Olağanüstü hal yaşayan güzel ve yalnız ülkemde, olağanüstü ve olağandışı kararlar alınmıştır. Pek tabii hepimiz bunları olağan karşıladık. Çünkü durum gerçekten alelade değil fevkaladedir. Mesela bu yüzden hastalanan devlet memurlarının “doktor raporu” almaları yasaklanmıştı. Yasaklanan raporlar, herhalde “şiddetli ishal, bugün işe gidemez” veya “15 gün evde istirahat etmesi gereklidir” ya da “3 ay tebdil havaya ihtiyacı vardır” şeklinde yazılmış olanlardı. Yoksa klinik bulgulara dayanan hastalık tanılarına dair raporların verilmesi yasaklanmış olamazdı. Öyle veya böyle, şurada biz bize sohbet ediyoruz, bu kararı alan otoritenin, doktorlarımızın dürüstlüğüne güvenmediği aşikâr. Haksız da değil hani. Çünkü normal zamanlarda doktorlarımızın, hatırını kıramadıkları veya acıdıkları kişilere veya onların yakınlarına, hasta olduğu için değil, işi görülsün diye hasta raporu verdiklerini herkes biliyor. Mesela dershaneye giden öğrencilere, devamsızlıktan sınıfta kalmasın diye doktor raporu almak “Laik Şeriata” göre mubahtır. Aynı kültürden gelen FETÖ’cüler de doktorlardan sahte rapor alarak örgütlenmeyi “İslami Şeriata” uygun bulmuştur.

HUKUK VE İKTİSAT

Elli beş yıldır iş âleminde tepe yönetici olarak çalışan bir iktisat öğrencisi olarak, hukukla hep iç içe yaşadım. Doğru adı “serbest girişim” (free enterprise) olan ve galat olarak “kapitalist” veya “piyasa ekonomisi” diye adlandırılan sistemin temelinde sözleşme serbestliği yatar. Sözleşme ise hukuktur. Dolayısıyla, iktisadi sistemin temeli hukuktur denebilir. Temel çürükse, iktisadi sistem de çürüktür. Sözleşme sadece taraflar arasında yapılan sözlü veya yazılı bir akit değildir. İktisadi hayatı çerçeveleyen iş, ticaret, borçlar, medeni, icra ve iflas başta olmak üzere tüm kanunlar ve kararnameler birer “sözleşme”dir. Her işçi, her işveren, her üretici ve her tüketici bu sözleşmelere kendiliğinden taraftır. İnsanların kanunlardan doğan hak ve vecibeleri vardır. Hemen konuya gireyim. İş hayatında, hileli veya kusurlu olma halleri hariç bizatihi iflas etmek suç değildir. İflasının ertelenmesini istemek de haktır. İflas, Darwin’in sözünü ettiği “en uygun olanların idame-i hayat etmesini” sağlayan bir doğal ayıklanma sürecidir. Bu ayıklanma, kaynakların daha verimli kullanılmasını sağlar. Unutmayın: Şirketleri iflas edemeyen ekonomilerin kendileri iflas eder. Örnek 1990’da ekonomileri iflas eden SSCB ve diğer sosyalist ülkelerdir.

İFLAS SERBEST, İFLAS ERTELETMEK YASAK

Mahkemelerin “iflas erteleme kararı” almalarını yasaklamak, hâkimlere güvenmemekten başka bir şey ifade etmez. Bu, gün gibi aşikârdır. Tüccarın veya ticari firmanın “varlıkları, borçlarını karşılayamaz hale gelmişse” kamunun ve üçüncü şahısların haklarının korunması için, durumlarını mahkemeye bildirme mecburiyeti var. Bu mecburiyet devam ediyor. Hâkimler, ne her iflas isteğini, ne de her iflas erteleme talebini kabul etmek zorunda değildir. Erteleme kararı veremeyeceklerine göre her müracaat edene iflas kararı mı verecek? Acaba, hâkimin atayacağı bilirkişi, şirketin sunacağı “hayata dönüş projesini” uygulanabilir görüyorsa, piyasanın sıkıştığı bugünlerde iflası ertelemek daha yararlı değil mi?
Son söz: Hekimle hâkimin alternatifi, yine hekim ve hâkimdir.