ANALİZ

O gece ne olduğunu artık tam olarak bilmeliyiz


Cemaatin dinci faşist darbe kalkışması ile ilgili pek çok muamma hâlâ olduğu yerde duruyor.
Artık herkesin kabul ettiği bir gerçek şu ki “o gece ile ilgili bildiklerimiz bilmediklerimizin yanında devede kulak kalır.”
Zaten yabancı ülkelerin darbeye hâlâ kuşkuyla bakmalarının önemli bir nedeni bu.
Her birinin çok güçlü istihbarat örgütleri olan bazı devletlerin o gece ile ilgili bildikleri hepimizden fazla.
Kendi ellerindeki bilgileriyle, açıklanan bilgileri ya da uygulamaları bir türlü bağdaştıramadıkları için kuşkuları sürüyor.
Bu elbette sarayı ve iktidarı çok öfkelendiriyor ama sanıyorum bunun ötesinde telaşlandırıyor da.
Amerika ve Batı ülkeleri muhtemelen o gece ile ilgili bilgileri Türkiye’ye olan ihtiyaçları nedeniyle paylaşmıyorlar. Kapalı kapılar ardında Türk yetkililere mutlaka anlatıyor ve başka kanıtlar istiyorlardır.
Bazı şeylerin ortaya çıkması iktidarı olduğu kadar devletin önemli kurumlarını da sıkıntıya sokabilir.
İktidar da bunu bildiği için darbe konusunda sürekli hayali düşmanlar, üst akıllar, Erdoğan’ı devirmeye yönelik karanlık güçler, dış koalisyonlar senaryoları üreterek kendi tabanını diri tutmaya çalışıyor.
İktidar şu anda tüm gücünü FETÖ’yü kötü göstermeye, kendinin de “tüm iyi niyetiyle kandırılmış olduğunu anlatmaya” harcıyor.
Kamuoyunun önüne “tek-başedilmesi zor-hain” bir örgüt konularak tüm dikkatler bu yöne çekiliyor, oluşturulan “dehşet” ortamıyla başka konuların öne çıkarılması engellenmeye çalışılıyor.
Halk her gün önüne konan bir başka komplo ve yakalanan-işten atılan-tutuklanan önemli makam sahipleriyle oyalanırken geçen zamanla birlikte o gecenin asıl ayrıntıları saklanmaya veya unutturulmaya çalışılıyor.
Böylelikle dinci faşist darbe girişiminin asıl amacı, varmak istediği politik hedef, darbenin başarılı olması halinde Türkiye’nin rejiminin ne olacağı gerçekleri “merak edilme” konumundan bile çıkarılıyor.
Halk polisiye film izler gibi “şaşırtıcı” isim ve eylemlerin ustaca karıştırılmış yün yumağı gibi önüne konulmasını izliyor.
100 binin üzerinde kişinin işten atılması, 20 binden fazla tutuklu olması, ByLock’tu, Eagel’di gibi kafa karıştırıcı istihbarat ağlarının varlığı, mağdur edebiyatı o gece ile ilgili asıl gerçeğin ortaya çıkmasına pek fayda sağlamıyor.
FETÖ’cüleri yakalamakla görevli kişilerin bile FETÖ’cü çıkması, ByLock’cu polisleri yakalayan polislerin de ByLock kullandığının anlaşılması işi sulandırmaktan öteye gitmediği gibi kafaları da iyice karıştırıyor.
Başbakan’ın “AKP içinde tek bir FETÖ’cünün bile olmadığını” söylemesi, dinci faşist darbe girişiminin siyasi ayağının asla kovuşturulmayacağı şüphesi uyandırıyor bir anlamda.
Bir darbeyi darbe yapan siyasi amaç ve hedef ortaya çıkarılmadıkça o darbenin hesabının sorulması da mümkün değildir.
Böyle olunca da, iktidar hem gücünü pekiştirmek hem de intikam almak istediği herkesin hesabını görecek, muhalefeti etkisizleştirecek ortamı bulmuş olur.
Üstelik bunu yaparken ne olup bittiğini anlayamayan ama duygusal açıdan her şeye hazır hale getirilen halkın önemli bir bölümünü de arkasına alarak sözde darbe ile mücadeleye de “meşru” bir kılıf bulmuş olur.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

İktidarın ordudan attırmadığı kaç subay darbeci çıktı?


Herkesin ortak merakı şu; “Orduya bu kadar çok sayıda dinci nasıl sızdı ve bunlar darbeye kalkışacak kadar nasıl güçlendiler?”
Ordunun bugüne kadar “hiyerarşisini korumak” için bütün ülkelerde olduğu gibi dine dayanan oluşumlara asla müsamaha etmediği biliniyordu.
Öyle ki siyasal İslamcı kesim bu nedenle ordudan hep korkmuş ve hatta düşman gibi görmüştür.
Çünkü ordu kendi yapısını korumak için içine yuvalanmaya çalışan dine dayalı oluşumları hep engellemiş ve belirli aralıklarla da eğer saptadığı isimler varsa derhal ilişkisini kesmiştir.
İşte dinci kesimi rahatsız eden bu olmuştur hep.
AKP iktidarı ise işbaşına geldikten sonra ilk icraatlardan biri olarak ordunun bu kendini koruma refleksine müdahale etmeyi görev bildi.
2003’ten itibaren ordu komuta heyetinin önüne koyduğu “irticai faaliyetler nedeniyle ihraç etmek istediği” personele koruyucu kalkan oldu. Bu listelere itibar etmedi ve bu kişilerin orduda kalmasını sağladı.
2007’den itibaren de artık ordu irticai faaliyete karışanlarla ilgili sorgulamaları durdurmasa bile “ihraç listeleri” hazırlamaktan vazgeçti.
Kısacası 2003’ten itibaren orduda dine dayalı yapılanmaya giden tek bir kişi bile ihraç edilmedi. Hatta tam tersine geçmişte ilişiği kesilen bazı personeli geri almak zorunda bile kaldı.
Her yıl ordudan ihraç edilenlerin sayısı ortalama 150 civarındaydı. 13 yıldır kimse atılmadığına göre, bu ortalamanın aynen devam ettiğini düşünsek, demek ki 2 binin üzerinde “dini yapılanma içindeki subay” söz konusudur.
Darbe girişiminden sonra ordudan atılanların sayısı 3 bini geçti.
O halde şunu sormamız gerekiyor; “2003’ten bu yana, haklarında raporlar olmasına rağmen ihraç edilmeyen subaylardan kaç tanesi darbe girişiminde aktif rol aldı?”
Konuyu CHP milletvekili Aytun Çıray’ın da Meclis Darbeyi Araştırma Komisyonunda dile getirdiğini öğrendim.
Çıray komisyon üyelerine “Askerî Şûralardaki kararlar ve şerhleri isteyelim. Orada yer alanların ne
kadarı bu darbelere katıldı, ne kadarı katılmadı, onları bir görelim; o anlamda
çok önemli” dedi.
Darbeye katılanların bu kesimden çok çıkması iktidarın cemaatin bu kadar güçlenmesindeki payını da ortaya çıkaracaktır.

ÇOK GÜLDÜM

Çayını iç, etrafı pisle, millet uğraşırken kaybol


Bugün Yıldırım Tuna’dan gelen politikaya uyarlanmış bir fıkra sunuyorum;
Adamın biri sabah saat 10.00’a doğru bir elinde içerisinde inek pisliği olan bir tenekeyle kafeye gelmiş, “Bana bir çay” diye seslenmiş,
“Şimdi geliyor efendim” demiş garson ve çayı getirmiş.. Çayı bir yudumda içmiş adam, almış eline pislik dolu tenekeyi başlamış kafenin her tarafına serpmeye ve çekmiş gitmiş..
Ertesi sabah, yaklaşık yine aynı saatlerde tekrar elinde pislik dolu tenekeyle gelip yine “Bana bir çay!” demesiyle, garson “Hop! bir dakika bakalım” demiş onu görür görmez tanıyarak “Dünden beri senin pisliğini temizlemeye çalışıyoruz.. Neden öyle yapıp da gittin ki?..”
Adam “Merak edilecek bir şey yok” demiş, “Üst düzey siyasi yöneticilik için hazırlanıyorum. Sistem aynı. Gel, çayını iç, etrafa b.k at, millet senin yaptığını temizlemeye çalışırken bütün gün ortadan kaybol!”

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Musul’da en tehlikeli haftaya giriyoruz


Haber kanalları dün flaş bir gelişmeyi duyurdu. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar sürpriz biçimde Amerika’ya gitti.
Gidiş nedeni Musul’a yönelik başlayacağı söylenen “IŞİD’den kurtarma operasyonu” olarak gösteriliyor. Akar’ın Amerika’ya gidişini operasyonda yer alacağımız şeklinde mi yorumlamak gerek yoksa birinci elden “Siz karışmayın” mı denecek şu anda bilmiyoruz.
Ancak şu ana kadar yaşadıklarımız Musul’a karışmamızın Amerika tarafından pek istenmediği yönünde. Benim anladığım ise iktidarın bu konuda “yan çizme” formülleri aradığı yolunda.
İki gün önce Numan Kurtulmuş “Başika’da bize ihtiyaç duyulduğu sürece kalırız” dedi örneğin. Üstelik bu sözler Cumhurbaşkanının “Kimse bize karışamaz” demesinden hemen sonra söylendi.
Dün de sarayın sözcüsü Musul operasyonunda Türkiye’nin eğittiği Musulluların görev alacağını söyledi.
Yani biz olmasak da bizim yetiştirdiklerimiz savaşacaklar.
Bakalım, çok az kaldı, kimseyi takmadan Musul’a girecek miyiz yoksa “dik duruşumuzu” anlatmak için yeni bahaneler mi bulacağız.

BUNU YAZMAK GEREK

Kimseyi kandırmayın, herhalde AKP boşuna heyecanlanmadı


AKP başkanlık sistemini yeniden pişirip önümüze koymaya çalışıyor.
Çünkü MHP Genel Başkanı “Fiili durumu hukuki duruma getirmek gerek” deyince AKP bunu başkanlık sistemi için yeşil ışık olarak kabul etti.
Şimdiki tartışma şu; MHP gerçekten yeşil ışık yaktı mı?
Yaygın kanı MHP’nin başkanlık sistemi için oy vereceği yönünde. Böylelikle referandum yolunun açılmasını sağlayacak 330 rakamına ulaşılacak. Ondan sonrasına halk karar verecek.
Kimileri ise “hayır” diyor. “Bahçeli’nin sözlerinden destek anlamı çıkmaz. Bahçeli sadece AKP’yi gücü yetiyorsa değişiklik için Meclis’e gelmesini ve tartışma tavsiye ediyor” tezini savunuyor. MHP’nin ne amaçladığını anlamak mümkün değil. Bu bugün olduğu gibi dün de böyleydi. Ama bildiğimiz MHP’nin her seferinde kendi aleyhine kararlar aldığı ve bunların hep iktidar partisine yaradığı yolunda. Bu olayda da AKP’nin boşuna heyecanlandığını sanmıyorum. Binali Yıldırım sadece bir Meclis konuşmasına dayanarak “Başkanlık seçimi getiriyoruz artık” demez. AKP sözcüleri referandum tarihleri veremez. Belli ki daha önceden konuşulmuş bu konu. Başkanlık konusunda bu kez eşik aşılır mı, onu söylemek şimdiden mümkün değil. MHP kamuoyundan gelen baskılarla geri adım atabileceği gibi kendi grubunu gizli oylamada kontrol edebilir mi bu bile belli değil. Ama asıl önemlisi MHP’den 14 destek beklerken AKP’nin 40-50 fire vermesidir ki bunu sakın yabana atmayın.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Önce sen nasıl yetiştiğini söyle bakalım


Hâlå “son kullanma tarihi gelmediği” düşünülen eskinin solcusu, yeni dönemin liberallerinden bazıları son günlerde akıllarını eğitime taktılar.
İktidarın “dindar-kindar” nesil yetiştirme projesini hayata geçirmek için başlattığı “her okulu İmam Hatip haline getirme projesine” destek veren bu sözde aydınlar “Cumhuriyet dönemi eğitiminin ne kadar berbat olduğunu anlatma yarışı” içindeler.
Neymiş, cumhuriyetten sonraki eğitim ezbere dayanıyormuş, batı taklitçisiymiş, bizi değerlerimizden koparmış, işe yarar hiçbir şey öğretilmemiş, herkes resmi ideolojiye bağlı fertler olarak yetiştirilmiş.
Eğitim sistemimizin çok iyi olduğunu elbette kimse söyleyemez ama bu sözde aydınlara şunu sormak istiyorum; “Peki siz nasıl yetiştiniz, bugün ulaştığınız ve toz kondurmadığınız bilgi ve becerilerinizi nerede kazandınız?”
Çoğu bir iki yabancı dil bilen, kitaplar yazmış, bilgi ve görgüleri yüksek, akademik yeterlilikleri uluslararası çapta olan bu kişiler hangi eğitimden geçerek bu aşamaya geldiler?
Bazıları belki yabancı ülkelerde de okudular ama bunların ezici çoğunluğu bu ülkenin ilkokullarına, ortaokullarına, liselerine ve üniversitelerine gittiler.
Yabancı dilleri buradaki okullarda öğrendiler, tezlerini burada verdiler, kitaplarını burada yazdılar, unvanlarını burada kazandılar.
Şimdi kalkmışlar çıktıkları yumurtayı beğenmiyorlar.
Neden; ekmek kapıları haline gelen bu iktidara yaranmak için.
Nasıl bir ruh halidir bu anlamıyorum.