelektüel birikimi olmayan kadrolarının laiklikle ilgili tartışmalarda zayıf kalması nedeniyle kendinden olmayan kişileri kullanan AKP başlattığı türban kavgasıyla zihinleri bulandırmayı ve bundan kendi adına çok olumlu sonuç almayı başarmıştı.
AKP türbanın veya genel anlamıyla tesettürün dini bir gereklilik olduğunu anlatmaya çabalıyordu. Tabii bunu yaptığında da laiklikle ilgili sorun çıkıyordu ortaya.
AKP’li olmayan ama nemalandıkları için iktidara payanda olanlar “türbanı dini bir gereklilik olmaktan çıkarıp özgürlükler kapsamında ele alınmasının” daha doğru olacağını tavsiye ettiler.
Böylelikle din bir parça geri plana itilerek türban bir özgürlük, kişilerin kendi beğenisi veya yaşam tarzı gibi sunulmaya başlandı.
Bu kesim elinde tuttuğu medya gücünü de kullanarak türbanlı kızların, kadınların sosyal hayattaki etkinliklerini ballandırarak anlatmaya başladılar.
Özellikle bir türbanlı kızla başı açık kızın, hatta mini etekli, punk saçlı, piercingli kızların arkadaşlık yapmaları yüceltildi. Bu tür görüntüler “Bakın onların hiçbir sorunu yok, mini eteklisi de türbanlısı da nasıl istiyorsa öyle giyiniyor” söylemiyle desteklendi.
Türbanlılar şarkı yarışmasına katıldılar, evlilik programlarında boy gösterdiler, nargile içmekten, okey oynamaktan, sokakta erkeklerle el ele kol kola sarmaş dolaş gezmekten çekinmediler.
Şimdi bir de türbanlı bateristimiz olmuş demek ki. Bunlar bana şaşırtıcı gelmiyor.
Şaşırtıcı gelen şu; Türban özgür bir kıyafet seçimi değil.
Dini bütün kadınlar, kızlar “dinin tesettür emri gereği” böyle giyiniyorlar.
Türban aynı zamanda “dindar olduğunu” göstermenin de bir sembolü.
O halde şunu sormak gerekmiyor mu? Eğer türbanlı biri bunu dini emrettiği için böyle yapıyorsa, o kişinin sosyal hayatta başı açık olanlarla aynı türde davranışlarda bulunması doğru mudur?
Eğer bir kadın dinine gerçek anlamda bağlıysa örneğin “Nikah düşmeyecek erkeklerin” de bulunduğu bir ortamda şarkı söylemesi, dans etmesi, bateri veya başka bir enstrüman çalması mümkün müdür?
Kocası olsa bile inançlı bir kadın sokakta bir erkekle sarmaş dolaş olabilir mi?
Kahvede okey oynayıp, sigara veya nargile içmesi dinen uygun mudur?
Altını çizerek söylemek istiyorum; türbanlı kızların sosyal hayatta olmalarına karşı değilim. Ama “laikçi diyerek küçümsedikleri” dinen ve ahlaken eleştirdikleri insanların tutum ve davranışlarını sanki başa türban takılınca aynen kendileri de yapabilir saymalarını anlamıyorum.
Bunun yüceltilmesine ve AKP’li olmayıp da “Bak işte ne güzel” denmesine de öfkeleniyorum.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER


Berat Albayrak Başbakan olacakmış


Gazete manşetlerine ve televizyon ekranlarına daha ayrıntılı biçimde yansımadı ama “yandaş-yalaka” çevrede müthiş bir kavga var.
Hükümetle saray arasında bir çekişme olduğu yolunda söylentiler duyuyorduk.
Ama bu yandaş yalaka takımı “nifak sokmak istiyorlar, deviremezsiniz hükümeti” çığlıklarıyla hep karşı ataktaydılar.
Gerçi fazla su yüzüne çıkmayan bir çatışma olduğu da kesin. Bu yandaşlar da bir süredir kendi aralarında tartışıyorlar.
Bu tartışmalar pazar günü yayınlanan bir bildiri ile açığa çıktı ve belli ki artık kılıçlar çekildi.
Yandaş yalaka takımı hükümetçiler ve saraycılar olarak ikiye bölünmüş durumda.
Saraycılar Erdoğan’a “reis” diyorlar. Hükümetçiler Davutoğlu’ndan “hoca” diye söz ediyor.
İki tarafın da sözcüleri “çok yakında büyük gürültü kopacağını ve karşı tarafın biteceğini” ileri sürüyor.
Saraycılar Davutoğlu’nun gidip Berat Albayrak’ın Başbakan olmasını istiyor.
Bu hafta üzerinde çok şey yazabileceğimiz gelişmeler olabilir, biraz beklemek istiyorum.
Ama şunu söyleyeyim; Berat Albayrak’ın Başbakan olmasını çok desteklerim. Keşke olsa. Nasıl olsa bütün devlet kurumları aile şirketi gibi oldu. Başına damadı da oturtun mu ülke de artık “aile ülkesi” haline gelir. Fena mı?

KAFAMI BOZAN ŞEYLER


Cumhuriyet Gazetesi bu kadar duyarsız olmamalı


1 Mayıs olaysız geçti geçmesine de bazı noktalarda ufak tefek tatsızlıklar yaşandı.
Bunlardan biri Beşiktaş’taydı.
Halkın Kurtuluş Partisi Beşiktaş’ta toplanıp Dolmabahçe’ye doğru yürümek istedi. Ama hükümetin emriyle bütün yollar kapalıydı. Polisler sadece barikat kurup beklese hiçbir şey olmayacaktı ama yine iktidarın “olay çıksın” talimatına uyarak göstericilerin üzerine yüründü.
Bu sıradaki itiş kakışı izleyen ve görüntüleyenlerden biri de İstanbul Gerçeği Haber Sitesi’nin genel yayın yönetmeni İmambakış Üküş’tü.
Üküş hem gazeteci kimliği hem de tanınmış bir kişi olmasının verdiği güvenle polislere “Bu kadar sert davranmayın, gözaltına almanıza ne gerek var” uyarısında bulununca kendisi de gözaltına alındı. Çırağan karakolunda tutulan İmambakır Üküş ve HKP’liler akşam üzeri serbest bırakıldı.
Bu haber nedense iddialı sol, ilerici, demokrat internet sitelerinde yer almadı.
Cumhuriyet gazetesi ise isim vermeden “Beşiktaş’ta gazeteci olduğunu iddia eden biri gözaltına alındı” diye verdi haberi.
Ne ayıp şey. İmambakır Üküş CHP tabanında, sol-devrimci çevrelerde ve medyada çok tanınan bilinen bir isim. Çok uzun yıllara yayılmış mücadele geçmişi var. Sıradan bir gazeteci veya eylemci değil.
Bunu en iyi bilen gazete Cumhuriyet. Ama son zamanlarda “bir haller” olan Cumhuriyet bırakın bir meslektaşa nezaket göstermeyi haberciliği bile unutmuş görünüyor.

Bİ SORALIM BAKALIM


DİSK, KESK, TMMOB, TTB Gezi şehitlerini de Bakırköy’de mi anacak?


Sol ve ilerici kuruluşlar 1 Mayıs’ı hükümetle anlaşarak Bakırköy’de kutladılar.
Böylelikle tam 40 yıldır 1 Mayıs’ın sembol mekânı Taksim elbirliği ile tarihe gömülmüş oldu.
İktidar ne kadar sevinse azdır. Yıllarca bu sembolü yıkabilmek için ne çok kişinin ölümüne neden oldu, milyonlara gaz sıkıldı, su sıkıldı, İstanbul’a cehennem hayatı yaşatıldı.
Ne yazık ki direnme gücünü yitirdiği anlaşılan DİSK, KESK, TMMOB, TTB gibi demokratik kuruluşlar teslimiyet içinde iktidarın dayatmasına boyun eğdi.
1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak elbette çok önemli. Ancak eğer iktidar faşizan baskılar yapıyorsa ve bunun sonucu olay çıkması, kan dökülmesi, can alınmasıysa 1 Mayıs için başka yöntemler düşünülebilirdi.
Bugüne kadar hiç miting yapılmamış olan Bakırköy’deki bir pazar yerine gitmek yerine alternatif onlarca gösteri de düzenlenebilirdi.
Hiçbirini yapmadılar, kolayına kaçtılar ama işçi sınıfına da, Türkiye’nin aydınlık, ilerici, demokrat güçlerine de sırtlarını çevirdiler.
Şimdi çok merak ediyorum, acaba bu demokratik kuruluşlar bir ay sonraki Gezi direnişi yıldönümünü ve burada yitirilen canları da Bakırköy’de mi anacak?

KAFAMI BOZAN ŞEYLER


1 Mayıs’ta her şey vardı ama 1 Mayıs ruhu yoktu


1 Mayıs bayramı kutlandı geçti.
Medya 1 Mayıs’ı “bu yıl olaysız kutlandı” başlıklarıyla duyurdu.
1 Mayıs’ın “olaysız” kutlanmasına sevinen dünyadaki tek ülkeyiz galiba.
Aslına bakarsanız bizde de hiç olay çıkmayacak da, iktidarımız böyle arzulamadığı için 1 Mayıslar bu hale geldi.
1 Mayıs’ı yasaklayan askerlerdi. 1 Mayıs 1977’deki korkunç olaydan sonra 12 Eylül’e kadar bu meydanda sadece iki miting yapıldı. Biri CHP diğeri AKP mitingi.
12 Eylül’den sonra ise alanda hiçbir mitinge izin verilmedi.
2009 yılında çok büyük bir kalabalık dört koldan Taksim’e yürüdü, barikatlar aşılınca hükümet de çaresiz kaldı.
Ertesi yıl bu kez AKP iktidarı “özgürlüklerin tek sahibi” gibi görünmek için Taksim’i 1 Mayıslara açtı. Hükümet o tarihlerde bütün İstanbul’u “Artık 1 Mayıs hem bayram hem Taksim’de” afişleriyle donattı.
İki yıl 1 Mayıs Taksim’de kutlandı. Tek olay çıkmadı.
Ancak bu 1 Mayıslar öyle bir coşkuyla kutlandı ki iktidar korkuya kapıldı. 2012’de Taksim’deki inşaatı bahane ederek yasakladı. 2013’e de yasakladı. 2013’teki Gezi protestolarından sonra ise Taksim’i tamamen kapattılar.
Şurası bir gerçek ki, yasaklamalarla çok tatsız olaylar yaşandığı son birkaç yıl ama iktidar müthiş bir direniş gösterdi ve 1 Mayısların ruhunu yok etmeyi becerdi.
Bakın bu yılkı kutlamalara. İstanbul’da hatalı bir karar sonucu cılız gösteriler yapıldı. Ankara ve İzmir’de kayda değer bir kutlama olmadı.
Ama Çanakkale, Sakarya, Kahramanmaraş’taki kutlamalarda hükümet övüldü, saraya methiyeler düzüldü, başkanlık istendi, cemaatle mücadelenin devam etmesi gerektiği söylendi.
Sonuçta el birliği ile 1 Mayıslar 1 Mayıs olmaktan çıkarıldı.