Bİ SORALIM BAKALIM


Putin “Uçağımızı düşürten kişi nerede? diye sormuş mudur?

Rusya Devlet Başkanı Putin İstanbul’daydı. Türkiye ile “güzel” anlaşmalar imzaladı.
Erdoğan’la baş başa konuştu. “Güzel” anlaşmalar karşılığında örneğin “Artık Esad takıntısından vazgeçin” dedi mi?
Tabii bir de aklına gelip de “Yahu sahi sizin şu uçağımızı düşürten bir adamınız vardı, ne oldu ona hiç göremiyoruz artık” da demiş midir?
Filmi başa saralım;
Neredeyse bir yıl oldu.
Geçen yılın aralık ayının başında tam da yeni hükümetin kurulduğu gün F-16 uçaklarımız sınırımızı ihlal eden bir Rus uçağını düşürmüştü.
O gün Başbakan olan Ahmet Davutoğlu “Uçağın düşürülme talimatını ben verdim” açıklamasını yaparken, saray ise Rus uçağının angajman kuralları gereği düşürüldüğünü açıklamış ve Rusya’yı ağır bir dille suçlamıştı.
Genelkurmay ise Rus uçağının Türk hava sahasını ihlal etmesini radar haritalarıyla açıklamıştı.
Sonra Rusya ile malum sıkıntılar yaşandı.
Rus turistler ülkemizden tamamen çekildi.
Rusya Türkiye’den yaptığı sebze ihracatını kesti.
Karşılıklı ilişkiler gerildikçe gerildi.
Birkaç ay sonra yandaş medyanın en irisindeki bir yazar Rus uçağını “Fetullahçı pilotların düşürdüğünü” ileri sürdü.
Daha da ileri giderek F-16 pilotlarının yarısının Fetullahçı olduğunu, bunların Yüksek Askeri Şura’da ordudan atılacağını yazdı.
Bu da yetmedi, Genelkurmay Başkanı’nın bu karara direnmesi halinde kendisinin de gideceğini öne sürdü.
Sonra bu kişi Genelkurmay’a davet edildi.
Paşalar bu yazarın önünde eğilip büküldü. İltifatlar etti. Saraya ne kadar bağlı olduklarını anlattıktan sonra “Bu bağlılıklarının iletilmesi ricasında da” bulundular.
Ama nedense bu gazeteciye Rus uçağını düşüren pilotların Fetullahçı olup olmadığını söylemediler. Zaten o yazar da gördüğü aşırı ilgi ve saygıdan o kadar mutluydu ki, sorduğu soruya bir cevap alamadığı aklına bile gelmedi.
Ama ben olayın takipçisi oldum.
4 kere yazarak “Rus uçağını düşürenlerin Fetullahçı olup olmadıklarını,
Fetullahçı 400 pilotun ordudan atılıp atılmayacağını” sordum.
Yandaş yazarlarla her gün sohbet toplantıları yapan Genelkurmay paşaları tınmadı bile.
Belli ki ciddiye almadıklarını göstermek istiyorlar.
Ama sonucu biliyorsunuz.
O Genelkurmay paşaları aymaz davranırken Fetullahçı pilotlar dinci faşist bir düzene geçmek, Atatürk ilkelerini ve Cumhuriyet devrimlerini yok edip yerine bir din devleti kurmak için darbeye kalkışıp Meclis’i bile vurdular.
Ancak o zaman akılları başlarına geldi ve apar topar F-16 pilotlarını tutukladılar, Rus uçağının da bir Fethullahçı operasyon sonucu vurulduğunu söylediler. Hepsi geçti gitti de “emri verdiğini” açıklayan Başbakan’a hiçbir şey olmadı.
Bırakın cemaatçi dinci faşist terör örgütünün siyasi ayağını ortaya çıkarmayı, onu nasıl olsa yapmak zorunda kalacaklar, ama adam açık açık Rus uçağının vurma emrini verdiğini açıkladı ona niye hâlâ bir şey yapılmıyor?
Meclis’te bir siyasi ayak aranmasına bile gerek yok, o kişi daha ilk günden itiraf etmedi mi yaptığını?
O operasyonun Fetullahçıların işi olduğu kanıtlandığına göre, emri veren de bizzat bu örgütün bir üyesi değil midir?
AKP iktidarı neden korkuyor?
Davutoğlu’nun eski başbakan olması bir koruma kalkanı olarak mı kullanılacaktır?
Yoksa Davutoğlu’na dokunulursa ipin ucunun kaçırılacağı mı görülmektedir de açık bir itirafa rağmen hiçbir şey yapılmamaktadır?

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER


Başkanlık sistemi gelse Erdoğan rakibiyle münazaraya çıkar mı?

Amerikan Başkanlık seçimleri yaklaşıyor.
İki aday Clinton ve Trump ikinci kez milyonlarca kişinin izlediği münazaraya katılarak konuştular sorulara cevap verdiler. Pazar gece yarısından sonra iki lideri izlerken aklıma Türkiye geldi.
Erdoğan ve yandaşlar Türkiye’nin kurtuluşu olarak başkanlık sistemini gösteriyorlar. Peki, başkanlık sistemi kabul edilirse Erdoğan rakibiyle kamuoyunun önünde karşı karşıya gelmeyi kabul eder mi?
Erdoğan bugüne kadar medyanın önüne hiç çıkmadı, hiçbir soruya cevap vermedi. Sadece seçilmiş gazetecileri yanına aldı, onlara sorular önceden verildi.
Erdoğan 2002 seçimleri öncesi hariç 14 yılda hiçbir rakibi ile karşılıklı tartışmaya da girmedi, hep monolog yaptı.
Mitingleri, toplantıları saray konuşmaları televizyonlar tarafından hep canlı yayınlandı. “Acaba” diyorum “Erdoğan bir seçim öncesi herhangi bir rakibiyle Amerika’daki gibi münazaraya katılabilir mi?” Herhalde katılamaz. Çünkü nasıl konuşacak, böyle bir münazarada önünde promter cihazı olmaz ki. Ayrıca Erdoğan hep monolog yaptığı için, eğer karşısında biri olur ve ters bir şey söylerse anında sinirlenir kimyası bozulur ve konuşmasının düzeni bozulur.
Erdoğan tek başına yaptığı konuşmalarda yüksek belagat gücünü kullanıyor.
Ama karşısında biri olursa bu kadar başarılı olamaz gibi geliyor bana.
Malum, Erdoğan’ın en çok eleştirilen sözleri hep promter olmadan yaptığı konuşmalara yönelik oldu bugüne kadar.

BAŞIMDAN GEÇENLER


İnsan hayatını ortaya koyarak “deneme yanılma” yapılamaz

Önceki akşam Habertürk TV’de Didem Arslan Yılmaz’ın Türkiye’nin Nabzı programına konuk olarak katıldım.
Konuklardan Başbakanlık Baş Danışmanı Muhsin Kızılkaya’nın “Askerin görevi hayatını vermek, bunun için maaş alıyor, bana ekstra bir iyilik yapmıyor” sözleri sosyal medyada çok tartışıldı ve eleştirildi.
4.5 saatlik program sırasında iki kez Kızılkaya ile sert tartışma yaşadık.
Kızılkaya’nın IŞİD ve Ergenekon/Balyoz davalarının yeniden açılması ile ilgili görüşlerini açıklarken ısrarla Cumhuriyet dönemini aşağılayıcı sözlerle dile getirmesine tepki gösterdim.
Ancak Başbakanlık Baş Danışmanı sıfatını da taşıyan Kızılkaya’nın iktidarın Suriye ve Irak konusundaki politikalarını anlatırken sorduğum “Peki hedefler nedir? Ne sonuç alınması bekleniyor” şeklindeki soruma “Birşeyler yapılıyor, bugüne kadar hiçbir şey yapılmadığı için deneme yanılma ile bir yol bulunmaya çalışılıyor” cevabına çok takıldım.
Bence gecenin en önemli sözlerinden biri de buydu.
Başbakanlık Baş Danışmanı iktidarın net bir politikası olmadığını ama deneme yanılma yöntemi ile günü kurtardığını itiraf etti aslında.
Deneme yanılma yöntemi bazı alanlarda kullanılabilir ama Kızılkaya’nın sözünü ettiği deneme yapılma yönteminde insan hayatları riske atılıyor.
Bir iktidarın kendi insanını ölüme atarak deneme yanılma yöntemi uyguladığının açıklanmasını kanım donarak dinledim.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER


En iyi okulları “proje okul” kandırmacasıyla yok ediyorlar

Milli Eğitim’in başlattığı “proje okullar” operasyonu bu ülkenin en iyi okullarını ortadan kaldırmaya yönelik bir plandır.
“Proje okullar” operasyonuyla Türkiye’nin en iyi liselerinin öğretim kadroları rotasyon adı altında darmadağın ediliyor.
Bu okullar en iyi eğitim kadrolarıyla Türkiye’nin en iyi öğrencilerini yetiştiriyorlar.
Ancak ne var ki bu okullardaki öğrenciler iktidarın zihniyetindeki gibi yetişmiyor, “dindar kindar nesil” projesine uymuyor.
İktidar da çareyi bu okulları darmadağın etmekte buluyor.
Yabancı dille eğitim veren İstanbul Erkek Lisesi, Galatasaray Lisesi, Kadıköy Anadolu Lisesi gibi okullar en değerli ve yıllarını bu okullara vermiş öğretmenlerini kaybetmenin şokunu yaşıyor.
Milli Eğitim güya hakkaniyete uyduğunu ve söylenenlerin yalan olduğunu kanıtlamak için 1500 okulun bu kapsamda olduğunu söylüyor. Ama biliyoruz ki asıl amaç sayısı 15-20’yi bulan en iyi okulları fiilen ortadan kaldırmak.
İşte son örnek; En iyi okullardan Kabataş Lisesi’ne atanan yeni müdür evlere şenlik bir açıklama yaptı ve iktidar zihniyetini ortaya koydu. Bu müdür “Artık bütün okulların imam hatibe dönüşmesinin zamanı geldi” diyerek varılmak istenen asıl hedefi itiraf etti.
Buna eğitimin önemine gönül veren herkesin karşı çıkması gerek.

ÇOK GÜLDÜM


“İşten atma görevi senin olsun”

Yıldırım Tuna’dan bir fıkra ile gülümseyelim;
Restoranda garson olarak çalışan delikanlıyı müdüriyete çağırmışlar. İçeri giren garson bütün restoran çalışanlarının odada kendisini beklediğini görünce telaşlanmış. Restoran sahibi, “Bana bak ve doğruyu söyle. İşe geçen ay aldığımız sarışın garson kızla hiç yattın mı?” diye sormuş.
Delikanlı, “Y.. Yoo.. Asla efendim. Hiç öyle şey olur mu?” diye cevap verir vermez odadaki şefler, aşçılar, otopark görevlileri birbirine sarılıp kucaklaşmışlar.
“Tamam” demiş restoran sahibi de müthiş rahatlayarak, “O zaman sen onu bir ara çağır ve görevine son ver.”

ANALİZ


FETÖ’de başları sıkışınca Ergenekon ve Balyoz’u hortlatıyorlar

Bizzat zamanında “Bu davanın savcısıyım” diyen Cumhurbaşkanı tarafından bile “kumpas” olduğu açıklanan Ergenekon davasının yeniden ısıtılacağı daha doğru bir deyimle hortlatılacağı yolunda ciddi emareler var.
Başbakan Binali Yıldırım tam da “bozulan” Ergenekon davası yeniden ele alınacağı sırada akıl almaz bir açıklama yaptı; “Ergenekon ve Balyoz sapına kadar vardı, FETÖ sulandırdı” dedi.
Başbakan bu konuda ne biliyor acaba?
Mahkemeler dört kez “Ergenekon’un bir terör örgütü olduğuna dair elde tek bir kanıt bile yoktur” açıklaması yaptığı halde Başbakan nasıl oluyor da Ergenekon’un “sapına kadar” olduğunu savunabiliyor.
Ayrıca bir Başbakan nasıl olur da davanın yeniden bakılmasına günler kala mahkemeyi bu kadar etki altına alabilecek bir açıklamayı yapabilir?
Gördüğüm kadarıyla iktidar dinci faşist cemaatle baş etme konusunda sıkıntılar yaşamaya başladı.
Özellikle işin siyasi ayağına gidilmesi halinde, sonucunun ne olacağının kestirilememesi iktidarı kara kara düşündürüyor.
Böyle bir durumda her zamanki gibi gündem değiştirmek ve hedef şaşırtarak yeni bir algı operasyonu yapmaya soyundular belli ki.
Nitekim Başbakan’ın açıklamasından birkaç gün önce Yargıtay’ın 7 Balyoz sanığı hakkındaki beraat kararını bozması bunun ilk işaretiydi.
Şimdi belli ki Ergenekon ve Balyoz davaları yeniden kamuoyunun önüne getirilerek dinci faşist cemaatle mücadele süreci sulandırılacaktır.
FETÖ ile mücadele ister istemez AKP’nin bir “iç işi” gibi görülüyor kamuoyunda. Buradan hareketle muhalefete de darbe vurma operasyonları kamuoyunda şüphe yaratıyor.
Oysa yeniden hortlatılacak Ergenekon ve Balyoz davaları fırsat bilinip muhalefetin de tamamen susturulması için kullanılacaktır.