Türkiye’de bir süredir olağan zamanlarda rastlanmayan bir dizi hukuki düzenlemeler hayata geçirilmektedir. Yargıtay ve Danıştay’ın “sıfırlanması” bunların başında gelir. Bu arada ekonomik hayatı yakından ilgilendiren kayyum atamalarını ve arkasından gelen yasal düzenlemeleri de olağan zaman işleri olarak görmek mümkün değildir.
Bir bakıma Türkiye genelinde bir “olağanüstü hal” ilan edilmiştir. Bunun üç temel sebebi vardır. Birincisi “paralel devlet” kurmaya çalıştığı iddia edilen (ki iddianın doğru olduğuna ben de inanıyorum) Fettullah Gülen hareketinin tasfiyesidir. Bu amaçla örgütün para kaynakları kurutulmak istenmektedir. Ama neticede, alacaklıları koruma ve zora girmiş “şirketleri kurtarmak” amacıyla hareket etmesi gereken kayyumlara “şirketi batır” talimatı verilebilmektedir. Bu da Gülen hareketiyle hiçbir ilgisi olamayan işadamlarını bile tedirgin etmektedir.

KARŞI DEVRİM UYGULAMALARI

Olağanüstü halin ikinci sebebi, laikliğin tasfiyesidir. AKP’nin yarı-iktidar dönemi AKP’nin fikir babası Necmettin Erbakan’ın 1974’de başbakan yardımcısı olduğunda başlamıştır. Bu süreç, 1996’da Erbakan’ın başbakan olduğu dönemde de devam etmiştir. AKP’nin tam-iktidar olma dönemi seçim kazandığı 2002 yılı sonunda başlamıştır.
AKP, laiklik karşıtlığının siyasi partisidir. Nitekim Anayasa Mahkemesi 2008’de 10’a karşı 1 oyla bunu saptamıştır. AKP, gücünü de bu özelliğinden almaktadır. Yasalara göre, odak da olsa, demokratik bir ülkede “laiklik karşıtlığı” yasaklanamaz denebilir. Zaten bu görüş fiilen geçerlilik kazanmıştır. Olağanüstü halin ikinci sebebinin özü şudur: Atatürk ve onun izinden gidenler, nasıl “laikliği” devrim yasa ve uygulamalarıyla yerleştirmeye çalışmışlarsa, şimdi de AKP, “İslamcı Devleti” karşı-devrimle ülkeye yerleştirme azmi içindedir.

ÜÇÜNCÜ SEBEP: GÜNEYDOĞU’DA PARALEL DEVLET

AKP, dış ilişkilerde feci çuvallamıştır. Şimdi çuvaldan çıkmak istiyor. AKP, esas iç işlerinde çuvallamıştır. Kanıtı, PKK’nın Güneydoğu’da bir “paralel devlet” kurmuş olmasıdır. AKP, “olağanüstü” uygulamalarla bunu da tasfiyeye çalışmaktadır. Güneydoğu’daki Kürt meselesi, Türkiye genelindeki Kürt meselesinden farklı niteliktedir. Çünkü bu bölgede, gerek Kürtlerin çoğunluk olmasından, gerek komşu ülkelerdeki Kürtlerin siyasi kazanımlarından esinlenen bir “özerklik” talebi vardır.
Cumhuriyet hükümetleri, Kürt meselesini, Kürtleri bir yandan Türkleştirerek diğer yandan nüfus olarak Türkler içinde seyrelterek çözmek istemiştir. Bunda da büyük çapta başarılı olunmuştur. Nitekim bugün ülke genelinde bir “Kürtlük” davası yoktur. Ama bu sonuç, Güneydoğu’da fiili bir ayrışmanın oluştuğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu sorun, Başbakan’ın bulduğunu sandığı “para verir, huzuru alırım” yöntemiyle çözülemez. Korkarım Güneydoğu’da yeni bir “mali-idari-hukuki” düzenleme yapmak gerekecektir.
Son söz: Siyasi sorunlar, iktisadi önlemlerle çözülmez.