ANALİZ

Konsolosluk baskını çözülmeden Musul’u anlamak mümkün olmaz


Bu iktidar bir noktada çok başarılı.
Kendi yarattığı sorunla derin bir açmaza giriyor sonra can havliyle bir eyleme sarılıyor ve bütün eleştirileri “peki sen olsan ne yaparsın?” diyerek savuşturmaya çalışıyor.
Böylelikle tüm muhalefeti paralize ettiğini düşünüyor.
“Başarılı” diyorum çünkü muhalefet de bu tuzağa düşüyor ve çaresizlik içinde kıvranmaya başlıyor.
Bu köşeyi ve televizyon konuşmalarımı izleyenler bu tuzağa karşı nasıl bir mücadele verdiğimi de biliyorlardır.
Her seferinde ısrarla aynı sorulara muhatap oluyorum; “Ne yani IŞİD burnumuzun dibine kadar gelmişken, bombalar patlar insanlarımız ölürken Suriye’ye girmeyecek miyiz, madem karşısın o halde söyle bakalım sen olsan ne yaparsın?”
Şimdi benzer sorular Musul için de geliyor. Diyorlar ki “Tarihi haklarımız olan Musul’u dile getirmemizden, sahada ve masada olmak istememizden neden rahatsız oluyorsun?”
Yöntem hep aynı.
Bu iktidar ve yandaşları dinci faşist cemaatle kol kola her türlü melaneti işler de benzer saldırılarda bulunuyorlar “Vesayetin kalkmasını, darbeler döneminin kapanmasını neden istemiyorsunuz?” diye akla ziyan sorular sorup bir de üstüne “Bitti sizin egemen olduğunuz darbe günleri” diyerek de işi hakarete vardırıyorlardı.
Olaylara son noktadan, yapılan hatalardan sonra varılan aşamadan bakılınca elbette “Suriye’ye girmekten de, Musul’a müdahale etmekten” başka çaremiz olmadığı ortada.
Oysa önemli olan “neden bu noktaya geldiğimizin” bir türlü ortaya konamaması. Yıllardır yapılan eleştirilere, uyarılara kulak tıkayanların sırf kendi hırslarını tatmin etmek için yaptıkları hatalar sonucu ülkemizin bir uçurumun kenarına getirildiğidir
önemli olan.
Bugün en çok Musul’u konuşuyoruz, ama asıl konuşmamız gereken Musul konsolosluğunu hiçbir direniş göstermeden terk etmemiz, 40’ı aşkın görevlimizin ve konsolosumuzun IŞİD teröristlerince 101 gün rehin tutulmalarına göz yummamızdır.
O günler hâlâ sisler arkasında.
IŞİD Musul’a nasıl geldi, neden onca yer varken sadece Türk konsolosluğunu işgal etti, görevlilerimizi rehin aldı, bu kişiler 101 gün boyunca nerede tutuldu, bu süreçte hangi pazarlıklar yapıldı, rehineler nasıl oldu geri verildi ve nasıl oldu da rehineler 101 gün sonunda son derece sağlıklı biçimde geldiler?
Bu soruların cevabını bilmiyoruz.
Ama eğer iktidar o gün yapılan eleştirileri dinlese, IŞİD henüz palazlanmamış ve henüz sınırımıza dayanmamışken gerekli önlemleri alsaydı, bunu uluslar arası platformlarda dile getirme cesareti bulabilseydi, Musul’da bugünkü sorunlar yaşanmayacaktı.
Bu testi kırılmadan ve testi kırıldıktan sonraki durumdur.
Bizler, şimdi “Sen ne yapardın?” diye parmak sallanarak suçlanan bizler, testi kırılmadan önce ne yapılması gerektiğini söylüyorduk.
Şimdi ise testiyi kıranlar, hesabını başkasından sormaya kalkıyor.
Ne diyeyim; bu durumda elbette Musul’da da Suriye’de de olacaksın.
Yeter ki bunun bedeli bu millet için çok ağır olmasın.
Bari ona özen gösterin. Daha fazla acıya neden olmayın.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Zorla üstümüze yeni bir göç dalgası başlatmaya çalışıyoruz


Musul operasyonu üçüncü gününü de tamamladı.
Biz yokuz. Ama tesellimiz var. Hava operasyonlarına katılıyormuşuz. Buna sevinmemiz mi gerek bilemiyorum ama iktidarı bir parça kurtardığı kesin. Yandaş yalaka sesler “İşte varız ya” diye afra tafra yapma şansı buldular kendilerine.
Musul’da varız ya da yokuz ayrı konu da, kesinlikle içinde olacağımız bir konu var ki, işte o güya IŞİD’e yönelik operasyon yapan diğer ülkelerin umurunda bile değil.
Musul operasyonu Türkiye’ye yönelik yeni bir göç dalgasını başlatabilir.
İktidar belli ki son derece tedirgin.
Ancak ne yazık ki bu durumun baş sorumlusu da yine bu iktidar.
Musul’dan göç oradaki aklın “can güvenliğinin almadığını görmesi üzerine” başlar.
İktidar ise bütün söylemleri ile Musul halkını korkutuyor.
Cumhurbaşkanı en yüksek perdeden “Musul’da Şiilerin katliama girişeceğini” söylüyor. Biz kadroya alınmazsak korkunç şeyler olacağını söylüyor.
Bu durumda Musul halkı ne yapacaktır. Çareyi kaçmakta bulacaktır elbette ve kaçabileceği tek yer Türkiye’dir.
Çünkü Suriye’ye de gidemez. Ruslar açıklama yaptı “Suriye’ye yönelik bir göç dalgasını IŞİD’lilerin Suriye’ye girmesi olarak niteleyeceklerini ve vuracaklarını” söylediler.
Yani Musul halkı istese de Suriye’ye gidemez, IŞİD’çi olmadığını anlatana kadar Rus bombaları altında kalır.
Eğer yeni bir göç dalgası olursa iktidar yine mağduriyet edebiyatı yapacaktır. Tabii dünya yine ciddiye almayacak bütün bedeli yine biz Türk halkı olarak ödeyeceğiz.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Kendilerinden olmayan herkes vatan haini


Şu günlerde iktidarı eleştirmek, uyarılarda bulunmak, çeşitli uygulamalara karşı çıkmak çok zorlaştı.
Müthiş bir faşist baskı hepimizin üzerine kabus gibi çöküyor.
En küçük bir eleştiri bile şiddetle reddediliyor, söyleyen hemen vatan haini ilan ediliyor.
Açık söyleyeyim böyle bir durumla 40 yıllık gazetecilik yaşamımda hiç karşılaşmadım.
Ne darbe dönemlerinde, ne tek partili yönetimlerde ne de koalisyon yıllarında bu tür bir yıldırma ve sindirme operasyonuna uğramamıştık.
Şimdi her tartışma platformunda, AKP’liler ve yandaşları en kolay yola saparak “Bunu söylemek vatan hainliğidir” diyorlar ve sizi susturmaya çalışıyorlar.
Elbette gereken cevaplar veriliyor verilmesine de her seferinde ana konudan çıkıp önce bu saçmalığı bertaraf etmek zaman kaybettiriyor, insicamınızı bozuyor ve haliyle sinirleniyorsunuz.
Ama ne çare ki, böyle bir dönem yaşıyoruz ve bu çetrefilli, ahlak, vicdan ve namus yoksunluğu yaşanan günleri atlatmak zorundayız.
Mümkün oldukça öfkelenmeden, sinirleri bozmadan ve ilkelerden asla taviz vermeden geçmek zorundayız bu faşist dönemden.

YENİ ÖĞRENDİM

AKP cemaat okullarını devralmaya başladı


İktidarın güdümünde kurulan Maarif Vakfı’nın yurtdışındaki cemaat okullarını devralmaya hazırlandığını yazmıştım bir süre önce.
Aynı cemaat anlayışı ile kurulan Maarif Vakfı yurtiçinde ve yurtdışında cemaat yapılanmasını örnek alarak cemaatin kurduğu düzeni bu kez AKP lehine devam ettirme çabasında.
Maarif Vakfı bu yoldaki ilk adımını Gine’de atmış.
Yapılan görüşmelerden sonra bu ülkedeki 5 cemaat okulu Maarif Vakfı’na devredilmiş.
AKP’li vakfın diğer ülkelerde de görüşmelere devam ettiğini yakında başka okulların da yine bu vakfa devredilmesinin gündemde olduğunu öğrendim.
Yazdığım o yazıdan sonra “Rüya görüyorsun, atıyorsun, Maarif Vakfı’nın böyle bir çalışması yok” diyenlere duyurmak isterim.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Türkiye’de başaramadığımızı yurtdışında nasıl yapacağız?


Suriye ve Musul’da terörle mücadele ettiğini söyleyen ülkeler terörle yeni tanıştılar ama biz tam 40 yıldır terörle iç içeyiz.
Kendi terörümüz yetmemiş gibi şimdi bir de Suriye ve Irak’taki terörle mücadeleye soyunduk.
Askerimiz Suriye’de ilerliyor. Her gün medyadan ne tür kahramanlıklar yaptığımızı öğreniyoruz.
Irak’taki terör mücadelesine henüz kabul edilmedik ama belli ki istemeseler de o terör batağı bizi içine çekecek.
Terörle mücadele eden ülke olarak 40 yılda ne yaptık? Yakılmış yıkılmış köyler ve şehirler. Öldürülen teröristler ve verilen şehitler dışında elimizde ne var?
Terörle kendi topraklarımızda bile baş edemiyoruz.
Yabancı ülke topraklarında nasıl mücadele edeceğiz nasıl başarıya ulaşacağız?
Türk Silahlı Kuvvetleri elbette güçlü bir ordudur. Ama bir ordu olarak güçlüdür.
Oysa karşımızda terör örgütleri var.
Terör örgütleriyle düzenli orduların baş etmesi çok zor hatta bazı durumlarda olanaksızdır.
Yoksa koca Türk Ordusu karşısında üç buçuk teröristin bir gücü olabilir mi?
Suriye ve Irak’ta da tıpkı Türkiye’deki gibi terör masum halkın içinde saklanıyor hatta onları canlı kalkan gibi kullanıyor.
Zaten terörle mücadelede etkili olamamanın baş nedeni bu.
40 yıldır Türkiye’de yaşadıklarımızın aynısının Suriye ve Irak’ta da başımıza gelmesi kaçınılmazdır.
Buralarda da tıpkı Türkiye’deki gibi belki sadece teröristler öldürülecek, şehitler vereceğiz ama bir sonuç alabilecek miyiz, orası meçhul.

BUNU YAZMAK GEREK

Fiili durum; engel olamıyorsan katkı sağla


Artık herkesin beynine kazındı; Türkiye’de fili durum var.
Nedir bu fiili durum?
Anayasa yok, yasalar yok, parlamento işlevsiz hale getirildi, hukuk askıya alındı, demokrasiyi zaten yıllardır unuttuk, insan hakları ayaklar altında, özgürlükler güvenlik nedeniyle rafa kaldırıldı. Yönetim tek kişinin eline bırakıldı. Çünkü artık seçilmiş cumhurbaşkanı var, Türkiye iki başlı olamaz, siyaset tıkandığı için Cumhurbaşkanı duruma el koydu, fiilen başkanlıkla yönetiliyoruz.
Çare ne peki; Bu duruma hukuki ve zemin kazandırmalıyız.
Türkçesi; başkanlık sistemine geçelim, Erdoğan’ı başkan yapalım kurtulalım.
Oysa tam tersi de var. Cumhurbaşkanı
anayasal sınırlarına çekilsin, parlamento devreye girsin, hükümet çalışsın, anayasa yeniden uygulansın, hukuk askıdan indirilsin, demokrasi hatırlansın, insan hakları uygulansın, özgürlükler raftan alınsın. Ama hayır; ille de başkanlık sistemi.
İşte yine son noktadan bakıyoruz. Oysa bugünkü durumu yaşamamak için elimizde koca bir 7 yıl vardı, onca eleştiri ve uyarıya kulak tıkandı o 7 yıl boyunca.
Ayrıntılarını cumartesi gününe yazarım.

ÇOK GÜLDÜM

Gece balkonda opera söyleyen manyak


Yıldırım Tuna’dan minik bir fıkrayla günümüzü gülümsetmeye çalışalım biraz; Kedimizin adı “Figaro” Eve gece 10 - 11 gibi gelip mamasını yer, eğer gecikirse ben balkon ışığını açar o eve gelene kadar onun adını bağıra bağıra eve çağırırım..
Geçen gün oğlum kız arkadaşına bizim evi tarif etmeye çalışıyordu, arkadaşı “Haaa, geceleri çubuklu pijamayla balkona çıkıp opera söylemeye çalışan bir manyak var.. Orası mı?..” dedi...