ANALİZ

Önceki gece Türk televizyonculuk tarihine geçen skandal bir olay yaşadık.
Cumhurbaşkanının, Başbakanın hatta son dönemlerde bakanların yaptığı her konuşmanın haber kanallarında canlı olarak yayınlanmasına mecburen alışmıştık.
Ancak bununla yetinmeyen ve propaganda araçlarının tamamını kullanmaya karar veren iktidar bu kez bir ilki gerçekleştirdi.
TRT’nin Başbakan Binali Yıldırım’ı konuk ettiği program 5’i anlaşmalı üçü gönüllü 9 haber kanalında birden yayınlandı.
Uydudan yayın yapan bazı televizyonlar arasında bu canlı ortak yayına katılan oldu mu bilmiyorum.
Bir ilkin yaşandığı gecenin patronu TRT idi.
Başbakanla “sorulu cevaplı” bir sohbet programı düzenleyen TRT; NTV, CNN Türk, Habertürk, TRTG, ahaber’e “Bu yayını ortak yapalım, Başbakan çok önemli açıklamalar yapacak” teklifini götürüyor.
Aslında emrin nereden geldiğini bilen haber kanalları reddetme şansları olmadığını bildiklerinden “soru soranların biri bizden olsun” şartını öne sürüyor.
TRT dünden razı zaten. Böylelikle 6 kanalın temsilcisinin katıldığı ve aynı anda 6 kanaldan birden canlı yayınlanan program gerçekleşti.
TRT’den teklif almayan ama “Biz bu oluşumun dışında olamayız” diyen Kanal 24, Ülke Tv ve TVnet de gönüllü olarak ortak yayına bağlandı.
Böylelikle önceki gece izleyiciler iki muhalif haber kanalı dışında hangi kanalı açsa karşısında Binali Yıldırım’ı buldu.
Böyle bir şeye dünyanın hiçbir yerinde rastlayamazsınız.
Bu iktidar bu uygulama ile Türkiye’yi adeta yeniden “tek kanallı” döneme geri götürdü.
Ama daha önemlisi, iktidarın önümüzdeki dönemde, özellikle başkanlık sistemi tartışmaları sırasında nasıl bir “beyin yıkama” yöntemi uygulayacağının ipuçlarını verdi.
İktidar 14 yıl boyunca yürüttüğü operasyonlarla medyanın büyük bölümünün “sahibi” oldu. Çoğu medya kuruluşu iktidara yakın kişiler tarafından satın alındı ve yeni sahipleri medyalarının bütün olanaklarını iktidarın propaganda aracı olarak kullanmaya başladı.
İktidar satın alamadığı medya gruplarını ise dört koldan baskı altına aldı. Bu medya iktidarın aleyhine olabilecek hiçbir habere yer veremedikleri gibi tartışma programlarına katılan muhalif görüşleri en aza indirmek zorunda kaldı.
Böylelikle ülke medyasının tamamına yakını iktidarın toplumu etkilemek için yürüttüğü propagandanın aracı haline getirildi.
Şimdi önümüzde, eğer MHP son anda yan çizmezse, öncelikle başkanlık sisteminin getirilmesi var.
Bu konuda milletin zihni berrak değil. Toplumun yarısı başkanlıktan Erdoğan’ın “tek adam” olmasını anlıyor ve destekliyor.
Medyanın “tek kanallı” dönemi andıran uygulamalara zorlanması sonucu halkın başkanlık konusunda etki altına alınması ve oyunu “evet” yönünde kullanması için gerekli algı oluşturma yöntemleri çok kolaylaşacaktır.
Medya zaten iktidar aleyhine yayın yapamazken buna bir de bundan sonra örneklerini göreceğimizi sandığım ortak yayınların da artmasıyla nasıl adil, eşit koşullarda yarışılan ve üzerine şaibe düşmeyen bir referandum, başkanlık seçimi ve diğer seçimleri yapabileceğiz.
Bu medya aynı yöntemi muhalefet partileri için de yapabilecek mi?
CHP, MHP, HDP liderlerinin soru yağmuruna tutulacağı programlar da 9 kanal tarafından canlı olarak yayınlanabilecek mi?
Hiç sanmıyorum.
Tam tersine ilk uygulaması Başbakan ile yapılan “ortak yayın” ilk fırsatta Cumhurbaşkanı ile de
tekrarlanacaktır. Daha sonra da “iktidar propagandası” bu tür ortak yayınlarla sürdürülecektir...

Bİ SORALIM BAKALIM

Erdoğan referandumla birlikte “seçilmiş” sayılabilir


Önce bir yanlış söylemi düzeltelim; Erdoğan “seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olduğunu” söylüyor.
Bu bilgi doğru değil.
Türkiye’nin seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Kenan Evren’dir.
1982 Anayasası halk oyuna sunulduğunda, vatandaş “ikili seçim” yaptı.
Bir tarafta yeni anayasa vardı. Bir tarafta 12 Eylül darbesinin başkanı Kenan Evren.
Tek oy pusulası kullanıldı. Evetlerin daha fazla çıkması halinde Kenan Evren’in de cumhurbaşkanı olacağı ilan edildi.
Vatandaş bu oylamada yüzde 92 oranında “evet” oyu kullandı. Böylelikle Kenan Evren de Cumhurbaşkanı seçilmiş oldu.
Kimse “efendim o farklıydı” demesin. Yüzde 92 oy oranı sadece “darbecilerden korku” ile izah edilemez.
Ayrıca o günlerde 160 küsur maddelik anayasayı iyice okuyup, anlayıp, içine sindirmiş değildi ki halk. Sandığa gidenler anayasadan ziyade Evren’e oy verdiler aslında.
Şimdi MHP’nin katkılarıyla başkanlık sistemi gelebilir.
Bunun için yapılacak referandumun içine “Evet çıkması halinde, daha önce yine halk tarafından seçilmiş olan Tayyip Erdoğan görevine başkan olarak devam eder” maddesinin konması hiç de sürpriz olmaz.
Böylelikle Erdoğan 2019’a kadar fiilen yaptığı başkanlığı resmen yapmış olur. Başkanlık takvimi 2019’da başlatılır. Erdoğan yeni anayasa gereği iki kez seçilme hakkına kavuşur. 2019’da bu kez “gerçek başkan” olarak seçilir. 5 yıl sonra 2024’te şansını bir kez daha dener.
Bu yönteme kimin itiraz etme gücü olacaktır?

ŞAŞIRDIM

Binali Yıldırım 15 Temmuz’un üzerine şaibe düşürdü


Başbakan Binali Yıldırım 9 kanalda canlı yayınlanan sorulu cevaplı programda başkanlık sisteminin yeniden gündeme getirilmesini 15 Temmuz dinci faşist darbe girişimine bağladı.
Yıldırım’a göre “15 Temmuz başkanlık sisteminin kapısını açan” bir olaymış.
O gece görülmüş ki darbeleri önlemenin yolu başkanlıktan geçiyormuş.
Bu sanki bir itiraf gibi aynı zamanda. En azından “darbenin bilindiği ve önceden bastırıldığı” yönünde kuşkuları olanlar için tam bir itiraf.
Şurası kesin ki, o hain darbe girişimi en çok iktidara yaradı.
Bir yandan bütün işlerini birlikte yaptığı ama sıra paylaşıma gelince aralarında maraza çıkan cemaati toptan yok etme şansı yakaladılar, diğer yandan darbe bahanesi ile ülkede baskıcı ve hukuk dışı yöntemler uygulayarak muhalefeti sindirme fırsatı buldular.
Binali Yıldırım’ın muhtemelen lafın nereye gideceğini o an düşünmeden “Başkanlık kapısının bu sayede açıldığını” söylemesi ister istemez 15 Temmuz’un üzerine şaibe düşürdü.
Meclis Darbeyi Araştırma Komisyonu’nda aslında bunlar dile getiriliyor. CHP’li üye Aytun Çıray darbenin çok önceden bastırıldığını, halkın önünde şov yapıldığını ve bu sayede olağanüstü hal ilan edilerek iktidarın gücünün pekiştirildiğini ısrarla anlatıyor.
Yıldırım’ın açıklaması bu iddiaların gerçek olduğu konusunda önemli bir kanıt gibidir.

BUNU YAZMAK GEREK

Çipras dese ki “Dünya medeniyetinin temelini Anadolu’da biz attık”


Erdoğan’ın özellikle yakın tarihle ilgili, kimisi gerçeği yansıtmayan açıklamaları Türkiye’de “anlamsız” tartışmalara neden oluyor. Buna karşı bu sözlerin yurtdışı yansımaları çok farklı.
En azından kendi aramızda sanki basitmiş gibi yaptığımız tartışmalara öncelikle komşu ülkeler çok farklı tepkiler verebilir.
Örneğin Erdoğan’ın “Bağırsak sesimizi duyurabileceğimiz adaları Lozan’da kaybettik. Lozan bir zafer değildir” sözlerini biz burada “Cumhuriyet ve Atatürk devrimlerine karşı bir eylem” olarak algılayıp tartışıyoruz.
Oysa aynı sözler Yunanistan’da “Türkler adalara mı göz dikti, Ege’de işgal hazırlığındalar mı?” endişesine yol açıyor.
Keza Lozan ve Ankara antlaşmaları ile ilgili tartışmalarda ısrarla Musul-Kerkük konusunun dile getirilmesi Erdoğan’ın “Musul kimindi, bizim, Kerkük kimindi, bizim” demesi Irak’ta “Türkiye Musul ve Kerkük’ü almak istiyor” şeklinde yankılanır.
Bir empati yapalım. Yunan Başbakanı Çipras durup dururken “Dünya medeniyetlerinin temelini bizim atalarımız olan eski Yunan halkı atmıştı. Anadolu bizim medeniyetimizin beşiğidir. Ayrıca İstanbul’lu da
atalarımız kurmuştu” dese
“Çok doğru, Çipras tarih dersi veriyor” mu deriz yoksa “Yine Yunan megalo ideası hortladı” diye tepki mi gösteririz?
Diyeceğim, kimsenin Misak-ı Millinin hatırlatılmasından gocunduğu falan yok, herkes olaylara kendi penceresinden bakar.

ÇOK GÜLDÜM

Alışveriş merkezindeki restoranlardan birinin sahibi nefes nefese polisi aramış, “Arayıp durduğunuz sirkten kaçan fil var ya, şu anda bizim restoranda” demiş heyecanla.
“Şimdi geliyoruz” demiş komiser ayağa fırlayarak, “Size bir zarar veriyor mu?” Adam
“Vermez olur mu?” demiş “Yarım saattir en ön masada öyle oturuyor, ne bir şey yedi ne de içti şerefsiz..!”

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Önce kendi temsil ettiğiniz halkın fikrini sordunuz mu?


Bahçeli’nin “Başkanlık sistemi için halka sorulmasında bir mahzur yoktur” sözleri “inkarı mümkün olmayan” cümlelerden bir tanesidir.
Laf olarak doğrudur.
Ama biraz irdelenince ortaya bir gariplik çıkıyor.
Bir kere şu var; Türkiye Büyük Millet Meclisi zaten millet iradesin temsil edildiği yerdir.
İkide bir halka gidilmemesi için halk kendi temsilcilerini seçer ve kendi adına karar vermesi için Meclis’e gönderir.
Bir partiden seçilen milletvekilleri de, kendilerini oraya gönderenlerin taleplerini yerine getirirler öncelikle.
Millete gidilmesi ise ancak ortak bir karar verilememesi ya da çok çaplı bir sistem değişikliği örneğin yeni bir anayasa olduğunda tercih edilir.
Bahçeli Erdoğan’ı başkanlık koltuğuna oturtma kararı vermeden önce acaba kendi seçmenine sordu mu?
MHP’liler Başkanlık konusunda ne düşünüyor, Erdoğan’ı başkan olarak görmek istiyor mu? Devlet Bahçeli merak edip böyle bir araştırma yaptı mı acaba?

TWITTER TROLLERİ

Aktroller Ülker’in yeni reklamına takmış, altında FETÖ’cülük arıyor


Ülker’in yeni bir reklam filmi varmış. Televizyonlarda görmemiştim henüz ama aktrollerin kafayı taktığını görünce internetten arayıp seyrettim.
Reklamda sevgi işleniyor. Bir otobüste gidenler kırlardaki bahar çiçeklerini görünce birbirlerine çiçek veriyorlar.
Aktroller “kışa girerken baharı anlatan reklam filmi neyin nesi?” diye soruyorlar.
Sonra da cevabını veriyorlar; “Evet kışa giriyoruz ama birileri yakında baharı yaşayacaklarının mesajını vermeye çalışıyor, Ülker’e hemen el konsun.”
Ben bilmiyordum, meğer aktroller Ülker grubunun FETÖ’cü olduğuna inanıyormuş.
Hakkında hiçbir işlem yapılmamasına da çok öfkeleniyorlarmış. Şimdi “bilinçaltı mesaj verdiğini söyledikleri” bu reklam filmi üzerinden iktidarı uyarmaya çalışıyorlar anlaşılan.
Paranoya mı diyeyim, çıkar nedeniyle düşmanlık mı diyeyim yoksa kervana katılıp ciddiye mi alayım, bilemedim.
Ama neresinden bakarsanız bakın komik bir durum. Allah kimseyi bu aktrollerin durumuna düşürmesin.