ANALİZ

Cumhurbaşkanı Erdoğan önce Lozan’a sardı. “Bizi Lozan’ın sınırlarına hapsedemezler” dedi. “Lozan’da kaybettiklerimizden” söz etti. Lozan’ın “bir zafer gibi” sunulmasının ne kadar yanlış olduğunu söyledi.
Sonra birden Sevr’e daldı. Türkiye’yi kıskananların, Türkiye’nin bir küresel güç olmasını hazmedemeyenlerin Sevr’i hortlatmak istediklerini ileri sürdü.
Karşısındaki kalabalıkların konuyu pek kavrayamamaları üzerine de en talihsiz cümlesini sarfetti: “Sevr’i dayattılar Lozan’a razı ettiler, durum budur” dedi.
Tıpkı “Ölümü gösterip sıtmaya razı ettiler” sözü gibi bir şey bu.
Erdoğan’ın sözlerini duyup da “pes yani” dememek mümkün değil.
Sevr 200 yüzyıl sürekli gerileyen ve toprak kaybeden Osmanlı İmparatorluğu’nu tarihe karıştıran bir anlaşma.
Lozan ise bitmiş bir imparatorluğun küllerinden yeniden doğan Türkiye’nin bağımsızlığını kazandığı bir zafer günüdür.
Cumhurbaşkanı muhtemelen tarihi bilgi eksikliği nedeniyle ülkemizin Osmanlı İmparatorluğu döneminde 3 milyon kilometrekareden fazla toprağa sahip olduğunu ancak Atatürk Cumhuriyeti yüzünden bunun 780 bin kilometrekareye indiğini sanıyor.
Oysa sözünü ettiği 3 milyon kilometrekarelik devlet en son Kanuni döneminde ulaşılmış olan “etkinlik” alanıydı. Kanuni’den sonra gerileme dönemine giren Osmanlı sürekli toprak kaybetti. 1800’lerde ise çöküş dönemine giren Osmanlı son padişahı Vahdettin döneminde 400 bin kilometrekarelik bir alana sahipti.
Payitaht İstanbul bile işgal altındaydı. Kurtuluş Savaşı ve ardından yapılan Lozan Antlaşması ile topraklarımız yeniden 780 bin kilometrekareye çıktı ve Türkiye Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olarak kuruldu.
İkide bir “3 milyon kilometrekareden 780 bin kilometrekareye düştük” diyerek sanki bütün toprakları kaybedenin Cumhuriyet Türkiyesi olduğu algısını yaratmaya çalışmak halkı bidon kafalı yerine koymaktan başka bir şey değildir.
Ama ne yazık ki tuhaf olan kalabalıkların Erdoğan’ın bu sözlerini çılgınca alkışlamasıdır.

Bİ SORALIM BAKALIM

“El Bab giderse Diyarbakır ve Ankara da gider” ne demektir


Devlet Bahçeli, Erdoğan’ı “tek adamlığa” oturtma mücadelesinde coştukça coşuyor. Bahçeli’nin şimdiki destek hamlesi El Bab konusunda. Bahçeli El Bab’ta tarihi bir destan yazıldığını söylüyor, ama nedense endişesini de dile getiriyor ve El Bab’ın kaybedilmesi halinde sıranın Diyarbakır ve Ankara’ya geleceğini söylüyor.
İnanılır gibi değil.
Türkiye bu kadar aciz durumda mı? Bir grup çapulcu dinci teröristin işgal ettiği El Bab denilen bir köyün ele geçirilememesi nasıl olur da Diyarbakır ve Ankara’nın elimizden gitmesine yol açabilir.
İktidarın bu vahim suçlamaya bir cevap vermesi gerekir. Haydi iktidar zaten kontrolü kaybetti, ne olup bittiğinin farkında bile değil, Genelkurmay da mı bir açıklama yapamaz?
Bahçeli’nin Erdoğan aşkı demek ki bu vatanı bu kadar rencide edecek açıklamalar yapmaya bile itiyor.
Yazık.

ŞAŞIRDIM

Erdoğan her gün “idam” diyor hükümet kılını kıpırdatmıyor


Cumhurbaşkanı Erdoğan günlük birkaç konuşmasının birinde mutlaka idamdan söz ediyor.
Zaten Erdoğan lafı oraya getiremese bile kalabalıklar mutlaka “idam isteriz” sloganları atıyor. Erdoğan da verilen pası iyi değerlendirerek “Halkım ne istiyorsa o. Eğer Meclis’ten idam kararı gelirse o saniye imzalar onaylarım” diyor.
Erdoğan ısrarla “idam da idam” diyor demesine de hükümetten “tık” bile yok.
Ne başbakan ne de herhangi bir bakan idamla ilgili bir açıklama yapıyor, ne AKP’li milletvekilleri idamı geri getiren bir anayasa değişikliği teklifi hazırlıyor.
Sadece hükümet mi medyadaki yandaşlar da hep idam istiyorlar ama biri bile “Neden bir teklif hazırlanmıyor?” diye sormuyorlar.
Sahi cumhurbaşkanı bu kadar idamdan söz ederken AKP’nin kılını bile kıpırdatmamasının nedeni ne olabilir? Yoksa “halk ne dersek yutuyor, bugünkü koşullarda idamı geri getirmek Türkiye’nin aleyhine olur, ama kalabalıkları heyecana getirmek için idam deriz, nasıl olsa kimse hesap sormaya kalkmaz” diye mi düşünüyorlar?

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Rus polisler ne yapıyor?


Rus büyükelçisinin öldürülmesinin üzerindeki sır perdesi henüz tam aralanmadı. İktidar ve yandaşları sorumluluktan kurtulma yolu olarak radikal dinci polisi
FETÖ’cü olarak ilan etmekte buluyorlar.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da çok güçlü kanıtlara ulaştıklarını belirterek “FETÖ’cü olduğu kesin” dedi.
Bu neyi değiştirir kavramak mümkün değil. Sonuçta hükümet bu suikastla devleti nasıl aciz duruma düşürdüklerini itiraf etmiş oluyor. “FETÖ yaptı” diye işin içinden sıyrılmaya çalışmanın dünya gözündeki sonucu budur ki bu da Türkiye’nin onurunu ayaklar altına almaktır aynı zamanda.
Soruşturma nasıl gidiyor aslında hiç bilmiyoruz. Örneğin Rusya’dan gelen polisler ne yapıyor? Soruşturmanın ortaklaşa yürütüldüğü söyleniyor, bu durumda Rus polisler ifade alıyor mu, kanıt bulmada nasıl yardımcı oluyor, kendi vardıkları sonuçları Türk polisiyle paylaşıyor mu?
Soruşturmanın sonunda açıklama nasıl yapılacak, Ruslar kendi ülkelerinde ayrı bilgiler verirse ne olacak?
İktidar ve yandaşları Rus polislerin Türkiye’de çalışmasını “çok iyi bir şey” gibi göstermek istiyorlar. Bakalım sonuç da öyle mi olacak?

BUNU YAZMAK GEREK

PYD’nin terörist olduğu iddiasından tamamen vazgeçtik


Suriye’deki muhalefeti ilk günden beri destekleyen iktidar PYD’yi ise “terörist” olarak niteliyordu.
PYD Türkiye’nin “kırmızı çizgisiydi” ve bölgede bulunmasına asla müsamaha gösterilmeyecekti.
Ama durum Moskova’daki Rusya-İran-Türkiye zirvesinde değişti. İmzalanan anlaşma ile Özgür Suriye Ordusu “muhalif gruplar” olarak tanımlandı sadece El Nusra’nın terörist olduğu konusunda anlaşma sağlandı.
PYD Özgür Suriye Ordusu’nun bir unsuru. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da önceki günkü konuşmasında “Özgür Suriye Ordusu’na terörist denilemez, onlar ılımlı muhaliflerdir” dedi.
Böylelikle PYD’nin terörist olmadığı “dolaylı” yönden de olsa Türkiye tarafından kabul edilmiş oldu.
Eleştirince “Devlet böyle yönetilir, diplomasi diye bir şey var” diyorlar.