SORDUM ÖĞRENDİM

FETÖ operasyonu siyasete uzanırsa AKP kapatılır

Herkesin aklında aynı soru var; 15 Temmuz’dan bu yana binlerce tutuklama yapıldı, on binlerce kişinin işine son verildi, onlarca şirkete mal ve para varlıklarıyla birlikte el konuldu ama operasyonun siyasi ayağı hala başlamadı, neden?
Bu konuda pek çok görüş var.
Bunların başında “FETÖ operasyonu siyasete, özellikle de ‘Bugüne kadar ne istediler de vermedik’ diyen AKP’ye uzanırsa, pek çok milletvekili paniğe kapılacağı için partiden hemen istifa edip AKP’nin Meclis çoğunluğuna son verebilir, saray bundan korkuyor” görüşü geliyor.
Bunun dışında AKP’liler arasında cemaate bulaşmayan neredeyse hiç kimse olmadığı için operasyonun hem sağlıklı olamayacağı hem de ipin ucunun
kaçacağı da ileri sürülen görüşler arasında.
Ancak dün konuştuğum bir Anayasa profesörü konuyu farklı bir açıdan ele aldı.
Dedi ki “Cemaat operasyonu AKP içine uzanamaz, böyle olursa anayasa gereği partinin kapatılması gündeme gelir, saray bu aşamada bunu göze alamaz.”
Siyasi partilerin kapatılmasını Anayasa’nın 69’uncu maddesi tanımlıyor. Ancak bu madde 68’inci maddeye atıf yaparak siyasi partilerin uymak zorunda olduğu kuralları belirliyor.
Anayasa’nın ilgili maddesindeki fıkra şöyle; Siyasî partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz. Sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.
Anayasa profesörü “Eğer AKP içinde bi soruşturma başlar ve bazı milletvekillerinin FETÖ’ye üye oldukları saptanırsa Anayasa’nın bu maddesinin uygulanması zorunluluğu doğar” dedikten sonra geçmişten şöyle bir örnek verdi;
“Fazilet Partisi laikliğe aykırı davranmaktan Anayasa Mahkemesi tarafından yargılanmış, sonuçta biri Nazlı Ilıcak olmak üzere iki milletvekili laikliğe aykırı davranışın odağı olarak suçlu bulunmuş, siyasi yasaklı hale getirilmiş parti de kapatılmıştı.”
Anayasa profesörü dostum “AKP 17-25 Aralık’ı milat göstererek kendini kurtarmak istiyor. Ancak hukuken bu da geçersizdir. Çünkü bir konunun hukuki olması için bir yargı kararı ya da Meclis veya yetkili bir kurulda görüşülmüş olması gerekir. Buna karşı 2004 yılındaki MGK toplantısında bizzat Fetullah Gülen cemaatinin adı anılarak devletin mücadele etmesi gereken örgüt olarak gösterilmişti. Bunun altında Erdoğan’ın da imzası var. Bu nedenle eğer hukuki bir milat belirlenecekse bu 2004’tür. Bu da neredeyse tüm AKP milletvekillerini şüpheli durumuna sokar. Siyasi partiler diktatörlüğü savunamayacağına ve FETÖ’nün de darbe yaparak terör yoluyla diktatörlüğü getirmeyi amaçladığına göre kimsenin bu suçtan kurtulması mümkün değildir” dedi.
Anayasa profesörü “Ancak” dedikten sonra ekledi “Kapatılma tehlikesinin sarayda mutlaka konuşuluyor olduğunu tahmin ediyorum. Bu durumda Anayasa’daki parti kapatma maddesini de değiştirmek isteyebilirler. Önümüzdeki günlerde bu konuda bir değişiklik önerisi gelirse hiç şaşırmam.”

BUNU YAZMAK GEREK

İkinci kalkışma dedikoduları da tezgah olabilir

Emekli Albay Hasan Atilla Uğur’un “dehşet senaryosunu” dün sizlerle paylaşmıştım.
Uğur cemaatçilerin ikinci bir kalkışmayı planladıklarını, bunun dış bağlantılarının da olduğunu, suikastler, bombalı eylemler olabileceğini anlatıyordu.
Benzer senaryoları bizzat iktidar yandaşlarından da duyuyoruz.
Ancak dünkü yazıyı yazdıktan sonra konuştuğum bazı dostlarım “Elbette Türkiye üzerinde oynanan oyunlar bitmeyecektir, ancak bu dehşet senaryolarının kasıtlı olabileceği olasılığını da göz ardı etmemek gerek” dediler.
Yabana atılmayacak bir görüş elbette.
Çünkü bu iktidar artık ülkeyi yönetemiyor. Çare olarak OHAL uygulamasına sarılıyor. Böylelikle parlamento devreden çıkarıldı. Ülke artık Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetiliyor. FETÖ operasyonu bahanesiyle muhalefete de baskı uygulanıyor ve yine KHK’larla devletin yapısını da değiştiriyorlar. Bunun kesilmemesi için dehşet senaryoları üretilerek halk sürekli korku içinde bırakılmak isteniyor olabilir.
Demek ki, yeni bir kalkışmaya karşı uyanık olmak ama oyuna da gelmemek gerekiyor.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Türkiye’nin geninde “iç savaş” yok

Dehşet senaryoları yazılıyor ve bir “iç savaş çıkarma” planlarından söz ediliyor ama Türkiye’nin eski ve yakın tarihini çok okumuş biri olarak buna ihtimal vermiyorum.
Türkiye’de halkı birbirine düşürmek, mezhepsel, etnik ve ideolojik ayrılıkları kullanarak bir iç savaş çıkarmak hevesleri yeni değil.
Ama hiçbiri tutmadı bugüne kadar.
Geçmişimizde de hiç iç savaş yok.
Bizde halk ayaklanmaları, isyanlar devlete ya da devletin görevlendirdiği kişilere karşı olmuştur hep.
Halk hiçbir zaman silahlanıp birbirini öldürmemiştir.
Bizde bazı bölgelerde “kan davası” vardır.
O da ilginçtir. Aşiretler asla birbirine girmez. Bir o taraftan bir bu taraftan cinayetler işlenir.
Bu nedenle “genlerimizde olmadığına” inanarak bir iç savaş olmayacağına inanıyorum.
Tabii kaos yaratarak ülkeyi yaşanmaz hale getirebilirler mi, o tabii ki mümkün.

ÇOK GÜLDÜM

İki hırsız eve girmiş ev sahibi de uyanmış

Bir okurumdan gelen mesajı suç unsuru olabilecek cümlelerden arındırarak sizlerle paylaşmak istiyorum;
İki hırsız gece yarsı bir eve girerler ve değerli gördükleri şeyleri, aralarında paylaşmaya başlarlar.
Ancak çok değerli bir eşyayı paylaşmakta anlaşamazlar ve biri “Onu ilk ben gördüm ben alacağım” der.
Diğeri “hayır ben gördüm ben alacağım” diye tartışırlarken ev sahipleri gürültüye uyanır ve salona gelir.
Bunu fark eden hırsızlardan biri diğerini dövmeye başlar ve “Utanmıyor musun bu genç yaşında hırsızlık yapmaya, başkasının malını çalmaya? Derhal aldığın eşyaları bırak ve defol yoksa seni gebertirim” der.
İkisini şaşkınlıkla izleyen aile fertleri “Ne oluyor ne yapıyorsunuz?”diye sorunca, diğerini döven “Abi sorma bu aşağılık hırsızı sizin eve girdiğini ve soyduğunu gördüm haddini bildiriyordum” der.
Bunun üzerine ev halkı “Bravo” diye alkışlamaya başlar.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Onca şehidimiz var millet yine eğlencesinde

Sabah Beylerbeyi’nde yazılarım için hazırlık yapıyorum. Semtimizin sakinlerinden biri asık suratla gelip yanıma oturdu ve “Bu nasıl iş böyle, bir tarafta 10 şehidimizin cenazesi var. Öte tarafta televizyonlarda millet göbek atıyor, şarkılar söylüyor, isyan ediyorum artık” dedi.
Sessizce dinledim ve önüne yandaş gazeteleri koydum; “Bak bakalım 10 şehit haberi bu gazetelerde var mı?” diye sordum.
Dünkü bütün yandaş gazetelerde 10 şehit haberi birinci sayfaların en altında tek sütun ya da biraz irice yer alıyordu.
“Görüyorsun değil mi?” dedikten sonra ekledim “Bu bilinçli bir politika. Ülkede terör yok gibi göstermek istiyorlar. Sakladıkları zaman geçekler ortaya çıkmayacak, kimse hesap sormayacak sanıyorlar. Bütün amaç eleştiri oklarının hükümete dönmemesi.”
Semtimizin sakini “Ama sosyal medyada hepsi var onları ne yapacaklar?” dedi.
Ben de “Ne fark eder, onların hepsini toplayınca yüzde 30-35 arası bir oy çıkıyor, yüzde halkın yarısı hiçbir şey olmamış gibi yine iktidara oy veriyor önemli olan bu” karşılığını verdim.
Elini kolunu sallayarak uzaklaştı yanımdan “Yaaa böyle ülke mi olur” diye söyleniyordu.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Allahaşkına biraz karakterli olun

Gazetelerde 17-25 Aralık olayından önce ama MİT ve dersaneler krizinden sonra 12 AKP milletvekilinin Pensilvanya’da Fetullah Gülen’i ziyaret ettiklerinin ortaya çıkması iki gündür tartışılıyor.
Tabii bu ziyareti yapan ve Gülen’le de hepsi “gülen çehrelerle” fotoğraf da çektiren yarısı eski AKP milletvekillerinde de müthiş bir telaş başladı.
Hepsi sanki alınlarına tabanca dayanmış da zorla götürülmüşler gibi “kandırıldık, mecbur kaldık, ayıp olmasın diye gittik” bahanelerinin arkasına sığınıyorlar.
Bu nasıl karakterdir anlamıyorum.
Madem gittin “Evet gittim, o zaman cemaatle ilişkiler şimdiki gibi kötü karşılanmıyordu” dersin olur biter.
Bakın üç eski milletvekili kendilerini nasıl savunmuşlar.
İbretle okuyalım;
Eski Giresun Milletvekili Adem Tatlı; “Bir arkadaş ‘hadi gidelim’ dediğinde Mahir Bey’i (grup başkanvekili Mahir Ünal’ı kast ediyor) aradım. ‘Git, ne konuşuluyor öğren’ diye gönderdi. Benim yerim belli, durduğum yer belli. Bizim bu fotoğraflarımızı ortaya çıkaranlar FETÖ ile Bülent Arınç, Hüseyin Çelik’in fotosunu neden ortaya çıkarıp, yayınlamıyorlar”
Eski Ordu Milletvekili Mustafa Hamarat; “Gönülsüz katılmak zorunda kaldım. Beni herkes bilir. Eşim veya ben onlara en ufak yakınlığım olsa ‘Eskiden filan…’ derim. İzah etme gereği bile duymam. Bir grup halinde olunca ‘Ben gelmeyeyim, çarşıda, şehirde ayrı gezeyim’ diyemiyorsunuz”

Eski Kayseri Milletvekili İsmail Tamer; “Alışveriş merkezinde işimiz bitince bir arkadaşımız ‘Fethullah Hoca Efendi buraya 30 dakika mesafede gelmişken onu da ziyaret edelim’ dedi. O şerefsize Hoca Efendi denmez ama o gün öyle söylendiği için bu ifadeyi kullanıyorum. Bana ait bir ifade değil. Ben gitmek istemedim ama birlikte olduğum AK Parti’li milletvekili arkadaşlarım Gülen’i ziyaret etme kararı alınca benim de itiraz etme şansım kalmadı ve gittik.
Sözcü’nün haberinden aldığım iki küçük bilgiyi de ekleyeyim;
Ziyarete giden isimlerden bazıları, 2015’te yapılan iki seçimde liste dışı kaldı. 4’ü halen AKP’den milletvekili. 2012’de milletvekili olan iki isim ise sonra yönetici seçildi. Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz Grup Başkanvekili. Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen Vedat Demiröz ise Genel Başkan Yardımcısı oldu.
Bir dikkat çeken ayrıntı da şu; normal hayatlarında başı açık olan 4 kadın milletvekilli, kutsal bir mekan ya da camiye giriyormuş gibi başlarını eşarp ile örttüler.