ANALİZ

Gerçek darbelerde bile umut daha fazlaydı

Türkiye çok partili siyasi hayatı boyunca iki darbe ile bir muhtıra ve bir de medya-sermaye-asker dayatması yaşadı.
16 Temmuz’da yaşadığımız sonuncunun ne olduğu hâlâ tam belli değil.
Bizzat iktidarın kontrolünde palazlanan, devletin önemli kurumlarını ele geçiren, finans alanında dev holdingleri geride bırakan bir birikime ve güce kavuşan dinci faşist bir cemaat darbeye kalkıştı.
Hesapta darbe bastırıldı ama bunun ne kadarının gerçek ne kadarının “durumdan yararlanma” olduğu konusunda kafalar karışık. Hatta öyle ki, cemaatin dinci faşist darbe girişiminin ardından ipleri bu kez daha sıkı biçimde ele geçiren iktidar darbe koşullarını aratmayacak uygulamalarla muhalefeti de aradan çıkararak ezmeye çalışıyor.
Önceki gün yaşı gereği 2 darbeyi ve diğerlerini de yaşayan eski ve önemli bir siyasetçi ile “kahve sohbeti” yaptım.
Konu elbette dinci faşist kalkışma ve sonrasında yaşadıklarımızdı.
Eski siyasetçi “Bak” dedi “Çok kötü günler yaşıyoruz. Öyle ki gerçek darbe günlerinden bile daha kötü” dedikten sonra ekledi “Ama daha önemlisini söyleyeyim, kötüden de öte çok umutsuz bir ortamdayız.”
Umutsuzluk herkeste var elbette.
“Sandığın değil” dedi eski siyasetçi, “Bu seferki umutsuzluk kolay kalkacak cinsten değil.”
Sonra anlatmaya başladı; “Eskiden darbe dönemlerinden sonra yeniden sivil siyasete dönüş çabaları, bütün siyasi partileri hareketlendirirdi. Siyaset sertti, kutuplaşmalar vardı ama düşmanlık fazla değildi. Pek çok parti vardı, hepsinin ideolojisi, dünya görüşü ve tabanları vardı. Şimdi durum farklı.” Eski siyasetçi biraz soluklandıktan ve kahvesinden bir yudum aldıktan sonra devam etti;
“Şu anda ideolojiler neredeyse ortadan kalktı. AKP tamamen din istismarı ve algı operasyonları ile tek başına iktidarda. Fikir yok, ideoloji yok, siyasi ahlak, demokrasiye ve hukuka bağlılık yok, özgürlüklerden sadece türban, Kuran kurslarını anlıyorlar. Kurdukları faşizan baskılarla toplumun tamamını etki altına aldılar, muhalefeti işlevsiz hale getirdiler. Toplumun en düşük ama hayli kalabalık kesiminin tam desteğini alabiliyorlar.”
Kahvelerden birer yudum daha aldık, eski siyasetçi devam etti;
“Daha önceleri ister darbe olsun ister ara rejim, sonrasında gelen seçimlere hep umutla hazırlanırdı. Partiler iktidara geleceklerini düşünür, buna göre plan yapar, kadrolarını en iyi şekilde düzenlemeye özen gösterirdi. Oysa bugün AKP dışındaki partiler iktidarı değil son seçimde aldıkları oyu korumayı düşünüyorlar. Çünkü bu ortamda kendilerine bir iktidar şansı çıkacağını düşünmüyorlar.”
Eski siyasetçiyi pür dikkat dinliyorum. Ne de olsa tecrübe konuşuyor.
Konuşmasına devam ediyor; “Bir parti iktidar şansı görmezse umudu olmaz, umut olmayınca heyecan da olmaz. Parti bir cazibe alanı olamadığı için daha yetenekli, daha akıllı, vizyon sahibi insanlar da siyasetten kaçar meydan tekkeyi beklediğini söyleyen parti simsarları ile iş güç olmadığı için siyasete soyunanlara kalır. Kalite düşer, seçim azmi ve şevki kalmaz, duruma boyun eğer hale gelinir. Bu tabii kitleleri etkiler. Halk sonunda başka bir alternatif olmadığına inanır ve istese de istemese de gücün yanında yer alır.”
Eski siyasetçinin söylediklerine hak vermemek mümkün mü?
Bir siyasi parti darbeyi bile devlet gücünü kullanarak kendi lehine çevirip adeta karşı darbe yapıyor ve iktidarda kalmayı başarıyor. Bunu yaparken ne hukuk ne demokrasi ne insan hak ve özgürlüklerine zerre değer vermiyor ama karşısındaki derin boşluktan yararlanarak yarattığı algı ortamı ile kitleleri etkiliyor.
Diğer partiler ağlamak, umutsuzluğa kapılmak, karamsarlığa düşmek değil, bu gerçeklerin ışığında yeni fikirler, yeni siyasetler ve yeni vizyonlar bulmak zorunda.

ŞAŞIRDIM

FETÖ’de siyasi ayak CHP yüzünden ortaya çıkarılamıyormuş

Yandaşların saçma sapanlığına bayılıyorum.
Yıllarca uyardık, bu cemaatin bir süre sonra kendilerini yiyeceğini anlatmaya çalıştık, inanmadılar. Aslında inanmadılar demek de yanlış.
İnanmanın ötesinde cemaatçilerin ne menem adamlar olduğunu bal gibi biliyorlardı, ama iktidara tutunabilmek için yapmaları gereken tüm kirli işleri onlara yaptırıyorlardı.
Bir al gülüm ve gülüm havası içinde yıllarca birlikte tahakküm sürdürdüler.
Şimdi cemaat gerçek yüzünü gösterip de tek başına iktidar olmaya ve paranın tamamını almaya kalkışınca ortaklık bozuldu.
Artık cemaati yok etme günlerindeyiz.
Ama bunu yaparken siyasi ayağa bir türlü dokunamıyorlar.
Nasıl dokunsunlar ki, iş siyasetçilere gelince ucunun nereye kadar gideceği belli mi olur?
Üstelik biraz da fazla üzerine gidilirse AKP’nin dağılma tehlikesi de var.
Gelelim tekrar bu yandaşlara neden bayıldığıma.
Hepsi de operasyonlarda siyasete de dokunulmasını istiyorlar.
Hemen hepsi “siyaset ayağına girilmezse bu iş bir yere varılmaz” diyorlar.
Oysa biliyorlar ki siyasete girmek kolay değil.
Cinlikleri de bitmiyor. Herkesi sersem yerine koydukları için saçma sapan tezleri ortaya atma cesaretini buluyorlar kendilerinde.
Siyasete girilmeliymiş “ama” işte o zaman CHP ne yapacakmış. CHP’nin içinde cemaatle iş tutanlar, onların yardımıyla muhalefet yapanlar, cemaate koşanlar ne olacakmış?
Yahu kardeşim sana ne?
Sen ayırım yapmadan cemaatin siyaset içindeki uzantılarına bir dokun bakalım, eğer CHP içinde cemaatçi varsa senin sorunun değil, sen kendi cemaatçilerine bak.

ÇOK GÜLDÜM

Sizin de tencereleriniz çok güzel olmalı

İktidar olanaklarını kullanarak birden zengin olan aile zenginliklerini göstermek için düzenledikleri partiye bir profesyonel fotoğrafçıyı da davet etmişler. Yemek sırasında çektiği birkaç fotoğrafı ertesi gün, evin yeni sosyetik olan hanımına hediye olarak getirmiş adam.
“Çok güzel fotoğraflar bunlar” demiş evin hanımı, “Kameranız çok iyi olmalı. Teşekkür ederim.”
Adam “Rica ederim.” demiş, “Dün geceki yemekleriniz harikaydı. Sizin de tencereleriniz harika olmalı..!”

BUNU YAZMAK GEREK

İtiraf ediyorlar ama gereğini yapmıyorlar

Cemaatin 15 Temmuz’daki dinci faşist darbe kalkışmasından sonra aklı başına gelen iktidar sorumluları “Bundan sonra atamalarda liyakate dikkat edeceklerini” söylediler.
Aslında bu tam bir itiraftı.
Demek ki 14 yıllık iktidar boyunca liyakate hiç riayet etmemişlerdi.
Gerçi bunu biz biliyorduk ve her seferinde söyleyerek uyarıyorduk ama güç sarhoşu olan iktidar hiçbir şey kulak asmıyordu.
Güzel bir sözümüz vardır “bir musibet bin nasihatten evladır” deriz.
Bunu da öyle kabul edelim. “İktidar bir musibete uğrayınca aklı başına geldi” diyelim ve şükredelim.
Ancak olmuyor yine de. İtiraf ediyorlar etmesine de gereğini yerine getirmiyorlar.
Eski tas eski hamam devam ediyor.
Sadece eskiden her göreve Fetullah
Gülen’in cemaatinden adamlar getirilirdi. Şimdi bunların yerini başka tarikat ve cemaatler almaya başladı.
Liyakat yine yok. “Reis deyince aklına ne geliyor?” sorusuna “Erdoğan” cevabını verirseniz kıymetlisiniz. Ya da “Gezi için ne düşünüyorsun?” diye sorulduğunda “Çapulcuların vandalizmiydi, vatan hainlerinin sokağa dökülmesiydi” cevabını verenler o da olmadı bir cemaat ya da tarikattan “yakınımızdır” kartı getirenler “liyakat sahibi” sayılıyor.

FIKRA GİBİ

Nasıl yani milletvekilleri Pensilvanya’ya mı gidecek?

Meclis Darbeyi Araştırma Komisyonu cemaatçi başkanın yönetiminde önceki gün ilk toplantısını yaptı.
Toplantıda üyeler darbeyi ortaya çıkarmak için pek çok kişinin çağrılmasını ve dinlenmesini istediler.
CHP’li üyeler Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan başlayarak Başbakan’ın, MİT Müsteşarı’nın, tüm İçişleri Bakanlarının, Gül’ün Davutoğlu’nun, askerlerin komisyona davet edilmesini talep edince AKP’liler de “Fetullah Gülen’i de dinleyelim” çağrısı yaptı.
Bu istek medyaya “Darbe komisyonu Pensilvanya’ya Gülen’i dinlemeye gidecek” şeklinde yansıtıldı.
Böyle bir şey olabilir mi bilemem.
AKP bunu da yapar, hiç şaşırmam.
Ama “Gülen’i dinleyelim” önerisi bile başlı başına fıkralık konu.
Amaç belli ki darbe komisyonunu çalıştırmamak, ciddiyetini bozarak kamuoyu önünde küçük düşürmek ve “Bundan bir şey çıkmaz” dedirtmek.
Böylece işin AKP’ye bulaşmasının da önüne geçilmiş olur.

BİR SORALIM BAKALIM

Başika’da 63 ülke varmış Irak niye bizi dert ediyormuş

Suriye’de askerimiz bir bilinmezin içindeyken, şimdi başımıza bir de Irak çıktı.
Yandaş medya savaş tamtamları çalarak Musul’a girmemiz için “eli kulağında” mesajları veriyor.
Türkiye’de iktidar bir anda “Musulcu” kesilince Irak yönetimi de boyuna posuna bakmadan bize efelenmeye başladı.
Irak yönetimi Türk askerinin Musul’a giremeyeceğini söylediği gibi Musul’a çok yakın mesafedeki Başika’da konuşlanmış olan askeri varlığımızı da “işgalci” olarak niteleyerek derhal çıkmasını istiyor.
Bizim iktidar da “Irak ne derse desin çıkmayacağız” açıklamaları yapıyor.
Yandaş yazarlar da Irak yönetimini aşağılama telaşı içinde.
Musul’da ne olur, Irak’la savaşır mıyız, yoksa Amerika söyler de tıpış tıpış geri mi döneriz bilemem, ancak şunu da sormak isterim; Başbakan Irak’ta 63 ülkeden binlerce asker olduğunu söylüyor ve “Irak’ın gözü neden bizde” diye soruyor.
Evet, işte ben de tam onu sormak istiyorum. Topraklarında 63 ülkeden asker olan, bir kimliği, otoritesi ve gücü olmayan Irak nesine güvenerek bize efeleniyor?
Irak gibi etkisiz bir ülke nasıl oluyor da bir “dünya liderine sahip süper bir ülke Türkiye’ye” kafa tutabiliyor?
Yoksa Irak gibi bir ülkenin bile ciddiye almadığı canı istediğinde tokatlayacağı bir ülke haline getirildik de farkında mı değiliz.
İktidarın iç politikaya dönük hamaset edebiyatı ile halkı galeyana getirmek yerine bu soruya cevap vermesi gerek.
Nasıl oluyor da en küçüğünden en büyüğüne herkes bize karşı?
Acaba bunda bizim de payımız var mı?