ÇOK GÜLDÜM

Görmemişin köprüsü olmuş tutmuş...

Ünlü bir deyimimizi kullandım başlıkta ama galiba “cahilin köprüsü olmuş” tanımı daha iyi olacak.
Çünkü son tabliyesi de konulan üçüncü Boğaz köprüsü için yandaş yalaka medyada yazılanlara bakıyorum da hem olağanüstü bir görgüsüzlük hem de yoğun bir cehalet var.
Üçüncü köprüyü “yüzyılın eseri” gibi gören mi ararsanız, “yeni Türkiye’nin yıldızı” yapanı mı, hepsi var içinde.
En ahmakları da “bu köprüyü biz yaptık, siz karşı çıktınız, o zaman geçmeyin” diyenler.
Ne diyeyim, zavallılık işte.
Öncelikle bu zavallılığı sergileyenlere şunu hatırlatmak gerek; bu köprü “üçüncü” Boğaz köprüsü. Üçüncü olduğuna göre demek ki iki tane daha var. Birisi tam 43 yıl önce bitmiş hizmete açılmış, diğeri de 28 yıl önce tamamlanmış.
Biraz aklı olan daha önce iki tane yapılmış olan köprüden bir tane daha yapmış olmanın müthiş bir şey olmadığını anlar.
İhtiyaç varsa, para da bulduysan yapamayacağın şey yok ki zaten.
Şimdi gelelim konunun can alıcı noktasına.
Bu cahiller “Türkiye’nin gelişmesine, dünya lideri olmasına karşı çıkanlar, her dev yatımına olduğu gibi köprünün yapılmasına da itiraz etmişlerdi” diyorlar.
Şunu bilmek gerek; kimse köprüye karşı çıkmadı, çıkmaz da.
Karşı çıkılan İstanbul’un şehir dengesinin bozulması, doğanın katledilmesi, bir ihtiyaçtan yola çıkılarak milyarlarca dolar tutan rantın belli kesimlerin eline gitmesi için yapılan uygulamalardır.
Başından beri şunu söyledik; Boğaz’a bir köprü ihtiyaç olabilir. Ancak her başımız sıkıştığında köprü yaparak bu ihtiyacı karşılayamayız. İstanbul’un iki yakasını birleştirecek tüm olasılıklar düşünülmeli, tarihin, doğanın, kent estetiğinin korunması öncelik olmalıdır.
Boğaz’a bir köprüden önce, mevcut köprülerin daha fazla araç ve yolcu taşıma kapasiteleri araştırılmalı, deniz yolunun daha efektif kullanılması için projeler geliştirilmeli, bütün bunlardan sonra bir köprü daha yapılmalı.
Köprünün güzergâhı İstanbul’a nefes aldıran Kuzey Ormanları’nın ortasından geçiyor. Burada binlerce ağaç kesiliyor, ekolojik denge bozuluyor. Üstelik tamamen ormanlık olan bölgeden bu çapta bir yol geçmesi, kısa bir süre sonra buralarda akılalmaz yapılaşma olmasına yol açacaktır. Bunun önüne geçecek bir güç yoktur. Daha önceki iki köprünün ve yollarının çevresine bakmak bile yeterlidir.
Bir kentin tüm fiziki ve doğal yapısını, estetiğini değiştirecek bir köprü bir kişinin helikoptere binip yer beğenmesi ile inşa edilemez, bunun için sadece Türkiye’nin değil dünyanın önemli bilim adamlarının da görüşü alınmalıdır.
Eleştirilerimiz bunlardı. Eğer zamanında bunlar değerlendirilse, cahillik ve görgüsüzlük “dünyanın en büyüğünü yapıyoruz” böbürlenmesiyle yükselen değer haline getirilmese, üçüncü köprü çok daha iyi ve çok daha yararlı hale gelebilirdi.
Evet, şimdi dev bir eser kazandık, yapılan köprü gerçekten bir teknoloji şaheseridir, tıpkı 43 yıl önce yapılan gibi, ama bilin ki İstanbul çok şey kaybetti.

ÖFKELİ ADAM

İktidar Kadınlar Günü’nü kutluyor, polisi kadınları gaza, suya boğuyor

Bayılıyorum şu iktidarın ve yandaşlarının ikiyüzlülüğüne.
Bayılıyorum tanımı lafın gelişi tabii, aslında iğrenç buluyorum.
Bugün Dünya Kadınlar Günü.
Bütün kadınların bu özel gününü kutlarım.
İktidar da güya kutluyor bu günü.
Başbakan parlak demeçler veriyor, Cumhurbaşkanı kadınları dinlerken gözyaşlarını tutamıyor.
Ama aynı anda polisleri kadınları copluyor, gaz ve su sıkıyor, ağır küfürler ediyor.
Çünkü bu kadınlar iktidarın beğendiği, kadından saydığı kadınlar değil. Onlar kadınlık gururlarını korumak için, haklarını savunmak için, kadınlara yönelik sahte davranışları protesto etmek için bir araya geliyorlar, yürüyorlar, seslerini çıkarıyorlar.
Copu, gazı, suyu yiyorlar.

BUNU YAZMAK GEREK

Halk desteği ile iktidara gelmemiş parti yok

İktidarın psikolojisini anlamak çok zor. Her daim bir “yıkılma” korkusu yaşıyorlar. Bunun için de her fırsatta saldırıyor, sürekli sanal gündem oluşturuyor, muhalefeti sindirmek için elinden geleni yapıyorlar.
Demokrasiyi sadece “sayısal üstünlük” olarak gören zihniyet, seçimlerde aldıkları oyu ülkeyi yönetmek için tek gerçek olarak sunmaya çalışıyor.
Başbakan’ın sıkça kullandığı şu sözler aslında çok rahatsız edici. Diyor ki “Halk desteği ile gelmiş bir iktidarı yıkmak için operasyonlar yapılıyor.”
İyi de bugüne kadar iktidara gelen bütün partiler zaten halk desteği ile gelmediler mi?
Bugün iktidar olan zihniyetin geçmişteki temsilcileri, muhalefette oldukları dönemde muhalefet ederken “Biz halk desteği ile gelen bir iktidarı yıkmak istiyoruz, bu demokratik değil, ayıptır” mı diyorlardı.

SOSYAL MEDYA

Troller dikkat; Sosyal medyada hakarete anında müdahale geliyormuş

Noterlik yasası değişti. Buna göre noter hizmetleri artık sanal ortamda da yapılabilecek.
Bu yasayla ilgili olarak bir ayrıntı daha var. Sosyal medyadaki hakaretler de “ortam tespiti” sayesinde anında izlenip kayda alınacak ve hesabı da sorulacak.
Yani örneğin Twitter üzerinden birine hakaretler yağdırıp, sonra o kişi yargıya başvurana kadar tweeti silip kurtulmak yok.
Trollere seslenmek istiyorum, artık canınızın istediği gibi küfürler hakaretler ederken dikkatli olun, akıllı olun, iyi düşünün. Her ne kadar arkanızda saray, hükümet, parti teşkilatı olsa da, artık herşey “ortam tespiti” ile kayıt altına alınacağına göre, gün gelir çok ağır hesap vermek durumunda kalabilirsiniz.

ŞAŞIRDIM

Zencavi’ye idam verildiği güne bakar mısınız...

İran’da “asrın yolsuzluğu” olarak nitelenen yolsuzluk davası sonuçlandı ve adı Türkiye’de de çok bilinen Babek Zencavi “idama” mahkûm edildi.
Tamamen tesadüf olduğunu düşünüyorum ama Zencavi ile ilgili idam kararının alındığı gün Başbakan Davutoğlu’nun İran’da olması bana çok manidar geldi.
İran’ın Zencavisi bizim 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonunun bir numaralı ismi, İran asıllı Rıza Sarraf’la ortaktı.
Türkiye’yi de karıştıran büyük yolsuzluğun İran tarafının kahramanı Zencavi idama mahkûm olurken onun Türkiye’deki karşılığı Sarraf el üstünde tutuluyor, Türk Bayrağı önünde yaptıklarını övünerek anlatması, Türkiye’nin cari açığını kapattığını söylemesi heyecanla dinleniyor.
Biz kimseyi asmayalım tabii de, aynı suçtan İran bir kişiyi bu kadar ağır cezalandırırken bari biz de bu adamın önüne paspas gibi yatmayalım.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Israrla bütün muhalefeti “cemaatle” ortak gösterme çabasındalar

Cemaat iktidarın kendini savunmak ve her türlü eleştiriye karşı koymak için kullandığı “maymuncuk” durumuna düştü.
Kim muhalefet ediyorsa, kim protestoya kalkışıyorsa, kim eleştiriyorsa hemen “cemaatçi, paralelci” yaftası boynuna asılıyor.
HDP eylem mi yaptı, “cemaat akıl verdi” diyorlar.
CHP eleştirdi mi “Cemaatin kucağına oturdular” safsatasıyla karşı karşıya kalıyor.
MHP’de yönetime başkaldırı mı var “MHP cemaatin kontrolüne geçiyor” balonu şişiriliyor.
Hükümete yönelik bir suçlama mı yaptınız “Cemaat ağzı bunlar” suçlaması geliyor.
İktidara ve yandaş yalakalarına tavsiyem şu; sıktı artık bu cemaatle herkesi ortak gösterme çabası. Cemaatle ne hesabınız varsa görün, karışan görüşen yok işte.
Yıllardır, fikrimiz, görüşümüz, tavrımız ortada. İkide bir “cemaatçi
paralelci” saçmalıklarıyla uğraştırmayın bizi.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Sanki Türkiye dev yatırımları bu iktidarda gördü

Seviyesizlik, banallik, görgüsüzlük ve tabii cahillik bu dönemin en itibarlı davranışları haline geldi.
“90 yıllık enkazı kaldırıyoruz” diyen zihniyet öyle bir beyin yıkama operasyonu yapıyor ki, sanki bugüne kadar Türkiye’ye çivi çakılmadı da, sağolsun bu iktidar geldi ve Türkiye yatırım görmeye başladı.
Cahile bir şey anlatmak çok zordur, ama biraz anlatmaya çalışayım; dev yatırım demek çok büyük, çok pahalı, çok şatafatlı demek değildir.
Önemli olan ihtiyaçlardır ve bunun için de para gerekir.
Parayı bulduğunuzda saçma sapan da olsa “dünyanın en büyük şeyini” yapabilirsiniz.
Marmaray, üçüncü köprü, metrolar, duble yollar önemli yatırım ve hizmetler midir? Elbette.
Ama bütün bunlar ihtiyaç nedeniyle ve “para bulunduğu” için yapılabilmiştir.
Bugünkü paranın kaynağı “üretimle zenginleşmiş” Türkiye’nin değil, “borç alarak paraya boğulmuş” Türkiye’nin eseridir.
Unutmayalım ki, aldığımız bu borçları sonuna kadar ödeyeceğiz.
Türkiye Cumhuriyet döneminde, ihtiyacına ve elindeki paraya göre, bugünküyle kıyaslandığında çok daha “dev” ve “muhteşem” eser ve hizmetler yaratmıştır.
Hangisini sayalım; tabii nasıl sayacağız ki, hepsi satıldı gitti. O satılan eserlerin hepsi Türkiye’nin kalkınmasında büyük roller üstlenmişti.
Şimdiki zihniyet ise “bina” ile övünüyor, dev eser diyor.
Keşke bundan sonra “dev eser” olarak bilim, sanat, kültür, eğitim alanlarında da atılımlar görsek.
Sahi bu iktidar döneminde bu anlamda bırakın “devi” bir eser gören var mı?