ANALİZ

Erdoğan sanki savaş tamtamlarını çalıyor

Erdoğan’ın Lozan çıkışı daha çok tartışılacaktır.
Dünkü yazımda Erdoğan’ın bu konuşmasıyla 15 Temmuz sonrası “Atatürkçülüğe mi kayıyoruz?” korkusuna kapılan dinci-milliyetçi tabanına “yok öyle bir şey” mesajını verdiğini yazmıştım.
Ancak konuşmanın içeriğini biraz daha irdeledikçe ve özellikle saraya çok yakın yandaşların medyada yer almaya başlayan ifadelerine baktıkça olayın daha da derin anlamları olabileceği ihtimali çıkıyor ortaya.
Erdoğan’ın ruh halini anlamak gerçekten çok güç.
15 Temmuz’la birlikte çok ciddi bir “can güvenliği” endişesi taşıdığı bir gerçek. Bunu zaten açıkça söylüyor.
Alınan önlemler, çevresine örülen ve giderek daha da kalınlaşan güvenlik duvarları da gözlerden kaçmıyor.
Öyle zannediyorum ki, Erdoğan, Amerika ve Batı’nın kendisini gözden çıkardığına ve devirmek için elinden geleni yapacağına artık daha fazla inanıyor.
Ülke içi muhalefeti de, üstelik bir ayırım yapmadan, kendini devirmek isteyen dış güçlerle omuz omuza çalıştığını da düşünüyor.
Türkiye’nin tutum ve davranışlarının sonuçlarına baktığımızda Erdoğan’ın içte başta dışta başka yöntem uyguladığı görülüyordu.
Bunu zaten defalarca yazdım, “Erdoğan dışarıdan gelen talepleri itirazsız karşılıyor ama kendi tabanına sanki dünyaya kafa tutuyormuş onları hizaya getiriyormuş gibi davranıyor” dedim.
Ama son gelişmeler Erdoğan’ın içe söylediklerine giderek kendisinin de inandığı yönünde ipuçları vermeye başladı.
En azından Amerika’yı ve diğer dünya devlerini tehdit etmek hatta şantaj olarak bile nitelenebilecek biçimde açıklamalar yapmak çok hoşuna gidiyor.
Bunu bir oyun olarak görüyor ve içteki gücünün daha da arttığına inanıyorsa sorun yok.
Ama artık bu rolü gerçekten oynuyorsa, Türkiye’nin başına savaş dahil her şeyin gelmesi sürpriz olmaz.
Lozan ile ilgili sözleri bir de bu açıdan irdelemek gerek.
Lozan’ın bir başarı olup olmadığını “aklına eren herkes” tartışabilir.
Ancak ilk kez cumhurbaşkanı seviyesinde “Lozan’ın bir zafer olmadığı, resmi ideolojinin bunu bize yutturduğu” söylendi.
Bunun içerideki yansıması şiddetli bir tartışma ve kutuplaşmayla sonuçlanır.
Oysa dışarıdan bakınca manzara farklı.
Eğer Türkiye’nin en hakim ve güçlü otoritesi Lozan’da kaybımızın aslında büyük olduğunu söylüyorsa, “bağırsak sesimizin duyulacağı adaları Yunanlılara kaptırdık” diyorsa, Musul ve Kerkük’ü öne sürüyorsa konunun karşı taraftaki muhataplarını mutlaka telaş basar.
Nitekim ilk tepki Yunanistan’dan geldi ve Çipras “Erdoğan’ın sözlerinin vahim olduğunu” söyledi.
Neden? Çünkü Yunanistan’dan bakınca bu sözler Türkiye’nin adaları almayı düşünmesi olarak tercüme edilir.
90 yıl sonra o adaları ya da Musul Kerkük’ü herhalde “yeniden barış masası kuralım” diyerek gündeme getiremezsiniz. Böyle bir amaca ancak savaşarak ulaşırsınız.
O halde Erdoğan’ın “içine düştüğü ciddi sıkıntıdan” ancak milletin büyük bölümünü arkasına alacak bir “savaşla” çıkmaya çalışması, bütün dünyayı karşısına alma pahasına bir maceraya girmeyi düşünmesi hiç de yabana atılacak bir görüş değildir.
Bütün dünya Türkiye’ye saldıramayacağına göre, Erdoğan bu hayali gerçekleşmese bile, dünyanın en büyükleri ile savaşmayı bile göze alabilecek kadar Türkiye’yi seven lider olarak ömür boyu en tepede oturma şansı yakalayabilecektir.

KOMİK

Cemaatin okullarında “gizli toplantı odaları” bulunuyor

İki günde bir yandaş medyada şöyle bir haber görüyoruz; “Cemaatin falanca okulunda gizli toplantı odası bulundu.”
Sonra çarşaf gibi fotoğraflar yayınlanıyor. Altında “mor odanın gizemi” veya “Bu odada şifreler veriliyordu” türü başlıklar.
Güler misiniz ağlar mısınız?
Yahu cemaatin bütün okullarının en üst katlarının toplantı salonu olduğu bilinen bir gerçek.
Bugün saraya yaranmak için cemaate her türlü hakareti edenlerin tamamı bu okulların en üst katlarındaki toplantılara en az bir kere katılmışlardır.
Bu salonlarda öğrencilere olduğu gibi her okulun çevresindeki esnafa, emeklilere dini telkinler yapılırdı.
Bunları zaman zaman dile getirirdik, “nedir bu rezalet” diye eleştirirdik, şimdi şaşırmış gibi yapanlar “Yeter artık yaptığınız ayırımcılık, insanların dinlerini öğrenmelerinden niye rahatsız oluyorsunuz” diye saldırırlardı.
Şimdi bütün riyakarlıklarıyla “vay canına okullara bile gizli toplantı odaları koymuşlar” diye güya şaşırıyorlar.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Genelkurmay Suriyeli muhaliflere şehit diyemez

Askerimiz Suriye’de IŞİD’e karşı olduğu söylenen operasyonlara katılıyor.
Yanında da, IŞİD’den bozma Özgür Suriye Ordusu diye tanımlanan gruplar var.
Önceki gün bu grupların katıldığı bir çatışmada üç ÖSO militanı ölmüş.
Genelkurmay Başkanlığı açıklamasında “Özgür Suriye Ordusu’ndan üç kişi şehit olurken, birliklerimizdeki askerler çatışmalardan etkilenmedi” türü bir ifade yer aldı.
Şehit sıfatı “din uğruna verilen savaşta hayatını kaybeden” kişi için kullanılır.
Bizim ordumuz ise vatanı için canını veren askere şehit der.
Türk askeri için kutsal bir anlamı olan şehitlik mertebesinin yabancı askerler için kullanılması doğru olmadığı gibi bu milleti de rencide eder.
Suriye’de bir din savaşı yapmıyoruz. Vatanı da savunmuyoruz. Türkiye’nin güvenliği için bölgede varlık gösteriyoruz. Ne olduğu belirsiz Özgür Suriye Ordusu militanına neden şehit diyelim ki.

ÖNERİ

CHP Meclis açılışında iyi sınav vermedi

Baştan söyleyeyim; CHP Meclis açılışında “Erdoğan’ı ayakta karşılamamalıydı” veya “karşılamalıydı” demiyorum. Ama Meclis grubunun tamamıyla ortak bir tepki verebilmeliydi.
Bu kadar hassas günler yaşarken CHP’nin dağınık bir görünüm içinde olmaması gerekirdi.
CHP, Erdoğan Meclis Genel Kurulu’na girdiğinde tek bir hareket yapılmalıydı.
Oysa kimi CHP’liler Erdoğan girdiğinde ayağa kalktı, ki bu aynı zamanda bir zorunluluktur, kimileri kalkmadı, bazı milletvekilleri de o sırada salonu terk etti.
Ben “Lozan’ı zafer diye yutturdular” diyen bir Cumhurbaşkanı’na karşı “Cumhuriyeti kuran partiyiz” iddiasındaki CHP’nin bir tavır koymasını beklerdim.
Bu tavır tam kadro salonda olup, Erdoğan girdiğinde ayağa kalkarak, ama yana veya arkaya dönerek de olabilirdi. Erdoğan salona girerken salonu terk ederek de olabilirdi.
Ama herkesin kendi kafasına göre tavır alması ve tepkilerin kişisel şova dönüşmesi hiç iyi olmadı.
CHP artık “elalem ne der” psikolojisinden kurtulmalı, inandırıcı, güven verici ve samimi eylemler yapacak cesareti kendinde bulmalı.
Aksi takdirde ne İsa’ya ne Musa’ya asla yaranamayacak bir arpa boyu yol alamayacaktır.

BUN YAZMAK GEREK

Yandaşlar Hürriyet’e neden kızıyor

Doğan Grubu, başındaki damat Mehmet Ali Yalçındağ’ın yarattığı skandalla büyük yara aldı.
Yalçındağ istifa etti ama yandaş kesime göre hiçbir şey hallolmadı.
Çünkü iktidar ve yandaşları Doğan Grubu’nun tam biat etmesini, tıpkı havuz medyası gibi sadece sarayın emirlerini dinlemesini istiyor.
Bu nedenle bu grubun yaptığı her haberi kasıtlı buluyor, sarayı devirmek için yayınlandığını düşünüyor.
Yandaşlar Doğan Grubu’nu mesnetsiz biçimde teröre destek vermekle, PKK yanlısı olmakla, cemaatle iş tutmakla suçluyor.
Söylediklerinin doğru olduğunu kanıtlamak için de haber örnekleri ve başlıklar gösteriyorlar.
Gösterdikleri her şey aslında gazetecilik ürünü. Çünkü bu grup baskı altında iktidara boyun eğerken bile asgari gazetecilik ilkelerinden taviz vermiyor.
Orada gazeteciler var ve ne olursa olsun gazetecilik yapmaya çabalıyorlar.
Tabii biat etmiş yandaşlar gazeteciliği tamamen unuttuklarından, medyanın sadece iktidara yalakalık yapanının makbul olduğunu sandıklarından beğenmedikleri her haberin hükümeti devirmeyi amaçladığını veya teröre destek olduğunu sanıyorlar.
İnanmayacaksınız ama bunu doğru yaptıklarına inanıyorlar.
Bir örnek vereyim. Yandaşlar Hürriyet’in Ahmet Davutoğlu’nun istifa ettiği günkü manşetine çok bozulmuşlar “Bu ihanettir, teröre destektir” diyorlar.
Hürriyet o gün Davutoğlu’nun “Benim iradem dışında oldu” sözlerini manşete taşımıştı.
İstifa eden bir başbakan “Benim iradem dışında oldu” diyorsa bu dünyanın her ülkesinde manşet olur. Yandaşlar gazeteci olmadıklarından bunu anlayamıyorlar.
Yandaşlara kurs açıp gazeteciliği öğretmek gerek aslında ama öğrenmeleri mümkün değil ki. Zaten öğrenmeyi isteseler bile saraydan korkarlar.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Öğrenciye başarı ödülü olarak umre seyahati veremezsiniz

Samsun Atakum Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde TEOG’da dereceye giren öğrenciler için tören düzenlemişler.
Dereceye giren öğrencilere de “başarı ödülü olarak” Umre seyahati verilmiş.
İnanılır gibi değil.
“Laikliğe aykırı” diyeceğim, ama günün sert esen rüzgarları nedeniyle şımarıkça “Yine mi laiklik” diyecekler.
Evet laiklik, ama haydi vazgeçeyim sadece “böyle şey olmaz” diyeyim.
Başarılı öğrenciye, eğitimine katkı sağlaması için para ya da burs verilebilir, yine eğitimle ilgili hediyeler de olabilir, hatta bilgi ve görgüsünün artması için gezi de ödül olarak kabul edilebilir.
Ancak inanca dayanan bir hediye veremezsiniz.
Umre Hac dönemi dışında yapılan Kabe ziyaretidir. Dini anlamı vardır.
Bilimsel eğitimin ödülünün dini nitelik taşıması eğitimin hançerlenmesi demektir.
Pozitif bilimle yetişmesi gereken genç dimağların din baskısı altında tutulması sadece sormayan, sorgulamayan, itirazı hiç düşünmeyen, biat etmiş robotların oluşmasına yol açar.
Çocuklar cennete gitmenin yollarını pozitif eğitim almaları gereken okullarda değil, önce evlerinde ailelerinden, sonra eğer daha fazlasını istiyorlarsa bu konuda eğitim veren okullardan öğrenmelidirler.