Gazetelerde okuduğunuz veya televizyonlarda dinlediğiniz “İktisadi yazıların veya yorumların onda dokuzu, ya yanlıştır ya da tartışılan konuyla bir ilgisi yoktur”. Bu ifade bana değil, Steve Hanke adında Amerikalı bir iktisat profesörüne aittir. Onda dokuz mudur, sekiz midir, beş midir bilmiyorum. Ama Hanke’nin, iktisat adına medyada yer alan yazılarının çoğunun yanlış olduğu tezine ben de katılıyorum. Profesör Hanke, bu hükme Türklerin yazdığı Türkçe iktisat yazılarını okuyarak değil, İngilizce yazılan makaleleri okuyarak varmıştır. Hanke, ağır sıklet bir iktisatçı olmasa da önemli bir isimdir. Eğer sözünü ettiği kural doğruysa, onun ve (onun bu saptamasını doğru bulan) benim de yazdığım yazıların çoğu yanlıştır. Pek tabii ben, kendi yazdıklarımı böyle bulmuyorum. Ama şunu da kabul etmem gerekir ki insan, kendi yazısını âdil bir şekilde değerleyemez. Değerlemeyi meslektaşlar yapmalıdır. 

MÜŞTERİ YAĞCILIĞI

Hanke, “onda dokuzu yanlış veya ilgisiz” derken herhalde bilimsel makaleleri kastetmemiştir. Onun kastettiği, medyada yer alan yazı ve yorumlardır. Medyada yer alan iktisadi yorumlar “müşteri odaklıdır”. Ancak çoğu gazete için müşteri, artık para verip gazete alan okur değildir. Bu müşteriler, yani gazeteye çıkar sağlayanlar, başta devlet olmak üzere sırasıyla, reklam veren firmalar, bankalar, imajını parlatmak isteyen iş adamları, siyasi partiler, meslek kuruluşları, sendikalar ile sosyal baskı kümeleridir. Pek tabii “ne kadar kötüyse o kadar iyidir” diyen “acıların okurlarını” da ihmal etmemek gerekir. Bu yüzden, aklı eren veya ermeyen iktisat yorumcuları, gerçeği anlayıp, anlatmaz; müşterisinin duymak istediğini yazar.

Merkez Bankası aynı Merkez Bankası, sadece başkanı değişti

Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya, ilk basın toplantısını yaptı. Ülkenin iktisadi durumu ve geleceği üzerinde kendisinden önce gelen başkanlardan farklı bir akıl yürütme yapmadı veya değişik bir dil kullanmadı. Tabiri caizse, bireysel kimliğini ortaya çıkarmadan örgütsel kimliği ile kamuoyunun önüne çıktı. Dolayısıyla hükümet yanlılarının “düşür faizleri, uçsun bu ülke” tezine katılmadığı izlenimi verdi. Buradan da anlıyorum ki; Türk ekonomisi yapısal bir dönüşümden geçmeyecektir. Türkiye gibi sürekli cari açık verip bunu dış borçla finanse eden bir ülkede Başkanın “döviz rezervlerini büyüteceğiz” demesi, cari açıktan daha fazla “dış yükümlülük altına gireceğiz” demekten başka bir şey değildir. Döviz açığı (cari açık) veren bir ülkenin döviz rezervi biriktirmesi ancak daha fazla döviz borcu almakla veya yükümlülük yaratan sermaye girişi ile mümkündür.

‘DUR-KALK’A DEVAM, YAPISAL DÖNÜŞÜM BİR BAŞKA BAHARA 

Türk ekonomisi, mevcut yapısında yurt dışından gelen para miktarına göre genişlemekte veya büzülmektedir. Bu sebeple uzun yıllardır ekonomide bir “dur-kalk” serüveni yaşanmaktadır. Türk ekonomisinde, sürdürülebilir büyüme uygun yapısal dönüşüm “cari açıksız büyüme” fazına geçmek demektir. Böyle bir strateji hükümet tarafından belirlenirse, ancak o zaman Merkez Bankası yönetimine, bu yeni strateji için nasıl bir para politikası uygulamayı düşünüyorsunuz diye sorulabilir. Yeni bir ekonomi politikası yoksa yeni bir merkez bankası politikası da olamaz. 

TÜRK EKONOMİSİ CARİ AÇIK VERMEYE MAHKÛM DEĞİLDİR

Papağan gibi (yani anlamını bilmeden konuşma) tekrarlanan bir klişe var. “Türkiye’de tasarruf oranı düşüktür.” Hayır, Türkiye’de tasarruf düşük değil tüketim oranı yüksektir. Yüksek tüketim talebini karşılamak için, dış tasarruf yani dış borç alınarak ithalat yapılır. Borç olarak yurda giren döviz, döviz fiyatını düşürür. Döviz ucuz olunca ithal mallarına olan talep daha da artar. Yerli üreticinin hem iç, hem de dış piyasalarda yabancı rakiplere karşı rekabet gücü azalır. İthalat, ihracattan hızlı artar. Cari açık daha da büyür. Daha fazla dış borç alınır. Kedi kuyruğunu kovalar. Sonra utanmadan, gördünüz mü tasarruf açığı var açıklaması yapılır. Cari açığı kapatacak para politikası uygulansın, bakın tasarruf açığı diye bir şey kalıyor mu?

Son söz: Türkler tasarruf etmez, ırkçı bir söylemdir.